Kızıl Elma Viyana

Bir kadın kadar narin ve baş döndürücü
Bir aşk şarkısı kadar romantik
Bir gizemli mektup kadar anlaşılmaz
Belki de Viyana’yı en iyi anlatan miraslar bunlar.

Kızıl Elma Viyana

Kızıl elma Türk tarihinde, cihan hakimiyetini temsil eden bir sembol, bir ülküdür.

Oğuz Türkleri arasın da önemli bir yeri olan Kızıl Elma, Türklerin fethetmek istedikleri yer ve ulaşmak istedikleri idealdir. 

İstanbul, Roma ve  Viyana !
 

1683 deki II. Viyana Kuşatmasının üzerinden 324 yıl geçti. 

324 yıl önce İstanbul’dan  Nemceliler üzerine Bec kalesini kuşatmaya çıkan Türkler, acaba günümüzde  fethedemedikleri o Bec kalesinde, Nemceli  uyruğuna geçmiş yüz bine yakın Türkün yasayacağını düşünebilişleriydi?

Peki Viyana’da yasayan Türk kökenli Nemceliler 1529 ve 1683 te atalarının Viyana önlerine kadar neden geldiklerini ve neler yasadıklarını biliyorlar mı?
 

Günümüzde kim biliyor Çerkez dayının hikayesini, Avusturya’ da yasayan Türk çocuklarının sabah kahvaltısında yedikleri Kipfeli,  Anna Maria  adıyla 90 yaşında bir Manastırda ölen Paşa kızı Fatma’yı veya Viyana’nın her kösesindeki Türk izlerini? 

Düzenli Türk ordularının batı da en son ulaştıkları nokta olan Kahlenberg tepesinde yaşananların, bir imparatorluğun gerileme, diğerinin yükselmesinin nedenleri olduğunu?
 
Kendi deyimleriyle Österreich, bizdeki anlamıyla Doğu Avusturya İmparatorluğu.

Tarihte Türkleri durdurarak Avrupa’yı Türk istilasından korumakla övünen, ayni bizim gibi büyük bir imparatorluktan parçalanarak küçülen bir ülke.

1683 ten yüzyıllar sonra Türkleri Avrupa kapılarında bir kez daha durduracaklarını söyleyen Avusturya.
 

Günümüzden 60 yıl önce yaşanan ll. Dünya savaşı Avusturya ve Viyana da çok büyük yıkımlara sebep olmuştu. 

Bundan fazla değil 60 yıl önceki bu büyük yıkımın izlerini günümüzde göremeyiz ama bundan  324 yıl önceki Türklerin Viyana kuşatmasının izlerini basta Viyana olmak üzere, Avusturya’nın bir çok yerinde görmek mümkündür.

Kısaca Avusturya’yı tanımak istersek, tarihte imparatorluk olarak Macaristan ile beraber adı anılan Avusturya, Avrupa arenasına 1. ve 2. Dünya Savaşı’nın bedellerini en ağır şekilde ödeyen devletlerden biri olarak çıktı.

İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler tarafından 1938’de Almanya sınırlarına dahil edildi.

Savaş sonunda Almanya’nın yenilmesi ile Avusturya; ABD, Rusya, İngiltere ve Fransa tarafından işgal edildi.

1955’te bu devletlerle bir antlaşma yapıldı. Buna göre Avusturya hiçbir devletle birlik kuramayacak ve herhangi siyasi bir bloka dahil olamayacaktı.

(Tabii bu antlaşma AB’ye girerken sorun oldu ama bunu çözdüler.)

Bu şartlarla bugünkü Avusturya Cumhuriyeti kurulmuş oldu. 
 

1995 yılına kadar ekonomisini ve yasalarını AB’ye uyarlayan Avusturya 1995 yılında Finlandiya ve İsveç’le birlikte AB’ye katıldı.

( Tabii ki; tarihsel ve coğrafi komşusu Almanya’nın büyük desteğini arkasına alarak.) 
 
 
 
Viyana’da çok sayıda Türk yaşıyor. Bunlar, sadece “misafir işçiler” değil; üniversite eğitimi için bu kente gelip yaşamını burada kuranların yanısıra, Türkiye’ye ait üç elçilikte ve Birleşmiş Milletler merkezinde görev yapan Türkler de var.

Bugün Viyana’da sebze-meyve pazarlarından dönercilere kadar, birçok yerde Türk kültürünün izlerine rastlamak mümkün..

