Irkçılık ve Sosyal Tutumlar
İnsanın biyolojik varoluşunda yani hayat da kalmak için temel ihtiyaçların giderilmesi koşulunun olması ırkçılığın algılanmasında gerçek kaynakların görülmesini engeller.
Çetin Alkan
Ekonomik ve politik bir sistem olarak kapitalizmin ideolojisini temel alan sosyal bilimciler dünyadaki insan kültürlerini ‘ırk’ kavramı ile açıklamışlardır.
Irk kavramı bilim dünyasında antropoloji ve sosyoloji gibi sosyal bilim disiplinlerinde, insanların yaşadıkları fiziksel coğrafyalar, renkleri, kültürleri ve zeka düzeyleri bir bütün olarak dikkate alınarak değerlendirilmiş ve ‘’ırklar ’’görüşü ortaya atılmıştır.
Darwin ‘Türlerin Kökeni’ konulu araştırmasında ise evrim teorisinin daha sonra da sosyolojiye ‘sosyo biyoloji’ olarak uygulanmasının tarihsel temellerini atmıştır.
Irk görüşü genel anlamıyla bilimsel açıdan biyoloji ve genetik teorilere dayandırılmış olup ırkçılığın bilimsel ifadesi meşrulaştırılmıştır. İnsan kültürlerinin farklı olmasının insan ırkları olarak algılanmasında yine Darwin’in evrim teorisinin olumsuz etkileri bulunmaktadır.
Evrim teorisi 18. yüzyıl Avrupa’sında ırkçılığın kalbi olmuştur ve bu nedenle ırk teorilerinin (kuramlarının) temellerinde kapitalist sömürü anlayışı vardır. Kapitalizmin sınıflı toplum koşullarında sınıflar arası çatışmalar, ırksal ve etnik köken farklılıkları ile açıklanmıştır.
Sınıflı toplumların olduğu kapitalizmde ırkçılığın algılanmasında toplumsal tutumların oluşması bilincin sosyolojik gelişim sürecine, insanın kendisine yabancılaşmasına, dürtüsel bastırma (biyolojik varoluş) toplumda işbölümü adı altında uzmanlaşmanın ortaya çıkması ile başlamıştır.
Kapitalizmde, İnsanın toplumsal iletişimi, ilişkileri ve, üretim ilişkilerindeki rolü tek yönlü uzmanlaşma ve çok yönlü uzmanlaşma olarak değerlendirilir.
Darwin’in evrim teorisi bilimsel ırkçılığın bir yansımasıdır. 20.yüzyılın kapitalist dünyasında ırkçılık sadece insanların bio-fiziksel özelliklerine (örneğin vücut renklerine) göre yapılmamaktadır.
Irkçılık insanların sosyo-ekonomik statülerini de kapsayacak şekilde etki alanı genişlemiştir.
İnsanın bütünsel gelişimini engelleyen uzmanlaşma olgusu insanın bir objeyi, bir olayı veya fenomeni bütünsel degil parça düzeyinde algılamasına neden olur. Irkçılığın sosyal bir formlarından olan tek yönlü uzmanlaşma insanın sadece tek bir yönünün gelişmesine hizmet eder.
Çok yönlü uzmanlaşma ise insanı bütünsel gelişim açısından değerlendirir.
Irkçılığın sosyo psikolojik algılanmasında toplumda insan gücünün ‘’uzmanlaşma’ adı altında parçalanarak hem kendisine hem de toplumun diğer üyelerine yabancılaşmasına neden olmuştur.
Bu yüzden toplumda iş bölümünün yaratılması aslında insan gücünün bütünsellikten uzaklaştırılması, parçalanması insanların birbirlerini statü düzeyinde algılamaları ırkçılığın sosyal formlarını oluşturur.
Rollerin ve statülerin insanlara dayatıldığı kapitalist sistemde, ırkçılığın evrimleşip kurumsallaştırılması düşünce sisteminde tek doğrunun toplumu yöneten burjuva sınıfına ait olabileceği anlayışı işçi sınıfında, uzmanlaşma yalanı ile içselleştirilir. Bu durum ırkçılığa karsı sosyal tutumların oluşmasında algının merkezileştirilmesi olgusunu da beraberinde getirir.
