Salgın günlerinde “gizli ajanda”sız gazetecilik

Bir, bilgi edinme ve iletme, fikir üretme işi ya da uğraşı olan gazeteciliği adalet, vicdan, etik ve cesaretin bileşkesini alarak oluşturdukları bir hale içinde gerçekleştirenler, mesleki olanakları ve becerilerinin sınırlarını zorlayarak sadece “kelimenin gerçek anlamında gazetecilik” yapmakta başarılı olmak isterler. “Gizli ajanda”sı olanlar ise “gasteci”dir.

Salgın günlerinde “gizli ajanda”sız gazetecilik

HÜSEYİN A. ŞİMŞEK

Gazetecilik, bir bilgi edinme ve iletme, fikir üretme işi ya da uğraşı olarak ortaya çıktığı günden beri çok önemli ve etkili bir alan.

Ama, bu meslek de bir dizi diğer meslek gibi, toplumun kriz ve sıkışma anlarında çok daha büyük bir anlam kazanır.

İçinden geçtiğimiz Covid-19 salgını günleri de, gazeteciliğin diğer zamanlardan çok daha önem kazandığı günler.

Zira, bu kriz ve sıkışma zamanlarında, bu mesleğin hakkını vermek, gereklerini yerine getirmek, mesleki etiğine bağlı kalmak çok daha zor ve bedeli çok daha ağır.

Hem geniş kitlelerin doğru bilgiye ihtiyacı had safhada, mevcut iktidar sahiplerinin gerçekleri gizleme çabaları.

Geniş kitlelerin doğru bilgiye duyduğu bu ihtiyaç, yerkürenün üzerindeki ülkelerin tamamında kapitalizmin küreselleşmeyi vahşi sömürü çarkını azami bir hızda döndürmek için kullanışına halel gelmesin diye, iş başında olan hükümetler, devletler, bütün zenginlikleri ellerinde tutan güç odakları tarafından, karşılanması hiç mi hiç istenmeyen bir ihtiyaç.

Çünkü geniş kitlelerin doğru bilgiye ulaşma ihtiyacı karşılandığı oranda; sürdüregeldikleri haksızlıklar, adaletsizlikler, yanlışlar, eksikler bir bir orta yere dökülecek; bu hal de yakın bir gelecekte iktidarlarını kaybetmelerine sebep olabilecektir.

Bu yüzden, iktidar sahipleri, mesleğini layıkıyla yapan gazetecileri, koronavirüsünden daha tehlikeli görürler.

“Muhalif” diyerek ötekileştirdikleri gazetecileri, “virüs” olarak ilan etmeye başladılar bile açık açık.

Gazeteciliği bilgi edinme ve iletme, fikir üretme mesleği olarak adalet, vicdan, etik ve cesaretin bileşkesi bir hale içinde gerçekleştiren kelimenin gerçek anlamında gazeteciler; toplumların hayatlarını nispeten daha “normal” bir seyir halinde sürdürdükleri salgın öncesi zamanlarla karşılaştırılamayacak kadar, hem çok daha önem kazandı hem de korku salmakta.

Salgının yıkıcı ve ölümcül sonuçlarına en çok maruz kalan geniş kitleler, şimdilerde dünden çok daha fazla yalan yanlış bilgilerin, çapıtılmış “gerçek”ler ve “doğru”ların bombardımanı altına alınmakta ya, kelimenin gerçek anlamında bir gazeteci, koronavirüsüne rahmet okutur döndüregeldikleri sömürü düzeninin çarkında kayda değer bir tekleme olmasın isteyen zevat için!

O lanet çarkın dödürülüyor olmasında; kendi ülkelerinde iş başındaki iktidarların yandaşı, paydaşı, koçbaşıları olma pozisyonu almış; kartvizitinde “gazeteci” yazılıyorsa da, “basın kartı” sahibiyse de bu kamu mesleğinin içine, sağına, soluna, önüne, arkasına akla hayale gelmeyecek kadar “gizli ajanda”, “görev”, “misyon” tıkıştırmış “kalem erbabı”nın, “kalemşorlar”ın da payı, sorumluluğu da elbette çok çok büyük, etkili ve belirleyici.

Değil mi ki insanların neye inanacaklarını bilemez bir hale sürüklenmeleri; şapşallaşıp süren sömürü ve baskı sistemlerine “kadir-i mutlak” gözüyle bakakalmaları, çok önemli oranda medya organları üzerinden gerçekleştiriliyor; işte bu sebepledir ki, bir kamu mesleği olarak gazetecilikte, bu işe kimin neden soyunduğu temelinde ayrışmalar da en çok böyle zamanlarda çok daha açık ve net ortaya çıkar.

