Fatih’teki ‘toplu intihar’ vakası
İstanbul’un Fatih ilçesinde aynı evde yaşayan ve siyanür içerek intihar eden 2’si kadın 4 kardeşin cansız bedeninin bulunması, Türkiye’nin sosyolojik gerçekliğinde aşina olunmayan “toplu intihar” olgusunu gündeme getirdi.
Uzmanlar, intihar vakalarının yüzde doksanına yakın kısmında psikolojik sorunların ve yaygın olarak da ciddi bir depresyona bağlı çaresizliğin etkili olduğuna dikkat çekiyorlar. Kardeşlerin 15 yıldır alışveriş yaptıkları mahalle bakkalındaki veresiye defterinde 2.260 lira borç bulunuyordu, yani neredeyse bir aylık asgari ücretin karşılığı.
Euronews Türkçe’ye konuşan uzman psikiyatr-doktor Ayhan Akcan, toplu intihar olaylarının Türkiye’de çok rastlanan bir durum olmadığını, geçmişte daha çok cinnet getirme ve kendisi dahil çevresinde sorumlu olduğu kişileri kendisine yönelen öfke sonucunda öldürme şeklinde öfke patlamalarının yaşandığını belirtiyor.
“Bu toplu intihar olabilir, ancak öncelikle adli inceleme sonuçlarının analiz edilmesi gerekir,” diyen Akcan, bu olayın “taklit intiharlara” neden olmaması için medyada ele alınış tarzının çok dikkatli olması, siyanürün ne olduğu ve nasıl temin edileceği gibi kritik konuların işlenmemesi gerektiğine dikkat çekiyor.
Bağımlılık ilişkisi
Akcan, toplu intiharlarda diğer kurbanların intihar fikrini eyleme geçiren kişiye genellikle bağımlı olduğunu, ancak Fatih’te yaşanan durumda akıl sağlığı sorununun ve yaşam koşullarından kaynaklı ciddi bir depresyonun söz konusu olabileceğini kaydediyor.
İntihar eden Yetişkin ailesinin geçiminin büyük kısmını sağlayan Oya Yetişkin’in maaşına haciz konmasının da olayların seyrini tetiklemiş olabileceği düşünülüyor.
Akcan, Fatih bölgesi gibi tarikatların yaygın olduğu bir sosyolojik çevrede bu ailenin herhangi birinden yardım talep etmemesinin de maddi sorunlarını kendi içlerinde çözmek istediklerinin, kendilerini yeterince ifade edemediklerinin bir işareti olabileceğini düşünüyor.
“Sosyal devlet benzeri durumlar için bir çözüm üretmeli. Demek ki bu insanlar devletin yardım mekanizmalarına ulaşamıyorlar” diye ekliyor Akcan.
Sekiz yıl önce Maraş’ta da yaşanmıştı
2011 yılında Kahramanmaraş’ta “annelerine hastalık derecesinde düşkün oldukları” ortaya çıkan yaşları 22 ile 33 arasındaki 2’si kız 4 kardeş, annelerinin ölümünün ardından kendilerini iple tavana asarak toplu intihar eyleminde bulunmuşlardı.
Sabancı Üniversitesi’nden sosyal psikoloji uzmanı Prof. Nebi Sümer’e göre, olayın ayrıntılarını ve geçmişini tam olarak bilmeden yorum yapmak sakıncalı olabilir.
Euronews Türkçe’ye konuşan Sümer, “Ancak, aşırı izole şekilde ve birbirine bu şekilde bağımlı yaşayan, dışa kapalı kişilerde bazı psikolojik sorunlara yatkınlık gelişebilir. Genellikle böyle aile içinde kapalı yaşayan kişilerde anne düzenleyici ve koruyucu temel dayanaktır. Anneye aşırı bağlı yaşayanlarda anne arada çekilince ciddi psikolojik travma ve yalnızlık ve terk edilmiş duygusu yaşanabilir” diyor.
“Anlatılanlardan bu ailede annenin vefatından sonra annelik rolünü bir kardeşin (Oya Hanım) üstlendiği, onun da ekonomik sıkıntılar nedeniyle destek sağlamakta zorlandığı anlaşılıyor” diyen Sümer, “Hiç evlenmemiş olmak ya da düzenli yakın ilişkide olmamak, düzenli bir iş sahibi olmamak gibi işlevsel gelişimsel görevleri yerine getiremeyen kişilerde birbirine veya anneye sembiyotik düzeyde bağımlılık gelişir ve sosyal bağlar zayıflar. Annenin yerini dolduramama, sadece anneye ve annenin ölümünden sonra da birbirlerine kenetlenme duygusunun bir nevi dışavurumu olabilir” diye ekliyor.
