Avusturya’da Bir Suriyeli | “Burada Duygulardan Pek Bahsedilmiyor”
Röportaj | Geldiğinde sadece „Hitler“ ve „scheiße“ diye iki kelime Almanca biliyordu. Jad Turjman, 2015 yılında Şam’dan Avusturya’ya kaçtı. Şimdilerde Almanca kitaplar yazıyor. Onun kaçış hikayesi son kitabına da yansıyor.
Suriye iç savaşında bir aşk hikayesi ve IŞİD’in zulmü, devrimi ve terörü üzerine bir rapor – Jad Turjmann, 24 Ağustos’ta yayınlanan yeni kitabı „Der Geruch der Seele“ (Ruhun Kokusu)’nu böyle anlatıyor.
Yazar, 2015 yılında Şam’dan Avusturya’ya kaçtı.
Geldiğinde iki kelime Almanca biliyordu.
Bugün kitapların yanı sıra köşe yazarlığı da yapıyor ve stand-up komedyeni olarak karşımıza çıkıyor,- ve genellikle kendi kaçış hikayesini işliyor.
Jad Turjmann, Kurier gazetesinden Naz Kücüktekin ile yaptığı röportajda, kitaplarına konu olarak aldığı, Suriye iç savaşıyla değişmeye başlayan ve Avusturya’ya kadar uzanan hayatındaki dönüm noktalarını anlatıyor.
Yazma tutkusunu 15 yaşlarında keşfetmiş, ama bu çevresinde çok da sevinçle karşılanmamış.
Okulda, yazarken yakalandığında, genellikle ellerine sopayla iki defa vurularak cezalandırılır ve hatta babası oğlunun yazma kabiliyetinden endişe duyardı.
Zira Turjmann’ın amcası insan hakları için kampanya yürütmüş ve tutuklanmıştı. Oğlunun da kardeşiyle aynı kaderi paylaşmasından korkuyordu.
Turjmann 16 yıl önce tutuklanan amcasından bir daha haber alamadıklarını, o zamandan beri nerede olduğunu bilmediklerini söylüyor.
Akıbeti bilinmeyen amca, babasının endişelenmesi Turjmann’ın daha fazla bir şey yazmasının önüne geçmişti. Artık yazmıyordu…
Savaştan kaçarak Avusturya’ya sığınan Turjmann, tekrardan yazmaya başlamasını, travma tedavisi gördüğü esnada olduğunu söylüyor.
Avusturya’da travma tedavisine başlamasıyla, terapisti ona, her şeyi yazmasını ve kendisi için yapılar oluşturması gerektiğini söyledi.
Kendisine yardımcı olmayacağını düşündüğünden, ilk başta ciddiye almamıştı – Sonra kendisini çok kötü hissetmiş ve gerçekten denemişti.
Almanca yazmak nasıl bir duyguydu? – Daha önce Almanca biliyor muydunuz?
Turjmann bu soruya gülerek, sadece „Hitler“ ve „scheiße“ yani (Hitler ve bok) kelimelerini biliyordum. Bu yüzden heyecan verici bir deneyimdi yanıtını veriyor.
Yaşadıklarından olsa gerek ki, ona yaşadıklarını yaşatanların dilinde, yaşadıklarını kaleme alamadığını söylüyor. Kendi ana dili olsa bile (…)
“Bana iki dil, Almanca ve Arapça birbirini tamamlıyor gibi geldi.
Sanırım iki dil konuşan herkes bunu bilir.
Ama stresli ve travmatik konularda Almanca daha iyi yazabildiğimi fark ettim.
Kaçışım hakkında Arapça yazamam.”
Arapça onun için daha mı duygusaldı?
Kelimeler farklı yükleniyordu, metinlerde, sunumlarda baştan sona hep kendi geçmişi vardı.
“Yazmak konuşmak gibi değil. Bu bir yansıma sürecidir.
Zaman ayırmalı ve yapmalısın.Benim için biraz meditasyon gibi.
Stand-up komedisi ve mizah elbette bir tür terapidir çünkü birçok şeyi dışarı atabilirsiniz.
Her şeyden önce, tüm bunları kendim için yapıyorum.”
Yaptığım işi kesinlikle sanat olarak gördüğünü söyleyen Turjmann, “Maneviyatını ifade eden herkes sanatçıdır.
Her zaman, metin, resim veya sesli okuma yoluyla belirli bir alt metni nasıl ifade ettiğimizle ilgili” olduğunu ifade ediyor.
Kendisini mültecilerin sesi olarak görmüyor, üstelik bunu saçma buluyor.
Ona göre herkesin kendi sesi var.