Gelişmeleri, uygulamaları mevcut iktidarlar sahiplerinin (muktedir sınıflar ve siyasal güç odaklarının) çıkarlarını koruyup kollayan bir temelde yorumlamayan; sorulması istenmeyen soruları sormaktan, tartışılması gereken konuları tartışmak ve tartıştırmaktan geri durmayan adalet, vicdan, etik ve cesareti mesleki halelerinin bileşkesi haline getirmiş gazetecilerin sayısı azalır.

Ama unutulmaması gereken tarihi derslerden biri şudur: Gazetecilik işi ya da uğraşını; adalet, vicdan, etik ve cesaretin bileşkesini alarak oluşturdukları bir hale içinde gerçekleştiren gazeteciler, yüz yıllara dayanan bu çarka çomak sokan meslek grupları arasında olageldi hep.

Madalyonun öteki yüzünde ise başka bir gerçek var: Bir sömürü çarkı üzerine oturuyorlarsa eğer, dünyanın her yerindeki iktidar sahiplerinin en önemli işlerinden biri, bu meslekteki bu “oyun bozucu”ları her açıdan iş yapamaz halde tutmak, daha da gerekiyorsa yok etmektir.

Başka bir ajandaları olmadığı için adalet, vicdan, etik ve cesaret sahibi gazeteciler, mesleki olanakları ve becerilerinin sınırlarını zorlayarak kelimenin gerçek anlamında gazetecilik yapmakta, bu salgın zamanında da başarılı olmak istemektedirler.

Soyundukları işi atlama tahtası ya da paravan olarak kullanıp başka işlerde değil, sadece ve gerçekten gazetecilikte başarılı olmakla; bir meslek, dolayısıyla kendine has bir etiği, becerisi ve alan disiplini olan bir gazeteciliği özümseyip benimsemekle; bu alanın etiği ve disiplini umursanmadığında, ilkesiz ve omurgasız bir pratik sergileneceğini, gazeteciliği tabela ya da kartvizit olarak kullanırken aslında başka türlütevür işlerin peşinden koşuşturan “gasteciler”in de bu ortamda türediğini bir an bile aklından çıkarmamakla…

Ama ne yazık ki bu salgın günlerinde de, “gazetecilik”in bu “gasteci” versiyonu revaçta ve baskın konumda.

Gazeteciliğin neredeyse her meslek alanından beslenmesi, farklı mesleki disiplinlerden bu işe dahil olanların kendi kurallarıyla geleceği ve kendince bir gazetecilik dayatabileceği anlamına gelmez.

Haberde objektif (nesnel) olmak, bilgiyi hem kaynağına yabancılaştırmadan hem de kaynağının tevecühüne göre eğip bükmeden doğru ve eksiksiz vermek, vazgeçilemeyecek bir ilkedir bu meslekte.

Gazetecinin görevi, haber kaynaklarına “mavi boncuk“ dağıtmak olmadığı gibi, onlara herhangi bir sebepten dolayı ayar vermek, şantaj yapmak da değildir. Yanısıra, onlara karşı da dürüst olmaktır elbette!

Bu tür kriz ve sıkışma anlarında yıkım ve ölüm, çok büyük bir oranda ezilen, sömürülen geniş kitlelerin başına musallat edilir.

Aynı zamanda ve bir önceki cümledeki gerçeğe bağlı olarak, toplum hayatına yön veren güç dengelerinin tamamına yakını, kelimenin gerçek ve doğru anlamında gazetecilik yapmanın önünde birer bariyer kesilir.

Velhasıl, şimdi adalet, vicdan, etik ve cesaret sahibi gazeteci olmanın, gazetecilik yapmanın tam zamanı.

Kelimenin gerçek ve doğru anlamında gazetecilik yapılabilecek yer ise, bu tür gazetecilerin çaba ve mücadeleleriyle ortaya çıkarılan, ayakta tutulan basın-yayın organlarıdır.

Bu organların mesleğe dair manifesto, konsept ve çalışma tarzlarında, sadece dışarıya dönük değil içeride de adalet, vicdan, etik ve cesaret bileşkesine sahip olmaları, olmazsa olmaz bir şarttır.

Siyaset bilimi insanı John Keane’nin deyimini anımsayalım: “Bazıları, bazı şeylerin bazı yerlerde yayınlanmasını istemez.

