Biz Sadece Kuru-Bir Selam Vermiştik
Didim sahillerinde kitap satan genç bir kadınla, beraber gezdiğim grup arasında, ‘’sattığınız kitapları okudunuz mu?’’ iddiası yapılmıştı. Genç kadın, bütün kitapları okuduğunu ispatlayarak, grup halinde denize atlamamıza neden oldu. Yıllar sonra, aynı içerikli şaşkınlığı Viyana’da bir kuruyemişçide yaşadım. Bir kuruyemiş satıcısının bizlere öğrettiklerini kaleme aldım.
Adem Çetin
Güneş artık daha erken batıyordu. Öğlen güneşinde yaşanan sıcaklığa aldananlar, kısa kollu yazdan kalma giysileriyle dışarı çıkıyor, öğleden sonra ise üşümeye başlıyorlar. Çocukken böyle hava koşullarına ‘kandırıkcı’ hava derdik. Zaten toplu grip hastaları da kandırıkcı hava koşullarının ürünüdür.
Böyle bir günde, virgül-den bir sayfa yöneticisiyle, Virgül-ün Almanca dilinde sürekli yayın yapma konusu üzerinde, 10. Viyana sokaklarında dolaşmaktaydık. Arkadaşım, kandırıkcı hava koşullarına kanmış ve ceketini arabasında bırakmıştı.
‘’Üşüdüm, araca doğru yürüyelim ve ceketimi alayım’’ dedi ve aracını park ettiği, 10. Viyana Bölgesi Laubeplatz 11 numaralı binanın ünündeki aracına ulaştık.
Araçtan ceketi alırken, önüne park ettiğimiz dükkandan birilerinin Türkçe konuşmasını duymamızla, irademizin dışında ilgimiz o yüne çevrildi.
Dışarıya asılan tabelalardan anlaşıldığı üzere, bir kuruyemiş satıcısıydı.
Eşi Avusturyalı olan arkadaşım, eşinin lokum ve kuruyemişi çok sevdiğini söylemesiyle kuruyemişçiye girdik.
İki kişiydik, birimiz her ürünün tadına bakıyor, diğerimiz küçük küpler haline getirilmiş renkli lokumlara bakarak çocukluğunu düşüyordu.
Satıcı, ‘’lokumla aranız nasıl, tatmak ister misiniz?’’ diye sordu. Çok kahve içtiğimi düşünerek-kibarca reddettim.
Oysa çocukken, Menderes Caddesinde (İzmir-Buca) her önünden geçtikçe yüz gram, kimi zaman bir iki tane bedava lokum aldığım, Tuğba Kuruyemiş’çinin lokumlarına ne kadar benziyordu.
Bir an dile getirdim düşündüklerimi-kuruyemişçinin, ismini sarf ettiğim kuruyemişçiyi tanıma ihtimali vermeden.
Evet dedi! İzmir’de çok şubesi var onların, hatta Ege Bölgesi’nin bir çok alanında şubeleri bulunmakta dedi.
Kuruyemişçinin yaptığı işi özümsediğini fark etmem uzun sürmedi… Koyu bir sohbetin başında olduğumu hissettim.
Bilgi Okyanus-Biz Damla
Bu güne kadar elime gecen her yazıyı okurum. Ama o gün tekrardan anladım ki, bilgi bir okyanus, bizler o okyanustan damlarlar halinde yararlanıyoruz.
İşletme sahibi bize, kuruyemişler hakkında bilgi veriyor, hikayeleri anlatıyor buda yetmiyormuş gibi, kaynak gösteriyor. Gazetecilikte kaynak göstermek, aslında zorunluluk ve ahlaki bir gerekçedir. Lakin günümüzde kaynak göstermek o kadar az yapılıyor ki, artık kaynak göstermek ‘erdemlik’ sayılır hale geldi.
Kuruyemişçi bize anlattığı her bilginin doğruluğunu teyit etmek için, ‘’Kuruyemiş Ansiklopedisi’’ni kaynak gösterdi.