Irkçılığın Algılanmasında Psikolojinin Rolü
Freud‘un dürtü sel (psikoloji literatüründe içgüdüsel bastırma olarak ifade edilmektedir) bastırma teorisi psikanalitik açıdan saldırgan davranışın açıklanması için kullanılmaktadır.
Psikanalitik görüşe göre dürtüsel olarak bastırılmış davranışın temelinde insanda bilinç dışı gelişen motivasyonel süreç vardır.
Bu süreç ise ırkçılığın sosyo-psikolojik değerlendirilmesinde ve algılanmasında seçiciliği de belirlemektedir. Dolayısıyla Freud bastırılmış içgüdüsel davranışı, kişilik gelişimini kapsayan libido(yaşam enerjisi) teorisi üzerinden açıklayarak insanlardaki saldırgan davranışın bilinç altındaki çatışmaların dışa yansıması olarak yorumlamıştır.
Fakat diğer yandan, Freud’un libido teorisi temelinde geliştirdiği psikanalitik bakış açısı, bireylerin toplumsal baskılardan dolayı dürtülerini sürekli bastırma durumunda kalmaları toplum-birey arasındaki çatışmaların temelini oluşturduğunu iddia etmektedir. Freud insanın bütünsel gelişimindeki toplum-bilinç diyalektiğini göz ardı etmiştir.
Her ne kadar bireyin davranışlarının ve çatışmalarının toplumsal etkileşim sonucunda oluştuğunu kabul etmiş olsa da bu düşüncesini bireysel davranış da ki değişimleri aile içindeki etkileşimlerle sınırlamıştır. Freud’un psikanalitik yaklaşımına göre birey, toplumda herhangi bir şekilde sosyal bir varlık konumuna sahip değildir. Diger bir deyişle insanın kişisel bütünlüğü toplumdan ayrı olarak gelişir.
Ancak Freud bu tezini ileri sürerken kendisiyle çelişmiştir. Bir yandan insandaki dürtüsel bastırmaların toplumsal baskıdan kaynaklandığını iddia ederken diğer yandan da insanın toplumdan ayrı olarak davranış ve düşünce formları geliştirdiğini açıklamıştır. Dolayısıyla Freud psikopolitik açıdan bastırılmış dürtüsel davranışın, toplum-bilinç diyalektiğinden ve insanın bütünsel gelişiminden nasıl etkileneceğini açıklayamamıştır.
Freud’un bastırılmış dürtüsel davranış görüşü, sınıflı bir toplum olarak kapitalist düzende insanın kendine olan yabancılaşmasını ve ırkçılığın algılanmasında sosyal tutumların nasıl şekillendiği konusunda yeterli kanıtlar sunamamaktadır.
Kapitalist psikolojinin değerlendirmelerine karşıt olarak Marksist psikolojinin ırkçılığın algılanmasında ve sosyal tutumların oluşmasında ekonomik ve politik olguların bireyin psikolojisini belirleyen faktörler olduğunu açıklar. İnsanların üretim araçları karsısında farklı statülere göre uzmanlaştırılmaları ırkçılığın algılanmasındaki bütünlüğü de parçalamaktadır.
Üretim ilişkilerinin negatif etkileri sosyal tutumlara yansır ve ırkçılığın kaynağının objektif olarak algılanmasında hedefte yön değişikliğine neden olur.
Örneğin bir fabrikada çalışan işçinin, işçi sınıfından olması, farklı bir kültürden olması ve işçi olmasından dolayı bir patron tarafından aşağı insan olarak yani köle olarak görülür. İşçinin ise patronun aşağılayıcı yaklaşımlarına gösterdiği psikolojik tepkiler sosyo politik ve sosyo kültürel açılardan yerinde bir tepkilerdir.
