19 Mayıs: Bağımlılık ilişkilerinin değil, bağımsızlık özleminin tarihi

”Şimdi mücadeleyi ilerletmek, güncellemek; demokratik ve bağımsız bir ülkeyi inşa etmek üzere sorumluluk alma zamanıdır.”

19 Mayıs: Bağımlılık ilişkilerinin değil, bağımsızlık özleminin tarihi

Ender Şiar ARGIN

Bugün 19 Mayıs, Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç tarihinin 100. yıl dönümü.

Türkiye halklarının ve gençliğinin antiemperyalist mücadelesinin en önemli tarihlerinden olan 19 Mayıs bu sene çok daha farklı bir bağlamda gündeme geliyor.

Öyle ki her yıl yurdun dört bir yanında düzenlenen 19 Mayıs programları bu sene 100. yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Samsun’daki törene yaptığı çağrıyla başkaca tartışmaları gündeme getirdi.

Bu tartışmalara geçmeden önce 19 Mayıs’ın tarihsel arka planını hatırlamakta fayda var.

20. yüzyılın başları dünyada kapitalizmin gelişimi ve sınıflar mücadelesinin seyri açısından oldukça hareketli yıllardı.

Büyük değişimlere ve dönüşümlere yol açan 20. yüzyıl başlarında Türkiye topraklarında da bir burjuva devriminin ayak sesleri geliyordu.

Osmanlı’nın son padişahı 2. Abdülhamit’in 30 yıllık istibdat dönemi, henüz gelişmekte olan burjuvazinin çeşitli siyasal kanatlarını harekete geçiriyor, Jön Türkler antidespotik ve özgürlükçü hareketleriyle istibdat döneminde öne çıkıyor, onların ‘devletçi’ klikleri de daha sonra İttihat ve Terakki’nin kadroları ve burjuvazinin temsilcileri olarak siyasal iktidara ortak oluyordu.  

Aynı yıllarda tüm dünyada önemli gelişmeler, değişimler ve altüst oluşlar meydana geliyordu.

24 Temmuz’da “meşrutiyet devrimi” vuku buluyor, siyasal iktidarın sınıf karakterinde önemli bir değişim meydana geliyor, Osmanlı otokrasisi iktidarı genç burjuvazi ile paylaşmak zorunda kalıyordu.

 

DÜNYANIN DURUMU VE EKİM DEVRİMİ
Ayrıca dünyada da burjuva devrimlerinin Avrupa’dan Asya’ya doğru yayılma sürecinin bir parçasıydı 1908 Devrimi.

Rusya’da 1905’te burjuvazi ‘anayasa’ talebiyle iktidardan pay istiyor, İran’da 1906’da meşrutiyet devrimi meydana geliyor, 1911’de uzun süren çatışmalarla Çin de görkemli bir burjuva devrimine sahne oluyor, son imparatorluk hanedanı devriliyordu.

Kapitalizm, emperyalizm denilen tekelci aşamaya doğru ilerliyor, meta üretimi ve ticaret belli bir gelişme seyri gösteriyordu. 

Sanayi Devrimi’yle büyüyen ham madde ve pazar ihtiyacı Avrupa ülkeleri arasında kimi çatışmalara-anlaşmazlıklara neden oluyordu.

1914’te başlayan 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı bütün dünyayı büyük bir ekonomik istikrarsızlık, yoksulluk ve açlık dönemine sürükleyecekti.

İttihat ve Terakki yönetimi Alman emperyalistleri ve generalleri ile olan ilişkilerinin baş ağrısını savaşın sonunda ağır bir yenilgiyle çekecekti.

Sarıkamış olayı, Ermeni Soykırımı gibi türlü trajedilere tanıklık eden Osmanlı toprakları Irak ve Filistin cephelerindeki yenilgilerle birlikte oldukça zor dönemler geçiriyordu.

Osmanlı’nın yanı başında 1917’de Ekim Devrimi ile Lenin önderliğinde Bolşevikler emperyalizmin gelişiminde büyük bir yarılmayı meydana getiriyordu.

2. Enternasyonal partilerinin sosyal-şovenist ihanetlerine rağmen Bolşevikler 1917’de Çarlık monarşisinin devrilmesiyle yetinmiyor, “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganıyla dünyanın ilk işçi devrimini gerçekleştiriyor ve tarihin akışına köklü biçimde müdahale ediyordu.

 

EMPERYALİST SAVAŞIN FATURASI
1918’de 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı bittiğinde Osmanlı’daki İttihat ve Terakki kadroları, emperyalistlerin bölüşüm planlarında işgal ve sömürgeleştirme tehlikesiyle karşı karşıyaydı.

Sevr ve Mondros ile kağıt üzerinde parçalara ayrılmış ve işgal edilmiş bir ülke, ağır ekonomik faturalarla savaşa girmenin cezasını çekiyordu.