Viyana, nüfusu bir buçuk milyon olmasına rağmen, bir dünya metropolü olarak kabul edilebilir.

Tarihin akışı içinde bu güzel şehir, daima çeşitli milletlerin erime potası olagelmiştir.

Gerçek Viyanalı, Slav olduğu kadar Macar, İtalyan, Alman, Yahudi, hatta Türk kanı taşır; çünkü Osmanlı İmparatorluğu’yla yapılan savaşlarda esir alınanlar, genellikle Katolikliğe geçmiş ve bir Avusturyalı gibi yaşamaya başlamışlardır..

1683 yılındaki ikinci Viyana kuşatmasından sonraki yıllarda Osmanlılar, Avusturyalılar açısından İmparatorluğun tehlikeli düşmanı olarak algılanmaktan çıkarak, egzotik, hoş bir kültürün sahipleri olarak görülmeye başlandılar.

Besteciler, Türk müziğinden etkilendiler, ressamlar Türk giysileri içinde kadın ve erkek figürleri çizmeye başladılar.

Bu akımın belki de en ilginç örnekleri 1740-1780 yıllarında tahtta kalan Avusturya İmparatoriçesi Maria Terasa’ya ait ve onu Türk giysileri içinde tasvir eden, özel bir yöntemle yapılmış baskı resimlerdir.

Bu resimler halen Avusturya Ulusal Müzesi arşivlerinde saklanıyor. Yazarlar, şairler öykülerinde, şiirlerinde, tiyatro eserlerinde “Türk öğesini” kullanmaya başladılar.

Başlarda bu eserlerde “Türk” pek konuşkan olmayan bir karakter olarak resmedilirken, zamanla Avusturyalı/Avrupalı karakterlerle karşılaştırıldığında bilge, zarif ve nüktedan bir karaktere evrildi.

Bu konuda en tanınmış örnek Mozart tarafından 1781 yılında bestelenen “Saraydan Kız Kaçırma” adlı operadır. Mozart bu eseri bestelediğinde Viyana’da “Milchgasse 11 Petersplatz 1” adresinde yaşıyordu.

Ayrıca, ünlü Gmundener seramiklerinde de Türk motifleri bulabilirsiniz.

19. yüzyılda, 1867 yılında Osmanlı ve Avusturya-Macaristan imparatorluklarının ortak ilişkilerinin tarihinde ilk kez olmak üzere, 32. Osmanlı Padişahı Abdülaziz Han, Avusturya’ya dostane bir ziyarette bulundu.

Abdülaziz Han bu ziyareti esnasında, İmparator Franz Joseph tarafından ağırlandı ve Viyanalılar sultanın bu ziyaretiyle çok yakından ilgilendiler.

Birinci Dünya Savaşı esnasında Avusturya-Macaristan, Osmanlı, Almanya ve Bulgaristan müttefik olarak aynı safta yer aldı.

Bu yıllarda Atatürk iki kere Viyana’yı ziyaret etti.

İlk ziyaretinde, gelecekte VI. Mehmet adıyla tahta geçecek olan veliaht prens Vahideddin ile geldiği Viyana’yı, ikincisinde sağlık nedeniyle ziyaret edecekti.

Sonradan modern Türkiye’nin kurucusu olacak bu genç subay, 1918 yılındaki ikinci ziyaretinde Viyana’daki Cottage Sanatoryumu’nda tedavi görecek, ardından Karlsbad’a geçerek tedavisine orada devam edecekti. Bu sanatoryum İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra varlığını sürdüremedi. Bugün okul binası olarak hizmet veriyor. Bu iki ülkenin çok geniş bir sürece yayılan kapsamlı ilişkileri, Viyana’nın her köşesinde öylesine çok iz bırakmıştır ki; eğer “Viyana’nın Türk yüzünü” keşfe çıkalım derseniz, en azından bir haftanızı gözden çıkarmalısınız.

Tüm bunların içinde hiç şüphesiz en çok iki kuşatmanın bıraktığı izler öne çıkar.

Kuşatmanın izlerine en güzel örnek olarak, belki de Heidenschuss’taki hançerli Türk Atlısı Anıtı’nı verebiliriz.

Viyana’daki bu anıtın öyküsü olarak çeşitli efsaneler anlatılır ve esas olarak iki ayrı hikaye göze çarpar.

Birincisi Türk kahramana ait Türklerin anlattığı hikaye, 1665 yılında Viyana’yı ziyaret eden Evliya Çelebi tarafından anlatılır.