Başkasının sesi olamazsınız. Ayrıca mülteciler homojen bir grup değildir.
2015 yılında Avusturya’ya ilk geldiğindeki izlenimleri sorulduğunda, İnsanların yardımseverliği ve bağlılığı konusunda çok hevesliydim.
Başlangıçta, yeni bir ülke ve kültürdeyken, genellikle yalnızca olumlu şeyler gördüğünüz bir tür “balayı evresi” yaşarsınız.
Burada ne kadar uzun kalırsanız, o kadar çok yön, gün ışığına çıkar.”
Daha sonra hangi yönleri fark ettiniz?
Avusturya’da duygular hakkında ya da en azından daha derin duygular hakkında çok az konuşuluyor.
Bu ilk başta benim için rahatsız ediciydi.
Suriye’de bir erkek olarak bile ağlamam ya da bir arkadaşımın omzuna başımı koymam sorun değildi.
Avusturya’da bu genellikle hemen cinselleştirilir.
Buraya gelmeden önce Avusturya hakkındaki fikriniz neydi?
Aslında Avusturya’yı hiç bilmiyordum. İsveç’e gitmek istiyordum çünkü oradaki insanları tanıyordum.
Ön yargıyla karşılaştınız mı?
Önyargı yaygındır.
Ve aslında en kötüsü de. Önyargıya karşı durma çabası yorucuydu.
Böyle bir role girdiğinizde, artık gerçek değilsiniz.
Sürekli olarak bununla karşı karşıya kalırsanız, bir noktada aşağılık olduğunuz hissine de kapılırsınız.
Son zamanlarda Leonie Cinayetinde olduğu gibi.
Bütün Afganlar da karalanacak.
Bir yabancı gibi göründüğünüz için kendinizi yabancı gibi hissediyorsunuz. Yabancılaşma duygusu karşıdaki kişi tarafından tetikleniyor.
Bununla nasıl başa çıkılır?
Bu çok zor.
Sahnede istediğimi söyleyebilme ayrıcalığına sahibim.
Bu konuda genellikle çok kışkırtıcıyımdır.
Benim için bu bir tür denge çünkü kendim olabilirim.
Bu bir yoldur. Bu şekilde sokakta olabilmek de önemli olacaktır.
Örneğin, akşamları bir şey yaptığımda, bana çarpık bir şekilde bakıldığını fark edip duruyorum.
Ve bir şekilde insanlara, düşündükleri gibi olmadığınızı sözsüz bir şekilde iletmek çok yorucu.
Avusturya’da alışılmadık ne buldunuz?
Alkol tüketimi beni çok şaşırttı.
Suriye’de de alkol tüketiliyor ve sarhoş olabileceğini de biliyordum ama “alkolikler” benim için yeniydi.
Bu benim için bir kültür şokuydu.
İnsanların neden bu kadar abarttığını anlamadım.
Ayrıca arkadaşlarının evlerine haber vermeden gelmemenin komik olduğunu düşündüm.
Diğer sosyal sınırlar burada zaten geçerlidir.
Gerçi şimdi ben de öyleyim.
Yakın zamanda Avusturya vatandaşı oldunuz. Sizin için süreç nasıldı?
Çok şanslı olmama rağmen çok sıkıcıydı. Üç yıldan fazla bir süredir aralıksız çalışıyorum ve bu nedenle finansal gereksinimleri karşıladım.
Ayrıca C1 seviye Almancam var. Bu yüzden o kadar zor değildi.
Ancak, örneğin, sorgulama zaten taciz ediciydi.
“Oy kullandığımda eşim adına da oy kullanabilir miyim?” gibi sorular vardı.
Sonra kendi kendine düşünüyorsun: Harika, devlet bizi böyle görüyor.
Suriye’den gelen mülteciler sanatta da özellikle başarılı görünüyorlar, bunun nedeni sizce ne?
Suriye’deki eğitim sistemi kesinlikle bir rol oynuyor.
Diktatörlüğe rağmen, Suriye her zaman birçok farklı etnik grup ve bölge ile çok kültürlü bir bölge olmuştur.
Bir araya gelmek çok zenginleştirici.
Yabancı kültürleri yansıtarak kendinizi daha da geliştirebilirsiniz. Suriye’de de sanata erişimimiz var.
Ayrıca, Suriye’deki savaş, ne kadar acımasız olursa olsun, nispeten genç.
30 yıl içinde Suriye’den kaçan insanlar kesinlikle çok farklı olacak.
Tabii ki, ülkeniz onlarca yıldır savaştayken insanların zihinleri ve ruhları acı çekiyor.|DerVirgül
Bu röportaj kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler DerVirgül’ün editöryal politikasını yansıtmayabilir…