Osmanlı devleti tarihten silinme tehdidiyle karşı karşıyaydı ve yeniden yapılanma planları, merkezi devlet bürokrasisini zorunlu olarak burjuvazinin kontrolüne bırakıyordu. Genç kapitalizmin bayraktarı tüccar sermayesi, ticaretin kontrolünü ele geçirmişti.

19 Mayıs 1919, tarih sahnesine hem eski devlet biçiminin ilgasıyla sonuçlanan burjuva politik devriminin hem de Türkiye halklarının antiemperyalist mücadelesinin başlangıcı olarak çıkıyordu.

Ulusal kurtuluş mücadelesine halkın geniş kesimleri ve özellikle gençlik kitleleri büyük bir coşkuyla katılıyor, bağımsızlık ve özgürlük özlemi antiemperyalist mücadelenin temel duygusu haline geliyordu.

İzmir’in Yunanistan egemenleri tarafından işgalini protesto etmek için üniversiteli gençler çeşitli eylemler örgütlüyor, kitlesel mitingler düzenliyordu.

Türkiye’nin sömürge ülke olmasına karşı mücadeleyi büyüten gençlik Kurtuluş Savaşı’nın hem örgütlenmesinde hem de sürdürülmesinde önemli roller alıyor, böylesine tarihsel bir dönemde üzerine düşen sorumluluğu almaktan çekinmiyordu.

 

NASIL BİR CUMHURİYET İNŞASI?
Cumhuriyetin kuruluşuyla sonuçlanan burjuva devrimi ‘cılız’ bir antiemperyalist niteliğe sahipti.

Çünkü cumhuriyetin inşa sürecinden itibaren burjuvazi, halk kesimlerinin ve gençliğin ihtiyaçlarına göre değil, yukarıdan örgütlenen devlet reformları ve ulus-devlet modeliyle ulusal sermayeyi güçlendirmeye yönelik adımlar atıyor, burjuvazinin üst kesimleri de emperyalistlerle iş birliğini ilerleterek tekelleşiyordu.

Türkiye’nin emperyalist devletlerle bağımlılık ilişkileri bu adımlarla güçleniyordu.

Türk büyük burjuvazisi egemen sınıf olarak, Türk ulusu da egemen ulus olarak örgütleniyor, Kürt ulusu başta olmak üzere ezilen ulusların temel hakları görmezden geliniyordu.

Devletin bürokratik ve askeri aygıtları toplumsal yaşamın her alanını etkisi altına alıyordu.

Kimi önemli kazanımlarına rağmen toplamda cumhuriyetin emekçi sınıfların ve gençliğin ihtiyaçlarını, özlemlerini bütünüyle karşıladığını söylemek doğru olmaz. Öyle ki gerçek laiklik sorunu bile cumhuriyet ile birlikte tamamen çözüme kavuşmamıştır.

Bir yandan hilafet kaldırılmış, ama öte yandan devlete bağlı bir Diyanet İşleri Bakanlığı kurulmuştur. Kurtuluş Savaşı’nda halkların gösterdiği kararlı katılıma ve desteğe rağmen, Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu yıllardan itibaren uluslararası sermayenin iş birlikçisi haline gelen tekelci burjuvazinin egemenliği altına girmiştir.

İzmir İktisat Kongresinde ana rengini veren ekonomik programlar, emekçilerin, halkların ve gençliğin taleplerini değil sermaye sınıflarının çıkarlarını gözetmiştir. Halkın ‘bağımsızlık’ isteğine ise giderek ‘daha fazla bağımlılık’ ilişkileri ile karşılık verilmiştir.

Cumhuriyet, elbette tarihsel olarak ileri bir adımdır, ancak çağ dışı bir sisteme karşı ileri bir adımın daima demokratik hak ve özgürlüklerin garantisi olmayacağının da kanıtıdır.

Çünkü iktidarda olan üretici sınıflar değil, tekelci burjuvazidir; haliyle cumhuriyet, ülkenin bütün kaynakları burjuvazinin ihtiyaçları temelinde, emekçi sınıfların ihtiyaçlarının ise karşısında kullanılarak inşa edilmiştir.

Bugün de “tek adam yönetimi” ve AKP’nin, cumhuriyetin kimi demokratik kazanımlarına yönelik saldırılarına karşı durmak önemlidir.

Ne var ki sadece mevcut cumhuriyetin korunmasına yönelik değil, daha da ileriye götürülmesine yönelik mücadele perspektifi, başka bir seçeneği mümkün kılar.

Ancak başka bir cumhuriyet için, halk egemenliğinin ve halk demokrasisinin, emekçilerin iktidarının ifadesi olacak bir cumhuriyet biçimi için mücadele, emekçi sınıflar ve gençliğin özlemlerine, taleplerine cevap verebilir.

 

BAĞIMLILIK İLİŞKİLERİ VE CUMHURİYET PROPAGANDASI
Günümüz Türkiye’sinde “tek adam rejimi”nin mevcut durumunu ve cumhuriyeti merkeze alan propagandasını anlamak önemlidir.

Öyle ki çeşitli dönemlerde antiemperyalist(!) görünümlü söylemlerle gündeme gelen “tek adam yönetimi”, cumhuriyet ve ulusal kurtuluş söylemini bu dönemde başka bir “titizlikle” ele alıyor.