Evliya Çelebi’nin aktardıklarına göre, bu anıtta tasvir edilen kişi Birinci Viyana Kuşatması esnasında Avusturyalılara karşı dövüşen ve burada şehit düşen “Çerkez Dayı” isminde bir Osmanlı savaşçısıdır.

Bu Türk askerin kahramanlığı İmparator Ferdinand’ın kulağına kadar gitmiş, O’da bu kahraman askerle atını mumyalatarak daha önce bahsedilen yerde korumaya almıştır.

Daha sonra bu yere Çerkez Dayı’nın hatırasını yaşatmak amacıyla, Türkler tarafından çizilen Viyana haritalarında “Çerkez Meydanı” denmeye başlanmıştır.

İkinci hikaye olarak Avusturyalılar, söz konusu anıtın Heidenschuss’a yönelik bir Osmanlı saldırısını başarı ile püskürtmelerinin anısına dikildiğini anlatırlar. 

Viyana’nın en bilinen sembollerinden St. Stephan Katedrali’nin kubbesinde de Türk varlığını hatırlatan izler bulmak mümkündür.

17. yüzyılın sonlarına kadar katedralin sivri kulesinin ucunda, oraya 1529 yılında yerleştirilen ay-yıldız figürü duruyordu.

Bu sebeple insanlar -sadece Avusturyalılar değil, aynı zamanda Türkler de- bu duruma bir açıklama getirmeye çalıştılar.

Evliya Çelebi’ye göre Sultan Süleyman şehri kuşatma altına almak için 1529 yılında buraya geldiğinde, surların ardında azametle yükselen St. Stephan’ın 137 metrelik güzel kulesini görür.

Şehri aldığında, kolayca minareye dönüştürülebileceği için, verdiği ilk emirlerden biri kesinlikle bu kiliseye zarar verilmemesidir.

Nasıl dedesi Fatih İstanbul’u alıp Ayasofya’da ilk Cuma namazını kıldıysa O’da ilk Cuma namazını bu kilisede kılacaktır.

Kuşatma kalktıktan sonra, Kanuni kilisenin en yüksek kulesine asılmak üzere som altından bir ay yıldız gönderir.

İslam kaynakları Sultan Süleyman’ın, kulenin tepesine konması için bu altın ay-yıldızı (muhtemelen kuşatmayı kaldırma şartı olarak) İmparator Ferdinand’a göndermiş; O’da buna uyarak, altın ay-yıldızı kulenin tepesine taktırmıştı.

Avusturyalılara göre ise bu ay-yıldız, Sultan Süleyman’ın Viyana’yı alamayışını hep hatırlatmak ve Türkleri iğnelemek için kuleye takılmıştı.

1680’lerin sonunda bu ay-yıldızın yerine haç takıldı.

Yerinden sökülen bu nadide parça Karlsplatz’daki Viyana Şehir Tarih Müzesi’nde hâlâ görülebilir.

Viyana’daki Türk varlığının belki de en güzel, ama en az bilinen izleri 14. bölgedeki Hadersdorfer Türkensteine adlı işlemeli taşlardır.

Adreslerini işaret eden bir levha konulmadığı için, onları bulmak pek kolay değil.

Dünyaca ünlü General Gideon Loudon, Belgrad’ı 1789 yılında Osmanlılardan geri aldığında, bu zaferinin nişanesi olarak çeşitli Osmanlı eserlerini sökerek Viyana’ya getirmiş bu “savaş ganimetleri” Hadersdorf’ta 14. bölgede, daha önceden Loudon’a ait olan, şimdi ise Viyana Belediyesi’nin mülkiyetine geçmiş bir alandaki generalin mezarında ziyaret edilebilir.

“Türk Viyana’nın” en yeni izlerinden biri, Türkiye Büyükelçisi Ayhan Kamel tarafından Avusturyalılara 1991 yılında hediye edilen çeşmedir.

Bu çeşme 18. Bölge’de Türklerin hem birinci, hem de ikinci kuşatma esnasında, Avusturyalıların olası baskınlarından korunabilmek amacıyla kazdıkları siperlerin bulunduğu tarihî bir alanda yaptırılan, Türkenschanzpark’da (Türk Siperleri) yer alır. Çeşmenin adı Yunus Emre Çeşmesi (Brunnen)’dir.
 