Park ettiğimiz araçtan ceket almaya gitmemizin ve lokum veya kuruyemiş almak istememizin önüne gecen bu davranış, bize, kuruyemişçinin yaptığı işe olan saygısına, saygı duymaktan başka bir şey bırakmadı.
Hava iyice kararmış, kuruyemişçinin ortağı gelmişti. Diğer ortağın gelmesiyle söyleşimiz evrensel boyut kazanmış, artık felsefe, sanat konuşur hale gelmiştik.
‘’Kuruyemiş Ansiklopedisi’’nden sonradan öğrendiğim, kuruyemiş deyince akla ilk gelen, belki bir atıştırmalık bir el alışkanlığı, belki bir tatlının süsünde kullanılması veya düğünlerde davetlilerin sıkılmaması için önlerine konan bir aperatif bir şey olmadığı.
Kuruyemiş, pop müzikten arabeske, edebiyattan bale ve tiyatroya, çok sayıda deyim, atasözü, bilmecelere, film seyrederken yenmesine ve güzel hoş insanlara edilen iltifatlara kadar uzanan çok kültürlü bir dokuya sahip olduğu yazmakta, Kuruyemiş Ansiklopedisi.
Yaptığım araştırmalardan birinde, Ansiklopedi için şu ifadeler kullanılmakta; Ansiklopedi, yemek tariflerinden mitolojik hikayelere, çocuk oyunlarından tarihi anekdotlara kuruyemişin yüzyıllar süren yolculuğuna tanıklık etmeyi sağlıyor.
Sıkça referans verilen Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nden, 17. yüzyılda sadece İstanbul’da binin üzerinde yemişçi dükkanı olduğunu öğreniyoruz örneğin.
1930‘larda Beyazıt’ta bir Leblebiciler Çarşısı bulunduğunu da. Ansiklopedi’nin “Leblebiciler Çarşısı” maddesinde, dönemin ünlü gazetecilerinden Hikmet Feridun’un bir yazısına yer veriliyor.
Feridun çarşıdan geçerken esnafın keyfinin yerinde olduğunu gözlemleyip “İşte dünya buhranından müteessir olmayan ticaret” diye düşünüyor.
Aralarında geçen diyalogda, leblebinin nasıl hayat kurtardığını bir esnaf şöyle özetliyor: “Ne şaşıyon? Leblebiyi eğlencelik diye satarlar, hiç duymadın mı ki?
Darlık zamanında sıkıntısını yoh etmek isteyenler leblebiye el atarlar… Canın sıhıldı mı irahi içmez misin? Cara içmez misin? İşte leblebi de öyledir.”
İşine bu kadar önem gösteren ve sattığı ürün hakkında bilimsel bir araştırma yapan esnafa saygı duymaktan başka bir şey gelmedi elimizden. Zira işine ve sattığı ürüne saygı duyan esnaf, dolayısıyla müşteriye yani bize saygı duymuş olmakta.
Bütün bu ansiklopedik bilgiler dışında, kuruyemişleri gerçekten çok taze ve lezzetli olduğunun garantisini, iki editör olarak verebiliriz.
Peki Bu Yazıyı Neden Kaleme Aldım?
Her şeyden önce reklam içerdiği doğrudur. Bunu bilerek ve isteyerek hiçbir karşılık gözetmeden yapıyoruz. Daha öncede bazı esnafımızın, esnafımızın haberi olmadan işletmesini ve hizmetini beğendiğimiz için yazmışlığımız olmuştu.
Vermek istediğimiz mesaj, yapılan işi, para odaklı değil de, hizmet odaklı yapılması, dolayısıyla o iş hakkında tecrübe edinilmesi daha sağlıklı işletmelerin çoğalmasını tetikler.
Bu gelişme, bizlere daha kaliteli bir hizmet olarak geri döner.
Ayrıca, entelektüel esnaflarımızın olması bizleri gururlandıracağı gibi, onlara her türlü destek vereceğimizin de buradan mesajını vermek isteriz.
Efendim, yolunuz düşer de, bir kuruyemiş ve birde kuru selam verirseniz, bu yazıyı neden kaleme aldığımı çok iyi anlayacaksınız./virgül