Freud’a göre fabrikada çalışan ve işçi sınıfından olan işçinin sosyo politik tepkileri, işçinin kendi ailesiyle olan çatışmalarının sonucu olarak görürken patronun davranısını ise sorunsuz bir toplumun oluşumuna hizmet eden bir birey davranısı olarak görür. Fakat isçi emeğinin karşılığın da ücret aldıgı için patronun davranışını sosyo kulturel ve ekonomik ırkçılık olarak değil iş disiplini olarak algılar.
Irkçılığın Algılanmasında Korku Ve Bilincin Rolü
Korku ezilenlerin kolektif bir bilinç kazanmasına neden olurken diğer yandan sosyal tutumlara bağlı olarak ezenle uzlaşmanın temellerini oluşturabilmektedir.
Toplumu yöneten burjuva sınıfının örgütlü formu olarak devlet(sistem) yönetmeye çalıştığı ezilenlere (işçi sınıfına) karşı biopsikolojik üstünlüğü olduğunu her defasında ‘toplumda egemen sınıfın düşüncesi de egemendir’ bakış açısı algılamaların odak noktası haline gelir.
Bu bakış açısı uzmanlaşma ve sosyal tutumlar arasındaki iç içe geçmiş etkileşimde belirgin bir şekilde kendisini ifade eder.
Çok kültürlü toplumlarda ırkçılığın algılanmasında ve sosyal tutumların oluşmasında etnik kültür farklılıkları birinci derecede etkileyen faktör olur. Etnik kültürlerdeki homojenlik ve hetorajenik yapılanmada sosyal tutumların bireysel veya kolektif düzeyde oluşmasında ırkçılığın algılanmasında belirleyici olur.
Eğer bir etnik kültürde heterojenik bir oluşum varsa ırkçılık bireysel düzeyde algılanır ve bu süreç de bireysel korkular ve belirsizlikler toplumu yöneten burjuva sınıfının baskıcı politikalarıyla uzlaşmaya yol açar. Etnik kültürlerde ırkçılığın sosyal formu olarak uzmanlaşma daha çok etkileyici olur.
Bunun nedeni ise uzmanlaşma olgusunun aynı etnik kültürde diğer bireylerde yarattığı aşağılık kompleksidir. Örneğin mühendis veya sosyolog birisi etnik kültürel topluluk da bir üstün konum yaratır ve aynı etnik grubun diğer üyeleri bu sosyolog veya mühendise karşı aşağılık kompleksi ile yaklaşır.
Aynı etnik grup da tek yönlü uzmanlaşmanın ezilenlerde yarattığı aşağılık kompleksi ırkçılığın kurumsallaşmış düzeyini gösterir. Bu sürecin oluşumu toplumda insanın bütün olmaktan çıkartılıp parçalanarak parça ilişkilerinin oluşmasında yatmaktadır.
Bireyselci ve heterojen yapıya sahip etnik gruplarda unvan sahibi olmak bireye yaşama güvencesi ve üstünlük sağlıyor gibi görünse de aynı bireyin kendi toplumuna yabancılaşmasını da beraberinde getirir.
Irkçılığın algılanmasında sosyal tutumları etkileyen diğer bir faktör olarak korku özellikle algılama sürecini negatif yönde etkili olur.
Irkçılığın sosyo psikolojik yansıması olarak köle psikolojisinin uzmanlaşma yoluyla toplumda içselleştirilmesi ve sosyal tutumların oluşumunda en önemli kaynaklardır. İnsanın doğası gereği biyolojik varoluş mücadelesi baskı altında olsa bile eğer psikolojik düzeyde ezilenler sınıfında bireyler kendilerini özgün düşünceler temelinde ifade edemiyorlarsa bu koşulda sosyal tutumlar ezenlerin beklentileri doğrultusunda oluşur.
Sonuç itibariyle insanın biyolojik varoluşunda yani hayatta kalmak için temel ihtiyaçların giderilmesi koşulunun olması ırkçılığın algılanmasında gerçek kaynakların görülmesini engeller.
Darwnin evrim teorisinde kalbi olan ırkçı bakış açısında sosyo biyolojik açıdan ezilenler güçsüz türler olarak görülmekte, toplum üzerinde egemen olan ezici sınıf ise güçlü türler olarak algılanmıştır.