Türkiye, Avrupa’dan nasıl görünüyor? Sokaktaki Avrupalı bizi nasıl tanıyor? Hakkımızda ne biliyor? Avrupa’nın kafasında nasıl bir Türk imajı var? Avrupalılar, Türklerle içiçe yaşamaktan neden çekiniyor?
 
 Avrupa’daki Türk imajını araştırdığımızdaysa, karşımıza yaklaşık 500 yıl öncesine dayanan önyargılar, yanlış anlamalar ve hatta nefret duygularıyla çizilmiş bir resim çıkıyor.
 
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa komutasındaki dev Osmanlı Ordusu’nun 14 Temmuz 1683’te başlayan Viyana kuşatması, yaklaşık 2 ay sürdü.

Kara Mustafa Paşa şehirdekilerin pes etmesini beklerken, Avusturya Kralı bu sırada kendisine yeni müttefikler ve tabii yeni askerler buldu.

Sonunda, karşı saldırıyla Osmanlı Ordusu 12 Eylül 1683’te geri püskürtüldü. O güne kadar tüm Avrupalıların korkulu rüyası haline gelen Osmanlı Ordusunun yenilmesi, Avrupalıları cesaretlendirdi.

Karşı saldırı başladı. Şimdiye kadar bu denli büyük bir yenilgi almayan Osmanlı Devleti, bu olaydan sonra Avrupa’daki ve hatta Balkanlardaki önemli kalelerini kaybetti. İmparatorluk, artık gerileme dönemine girdi.
 
İkinci Viyana kuşatmasından sonra, Avrupa’daki Türk imajı da değişti. Daha önce, çok güçlü görülen ve çok korkulan Osmanlı Ordusu artık yenilmişti. 

Bundan sonra, Türkler aşağılanmaya ve hatta çoğu zaman şeytanla eş tutulmaya başlandı. Avusturya’da ve orta Avrupa’da, 19.yüzyılın sonlarına kadar kiliselerin, evlerin ve çeşmelerin üzerine, tahtadan yontulmuş Türk kafaları asıldı.

Bu korkunç sembollerin o mekanı şeytandan ve diğer kötülüklerden koruduğuna inanılırdı. Osmanlılar ya da Türkler hakkında kökleri tarihin derinliklerine kadar dayanan önyargılar bunlarla da kalmıyor.

Burada, Viyana’daki etnografya müzesinde bulunan başka örnekler aslında 17. Ve 18. Yüzyılda Avrupalıların Türklere baskısının ne kadar vahşileşebileceğini de gösteriyor.

İşte, örneğin buradaki bu porselen kupalara biraz daha yakından bakınca dehşet verici bir manzarayla karşılaşıyorsunuz.
 
1683’teki Viyana kuşatmasından 4 yıl sonra; 1687’de imal edilen bu şarap kabinin üzerinde, Avusturya İmparatorluğunu simgeleyen kartalın bir Yeniçeriyi yenip kafasını koparması resmedilmiş.

Diğer kupadaysa, çok daha vahşi bir çizim var.

Elindeki uzun mızrakla bir Türk kafasına saldıran Avusturyalı bir asker.

Aynı olayın 17. ve 18. Yüzyıllarda Türklere karşı nefreti pompalamak için nasıl kullanıldığını gösteren bir başka örnek.

1780 tarihli bu tablonun ressamı bilinmiyor.

Burada, o dönemde Avusturyalıların ve Avrupalıların, Türklerin kafalarını sembolize eden maketleri kazıkların üzerine takip oyun oynadıklarını ve eğlendiklerini görüyorsunuz. Bu oyunun adıysa gerçekten dehşet verici.

Almanca adıyla: “Türkenkopfstechen”. Yani, “Türk kafasını şişleme oyunu”
 
Nihayet önyargıların nasıl olup ta tarihe mal olabileceğini gösteren bir başka örnek de burada.

Bu tablo, 18. Yüzyıl başlarında, Avusturya’da o zamanki adıyla “Stirya” denen yerdeki köylülerin gözünden Avrupa’da yaşayan milletlerin giyimlerini, kuşamlarını, davranışlarını ve hatta milli karakterlerini gösteriyor. O yüzden de bu tabloya “halklar tablosu” deniyor.)
Tabloda, sırasıyla İspanyol, Fransız, Galli, Alman, İngiliz, İsveçli, Polonyalı, Macar, Rus ve Türk resimleri yer alıyor.

Altlarında da her birinin milli karakter özellikleri sıralanmış. İlk sırada İspanyol karakterinin yerelması ve her yönüyle övülmesi tesadüf değil.