Sümer’e göre, bu tür vakalarda içlerinden birinde yaşanan bir sorun çok hızlı bir şekilde diğerlerini etkilemeye başlayabilir ve şayet geçmiş yaşantılarında yatkınlıkları da varsa bu, ekonomik sıkıntılarla birlikte intihar eylemini tetikleyici olabilir.
Dört kardeşin cenazelerini almak için yakınlarından kimsenin başvuru yapmaması sebebiyle cenazelerin kimsesizler mezarlığına defnedileceği belirtiliyor. Bu da yalnızlık ve sosyal bağlarız zayıflığına işaret.
“Hızlı bir sosyal değişim sonucunda aşırı yalnız bırakılmış bu insanlar, anneyi toparlayıcı, dayanılan bir dağ gibi görmüşler ve anne çekilince bütün düzenleri yıkılmış. Ayrıca mahalle ölçeğindeki yardımlaşmayı, yardımları da reddetmişler. Çünkü bazen görünür şekilde yapılan yardımlar özsaygıyı zedeleyebiliyor ve kırılgan insanları çok incitebiliyor” diyen Sümer, bu olaydan sosyal devlet sistemi açısından dersler çıkarılması gerektiğini düşünüyor.
“Mahallelerdeki bağlar sadece bakkalla kurulan temasla sınırlı kalmamalı; ortak aktiviteler olmalı ve dezavantajlı kesimlerin ihtiyaçlarının onurları zedelenmeyecek şekilde karşılanacağı mekanizmalar yaratılmalı. Devletin sosyal güvenlik sisteminin, yardım dağıtım mekanizmasının ne kadar insani olduğunu da sorgulamalıyız”
Medyada ele alınışı çok hassas olmalı
Psikiyatrist Uzman Dr. İlker Küçükparlak ise, Fatih’te yaşanan intiharın medyada ele alınış tarzının çok titiz bir şekilde olması, intiharın “onurlu duruş”, “sisteme atılan tokat” gibi ifadelerle asla yüceltilmemesi gerektiğini önemle vurguluyor.
“Bu olayı yoksulluk gibi tek bir sebeple gerekçelendirdiğinizde kamuoyu bu tür durumlarda intiharın kaçınılmaz olduğunu düşünüyor ve intihar düşüncesi zaten olan insanlarda bu haber dilinin yıkıcı bir etkisi olabilir. İntihar düşüncesi zaten genellikle bir dakikadan kısa bir süre içerisinde oluyor ve bu eşikte bulunan insanların tek bir gerekçe üzerinden bu mesajı almaları intiharı tetikleyebiliyor. Dolayısıyla kriz olunca yoksullar intihar eder şeklinde bir mesaj vermemek gerekir” diyor Küçükparlak.
Yapılan bilimsel araştırmalara göre, yoksulluk ve ekonomik kriz, intihar oranlarını artırırken, erkeklerin intihar eğilimi kadınlardan daha yüksek. Ancak Küçükparlak, toplu intiharların dünya çapında oldukça az sayıda olduğuna ve genellikle de kült tarikatlarda rastlandığına dikkat çekiyor.
“İçe dönük bir aile yapısı ve derin bir çaresizlik olduğu, kendi gururlarını koruma gayreti içinde bulundukları görülüyor. Dış müdahaleye kapalılar” diyen Küçükparlak, soruşturma tamamlanıncaya kadar bunun bir toplu intihar mı yoksa “genişletilmiş intihar” mı olduğunun netlik kazanmayacağına dikkat çekiyor.
“Dördü ortaklaşa bir karar vererek mi aldılar toplu intihar kararını, yoksa ailenin bakımını üstlenen kişi, kendisinden sonra diğerlerinin hayatlarını sürdüremeyeceğini düşünerek mi onların da kendisiyle birlikte ölmesine karar verdi?” diye soran Küçükparlak da yoksullara yardım mekanizmalarının şeklini eleştiriyor:
“Kamyonla kömür dağıtmak yerine o kömürü alabilecekleri bir kart veya kendi ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlayan bir ücret verilmesi, insanların gururlarını koruma ihtiyacına destek olur. Sosyal devletin olduğu bir toplumda insanlar hayatta kalabilecek miyim sorusunu sormazlar. Bu soru, özellikle bakım verdiği birileri varsa insanların üzerinde zorlayıcı etki doğuran bir şey.”
Uzmanlar ayrıca son dönemde her gün 6-7, bazen 10 tane ekmek alarak karınlarını doyurdukları tanık ifadelerinde görülen kardeşlerden birinin obez oluşunun, ekonomik koşulları sebebiyle öldüklerini kabul etmeyen bazı yorumları tetiklemesinin kutuplaştırıcı etki doğurduğunu ve empati duygusunu yaraladığını kaydediyorlar; zira şişmanlık sanılanın aksine fakirler arasında daha yaygın olabiliyor.