Halkın özlemlerini görerek propagandasını güncellemeye çalışan iktidar, emperyalistlere, ülkenin bağımsızlığını tehdit eden kimi güçlere karşı sopa gösterir gibi yaparken, ülke hem ekonomik hem siyasi bağımlılık ilişkilerinin ağır tahribatını yaşıyor.

İktidar bloku, ekonomik krizin ağır etkisini yeni ekonomi programlarla hafifleteceğini söylerken faturayı işçilere, emekçilere kesiyor.

Gençlik kitleler halinde işsizliğe sürükleniyor. 31 Mart’ta iktidarın aldığı seçim yenilgisi de gidişatın ciddiyetini gösteriyor.

Öyle ki çalışma ve yaşam koşullarının giderek ağırlaşması, yoksullaşma, işsizlik ve hayat pahalılığın sürekli artması “tek adam yönetimi”nin atacağı adımlar açısından kimi daralmalara işaret ediyor.

Halkın artan hoşnutsuzluğuna ise çare bulunamıyor.

Öte yandan “rejimin korunması” ve “beka” söylemi altında sandığı ve ‘milli irade’yi yok sayan siyasal iktidar, yeni ‘meşruiyet’ krizlerine kapı açıyor.

Karşılaşılan her sorunda sorumluluğu dış güçlere, darbecilere, emperyalistlere yıkan “tek adam tek parti rejimi”, 19 Mayıs’ın 100. yılını da benzer politik argümanlarla ele alıyor.

Cumhuriyetin kimi demokratik kazanımlarına karşı gerçekleştirdikleri tasfiye hareketi, görünmez kılınmak isteniyor.

Emekçi sınıfların ve gençliğin 19 Mayıs’a, antiemperyalist mücadeleye ve cumhuriyete dair olumlu duyguları ise istismar edilmek isteniyor.

Muhafazakar tarihçiler ve hükümet yanlısı yazarlar “Cumhuriyeti seven Osmanlı’yı, Osmanlı’yı seven cumhuriyeti sever” gibi söylemlerle ulusal kurtuluş mücadelesini sahiplenmek ve Neoosmanlıcı hayallerin önünü açmak üzere cumhuriyet-Osmanlı arasında bir süreklilik ilişkisi kurmaya çalışıyor.

Sanki hükümet, cumhuriyetin en önemli kazanımlarına karşı bir tasfiyeye girişmemiş gibi “Cumhuriyet bizimdir” deniyor.

Yetmiyor, 19 Mayıs’ta başlayan kutlama programı 4 yıla yayılarak “Yeni Türkiye” hesaplarına uygun olarak “hedef 2023”e bağlanıyor. 

Elbette bu zincir “hedef 2053” ve “hedef 2071”e uzanan ve içinde fetih ve yayılma ideallerinin olduğu gerici bir platforma bağlanıyor.

 

BAĞIMSIZ VE DEMOKRATİK BİR ÜLKE İÇİN
Elbette gençlik kesimlerinin önemli bir bölümü sahneye çekilen propaganda perdesinin arkasındaki gerçekleri görüyor.

Zira Amerika ve batı emperyalizmiyle olan göbek bağı halkların ve gençliğin değil, ülkeyi yönetenlerin sorunudur.

Erdoğan ve tek adam rejimi ise emperyalistlerle kurulan bağları bırakalım kesmeyi; pragmatist politikalar ekseninde daha da ilerletmenin hesaplarını yapıyor.

Yani bağımlılık ilişkilerinden kaynaklı sorunlar büyüyor, çözülemeyecek hale geliyor.

Oysa 19 Mayıs, emperyalist odaklarla bağımlılık ilişkilerinin değil tam tersine Türkiye gençliğinin emperyalizm karşıtı, bağımsızlık özleminin tarihidir.

Gençlik kesimleri bugün de antiemperyalist duygularla, bağımsızlık ve özgürlük özlemiyle 19 Mayıs’ı ve ulusal kurtuluş mücadelesini sahipleniyor.

Türkiye’nin içerisinde bulunduğu sorunların ve gençliğin özlemlerinin; cumhuriyetin ilerletilmeye muhtaç kimi kazanımlarıyla olan bağını da unutmadan, emperyalist kuşatmanın karşısında demokratik ve tam bağımsız Türkiye mücadelesinden ve aynı zamanda emperyalizmin yerli iş birlikçileriyle olan mücadeleden geçtiğini hatırlatarak bitirelim.

Türkiye gençliğinin ve emekçi halklarının antiemperyalist mücadele mirası, AKP’nin ya da emperyalistlerin çeşitli kanatlarıyla flörtleşen kimi “ulusalcı” çevrelerin değil, esasta bizimdir.

Şimdi bu mücadeleyi ilerletmek, güncellemek; demokratik ve bağımsız bir ülkeyi inşa etmek üzere sorumluluk alma zamanıdır.

Yayınlama: 19.05.2019
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.