Katolik Avusturyalıların Avrupa’daki büyük ağabeyleri sayılan Katolik İspanya krallığı, Avusturya köylülerinin gözünde akıllı, zeki, cesur, güçlü ve soylu bir görüntüye sahip.
 
Tablonun en sonunda yer alan Türk’e gelince.

Her şeyden önce, bu bölümde “Türk ve Yunanlı” ibaresi yer alıyor ki bu o dönemde Avusturyalıların Türk’ü de Yunanlıyı da aynı gördüklerini gösteriyor.

Türkün milli karakter özelliklerine gelince: Nisan havası gibi değişken; üstün zekalı ama şeytanca hareket eden; kadın gibi giyinen, her an hainlik yapmaya müsait; savaşmayı bilmeyen bir insan olarak tasvir ediliyor.

Türklerin övülen tek değeriyse “dünya güzeli” diye nitelenen ülkeleri. En belirgin özelikleriyse hayatlarını dolandırıcılıkla geçirmeleri. Tabii, tüm önyargılar gibi bunlar da son derece tutucu ve akıl dışı.  Daha da önemlisi hepsi de tarihi olayların izlerini taşıyor.
 
 
 Din Avusturyalılar için önemli bir işaret
 
Aslında halihazırda, Avrupalıların Türkiye’ye ve Türklere bakışını en çok etkileyen unsurların başında İslamiyet geliyor.

Kökleri taa İkinci Viyana Kuşatması’na dayanan; günümüzde 11 Eylül olaylarıyla ve El-Kaide terörüyle iyice artan “İslam korkusu” Avrupalıların kafasındaki Türk imajını da etkiliyor.
Özellikle, çoğunluğu Katolik Hıristiyan olan Avusturyalılardaysa bu korku daha derin izler açıyor. Avusturya Halkının kafasındaki Türk imajının vazgeçilmez unsurlarından biri İslam.

Türkiye’yle tam üyelik müzakerelerine başlama konusunda yaşanan tartışmalarda bile bu “Müslüman Türk” imajını görmek mümkün.

Örneğin, Salzburger Nachrichten Gazetesi’nin 25-26 Eylül sayısında manşette verilen  bu karikatürde şalvarlı, fesli ve hançerli bir Türkün, tıpkı bundan 300 küsur yıl önce Viyana önlerindeki gibi çadırlarını kurduğu ve Osmanlı döneminde İslam’ın sembolü sayılan Hilal’i, AB Bayrağına yerleştirdiği görülüyor. 

“Türkiye’ye şans tanımak”  başlıklı haberde karikatürün kösesindeki küçük yazıysa aslında her şeyi özetliyor: “Yoo, hayır, yine mi”
 
 
Viyana sokaklarındaki Türk imajına baktığınızdaysa, Müslümanlığın çoğunlukla türbanlı ve pardösülü Türk Kadınlarıyla özdeşleştirildiğini  görüyorsunuz.
 
sadece savaşlar ya da din yok Türk imajında. Bazı kültürel unsurlar da var Avusturya’ya Türklerin getirdiği  ama maalesef hiç bir kimsenin bilgisi yok.
 
İkinci Viyana Kuşatması sırasında Avusturya Kralı Leopold’un casuslarından biri olan George Franz Koltschitzky, bozguna uğrayıp geri çekilen Osmanlı askerlerinin mevzilerinde kahve çuvalları bulmuş. Yeniçerilerin cephede uyanık kalmak için içtiği kahveyi Viyana’ya getirip, tıpkı Türklerin yaptığı gibi  hazırlayıp krala sunmuş.

İşte, Avusturyalılar ondan sonra da Türklerden aldıkları bu yeni  içeceği benimseyip geliştirmişler.

Ve sonuçta ortaya Viyana’nın meşhur kefelerinin vazgeçilmez içeceği olan 70 çeşit kahve çıkmış.
 
 
 Kamuoyu araştırmaları ne diyor?
 
Son yapılan kamuoyu yoklamaları Avusturya Halkının yüzde 85 nın Türkiye’nin AB’ye girmesine karşı olduğunu gösteriyor.

Bu oran, diğer AB ülkelerinin hepsinden fazla. Türkiye’yle ilgili kuşkuların ya da endişelerin de iki önemli nedeni var.

Birincisi, Türkiye’nin nüfusu ve bunun yaratacağı ekonomik sorunlar.