İşte o şeylere haber diyoruz.” Haber, belirli bir tarafın veya kesimin kendince sürdürdüğü, örneğin “hak ve özgürlük mücadelesi” ya da iktidarını berdevam ettirmesinin doğrudan bir aracı değildir.

Objektif bir haber, bağlamına oturduğu konjonktür dolayısıyla dolaylı bir “tarafgirlik”e sahip olur bu noktada.

Yalan ve eksik haberler ise, bu meslek etiğini es geçenlerce üretileblir sadece.

Haberde, haberi iletenin kendi “doğru”su değil, olup bitenin “gerçeği” olsun istenir.

Elbette sıfatına layık bir gazeteci de ne yapsa etse, haber eksik kalabilir bazen. Haberi eksik vermek, okura izahı mümkün bir olanak meselesidir, ama yalan veya yanlış vermemek mesleğin prensip ve etiği gereğidir. Kaldı ki eksik verilen bir haberin telafisi çoğu zaman imkansız değildir; “haberi sürdürmek“ diye bir gelenek vardır, mesleğinin erbabı olan gazeteci için.

Bütün bu belirlemeler, sadece haber sütunları için değil aslında; röportajlar, görüşmeler, araştırma ve inceleme yazıları için de aynen geçerlidir.

Her bir gazeteci, gazeteciliğin bu alanlarında kendi biçim, üslup, öncelik-sonralık tercihini kullanma hakkına sahiptir elbette; ama bu hakkını, kaynağa dayandırılmış içeriğe halel getirmeyecek bir çerçevede kullanmakla sorumludur. Öznelliğin, özgünlüğün sadece biçim ve metod açısından değil içerik bakımından da anlaşılır kabul edildiği alanlar ise fikir, yorum ve alanaliz gibi yazılardır.

Öte yandan, gazetecilikte yandaşlığa, payandalığa, borozan ya da sahibinin sesi olmaklığa vs sadece “başkaları“ ya da “bizden olmayan“ diye tanımladıklarımız yaptığında kıyameti koparmakla yetinemeyiz.

Bu sepepledir ki tarihte bu meslek alanından iz bırakan gazeteciler de yayın organları da büyük bir ekseriyetle kendi tüzel kişilikleri dışındaki bir parti, kurum veya örgütün yayın organı olmamak anlamında kurumsal bir özerkliğe sahip alanlardır.

Kelimenin gerçek anlamında her gazeteci bilir ki bu mesleğin yaranan, yandaş, “gizli ajanda ofis boyu” olarak kendini paralayan, tetikçilik yapan, yalan makinası gibi çalışan “gasteciler”i; sömürüye dayalı sistemlerin iktidarlarına, türlütevür olanakları ve fırsatlarına sırtını dayayanlar ya da el açanlar arasından çıkmıyor sadece.

“Sistem dışı” veya “muhalif” olmak bahsinde kendilerini enva-i çeşit “en” ön ekiyle tanımlayıp ezilenlerlerin tarafında yer alırken gazetecilik mesleğini palavra sıkma meydanı, gazını alma veya gaz verme, kinini ya da hasetine kusma yeri gibi kullananlar da az değil. Onlar da yanılıyor, gazetecilik onların da yapıp ettiklerinden çok başka bir şey.

Gazeteciliği adalet, vicdan, etik ve cesaretin bileşkesini alarak oluşturdukları bir hale içinde gerçekleştirenler, mesleklerinin her merhalesinde görmekte, tecrübe etmekte ve bilmektedirler ki herhangi bir (sınıfsal, siyasal, ideolojik, inançsal, etnik, cinsel vb) bağı veya aidiyeti kullanarak, onları kendinden sayanlarca, yani en yakınında durduğunu beyan edenlerce anlaşılmak da çok kolay değildir.

Yine bilmektedirler ki ‘büyük insanlık’ın sömürüsüz ve sınıfsız geleceği için samimi, sahici bir mana, yol ve yöntemle mücadele edenler nezdinde, kendileri de meslekleri de hep muteber kalacaktır.

Madem ki yerküre, özellikle de 1990’lardan beridir artık çok net ve tartışmasız olarak, esası sömürü ve ezmeye dayanan kapitalist bir küresellik içinde, bilgiyi doğru vermek, gerçeği işaret etmek; özgür, başta üretim ve tüketimde olmak üzere her manada eşit, barış içinde, katılımcı, çoğulcu, direkt ve yerinde bir demokratik yaşam tarzı talep eden ve kurmak isteyenlerin saffında mevzi tutmak, taraf olmaktır. Kaynak: sonhaber.ch

Yayınlama: 18.04.2020
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.