“Yoksul olarak ölmemek bir insan hakkı”
Türkiye’nin en büyük şehri İstanbul’un merkezinde yaşanan kardeşler intiharına dair euronews Türkçe’ye konuşan sosyal hizmet uzmanı Dr. Aziz Şeker ise, “Yoksul olmamak, yoksul olarak ölmemek bir insan hakkıdır. Yaşam koşullarına ve olanaklarına ulaşamamak insan hakları ihlalinden başka bir şey değildir” diyor.
“Yaşamı tüketerek gitmediler. Değer kaybetmiş bireyler hiç değillerdi. Yer aldıkları hayatta dışarıdan gelen zorlamaların payı çok daha fazlaydı. Yoksullukla gelen umutsuzluk, çaresizlik duygularına kimsesiz kalışları eklenince yaşama veda etmeye karar veriyorlar. Ben onların güçsüz olduklarına inanmıyorum. İçine düştükleri açmazların onları sürükledikleri sonu, doğru değerlendirmek gerekiyor” diye düşünüyor Şeker.
Şeker’e göre, bu olaydan ders çıkararak yasa yapıcıların, yerel yönetimlerin, sivil toplumun neden toplumun artık insanları bir arada tutamadığını, insanlara güven vermediğini, neden iyileştirici gücünü yitirdiğini de sorgulamaları gerekiyor:
“Nasıl bir duygu insanı kimsesiz ve yalnız hissettirebilecek kadar güçlü olabilir ki? Bu coğrafyada yaşayan bir yurttaş olarak kardeşler intiharının tanıklığını yaparken, farkında olmanın huzursuzluğunu yaşarken, geride kalanlara seslendiklerini hatta bir ödev bıraktıklarını düşünüyorum. Aksi takdirde her bir kardeşin varoluşsal meselelerini sorgulayarak kamuoyuna sunmak ve bir gündem oluşturmak geçici olur.”
Psikososyal ve ekonomik koşullar neler?
Şeker’e göre; bireyin yok oluşu, aslında yalnızca bireysel patolojilere indirgenemez, birey etik varlığıyla ancak toplumda var olabilir. Dahası intihar olgusunu psikososyal ve ekonomik koşulları içinde değerlendirmek gerekir.
“Türkiye’deki verilere geçmiş yıllara dönük bakıldığında yılda ortalama ölümle sonuçlanan intihar olgularının sayı olarak 3 bin ile 4 bin arasında yoğunlaştığını görüyoruz. Sosyal hizmetlerin kurumsal bağlamda yaygın olmadığı toplumlarda sosyal destek sistemleri işlevsel değildir. Sosyal hizmetin kurumsallaştığı, bireylerin sosyal-ekonomik ve psiko-kültürel gereksinimlerinin yeterince giderildiği toplumlarda intiharın hem insanlığa maliyeti hem de olabilme sıklığı düşer” diyor Şeker.
Bu açıdan, Şeker’e göre, intihara sürüklenen bireylerin açmazları, sosyal hizmetlerin bir hak olarak gözetildiği, adaletli, katılımcı, sosyal ve ekonomik destek olanakları kısıtlı olmayan toplumlarda rahatlıkla üstesinden gelinecek sorunlardır, çünkü bu tip sağlıklı toplumlarda birey kendini karşılaştığı sorunları çözen, değerli ve onurlu bir varlık olarak görür.
Dolayısıyla, intiharla mücadelede geleneksel toplumun “dayanışmacı” ruhuyla, çağdaş toplumun “birey özgürlüğüne saygı” anlayışını toplum temelli bir anlayışla bütünleştirebilmeyi, bu süreçten bir çıkış yolu olarak görüyor sosyal hizmet uzmanı Dr. Şeker.
Sosyal yardımlaşma uygulamalarını da sorunlu gören Şeker, bunun yoksulluğu sürdüren bir uygulamalar bütünü olduğu konusunda eleştiri getiriyor:
“Sosyal yardım, bir hayat kurmuyor. Her geçen yıl buna ihtiyaç duyanların sayısı artıyorsa, sorunun kökenlerini ekonomik politikalarda biraz görmek gerekiyor. Sosyal yardım, yoksullukla mücadelede kalıcı çözümler barındırmaz. Yoksulluk mücadelede bizim yönetimimizin de imzaladığı, Avrupa Sosyal Şartı’nın özellikle 13. ve 14. maddelerini gözeterek bu alanda “hak” temelli bu kurumsallaşmasının sağlanması gerekiyor.”