Diğeriyse bu 70 milyon insanın Avrupalılardan farklı olan inanç sistemleri; yani, İslamiyet tabii, bunların temelindeyse Avrupalıların kafasında yer etmiş olan Türk imajı bulunuyor..
 
Avusturya’da ve hatta Avrupa’da tarihi olayların etkisiyle kafalarda oluşan Türk imajı ya da klişeleri acaba günümüzde ne durumda?

Yani, 1683’te Osmanlıyı ya da Türkleri şalvarlı, fesli, saldırgan ve hatta uygarlıktan nasibini almamış Müslümanlar olarak algılayan Avusturyalılar acaba, Türkleri bugün nasıl görüyorlar.

Bunun için en iyisi, halihazırda Avusturya’da okutulan okul kitaplarına baktigimizda.

Günlük hayatin içinde ulaşım araçlarını kullanmak konusunda küçüklere eğitim vermek için hazırlanan bu çocuk kitabında halihazırda Avusturyalıların Türkleri nasıl gördükleri konusunda da önemli ipuçları var.
 
 
Burada daha kitabı açar açmaz günlük hayatin içindeki ilk Türk klişesiyle karsılaşıyorsunuz.

Manav muhakkak bıyıklı bir Türk ve adı da çoğunlukla Ali bir diğer sayfadaysa daha önemli bir klişe yer alıyor.

Tren istasyonundaki yolcular arasında tipik bir Türk ailesi de var.

Önde baba, tabii yine pala bıyıklı ve yanında oğlu. Onların arkasındaysa ailenin geri kalan üyeleri, anne ve kız çocuk geliyor.

Kadın kocasından mutlaka 2 adim geride yürüyor ve tabii başı örtülü.

Anne ve babanın ellerindeyse ağır bavullar ve hatta karton koliler var.
 
 
Avusturya tarihi, Avusturya vatandaşlarının belleklerine belli başlı olaylarla kazınmıştır.

Bunlar Ortaçağ koyu Katolik baskısı, büyük yangınlar, savaşlar ve 1529 ile 1683 yıllarında yaşanan Türk kuşatmalarıdır.

Türkler; merkezi ve Doğu Avrupa milletlerinde çoğunlukla çocuklarını kaçırıp yeniçeri ocağı için devşiren, eşlerini ve kızlarını kaçırıp hareme hapseden, akınlarla batı istikametine hem karadan, hem deniz ve Tuna Nehri’nden gelip soyup, öldürüp, çalan ve giden insanlar olarak nitelendirilirken, bu ülkelerde anneler pek yakın zamana kadar (ve belki de halen) çocuklarını ‘’Uyumazsan Türkler gelir, seni götürür’’ diye korkutup uyutmaya çalışırken, Avusturya bunlara ek olarak tarihini, Avrupa’yı ve Hristiyanlığı Türklerden kurtaran bir millet olma çerçevesine oturtmuş bir millettir

İki Türk kuşatmasının izlerini Avusturya’da her şehir ve kasabada izlemek mümkündür.

Bunlara ilişkin sayısız kitap yazılmış ve sanat eseri (efsane, şiir, şarkı, roman, heykel, resim, tiyatro, film) yaratılmıştır. En ücra kasaba, köy kilisesinde dahi bir tabela üzerinde ‘’Türkler …. yılında buraya gelmiş ve soymuş, katletmiş, yakmış ve yıkmıştır’’ yazısı görülebilir.

Viyana’da pek çok cadde ve meydanın ismi Türklerin adı kullanılarak türetilmiştir.

Pek çok bina duvarlarında yarı gömülü (çoğu suni olsa da) yuvarlak taş bilyalar Türk gülleleri olarak turist çekmektedir.

Şehir merkezindeki pek çoğu heykelde zafer kazanmış Avusturyalı komutan ayağı altında sarıklı bir Türk başı, yerde sürünen bir yeniçeri ve sancak gibi şeyler görülmektedir.

Pek çok sanat eserinde olduğu gibi askeri tarih müzesinde de Türklerle olan geçmiş yaşatılmaktadır.

Burada Türklerden ele geçirilen ganimetlerin yanı sıra, temsili pek çok resme de rastlanmaktadır.

Bu resimlerde Türkler sürekli zulmeden kişiler ve düşman modeli olarak hep çok çirkin, uzun bıyıklı, salyalı, iri gözlü olarak resmedilmişlerdir.

Tarihinde pek çok milletle savaşmış olan Avusturya için diğer savaştıkları milletler bu kadar söz konusu değilken, Türklere dair geçmişi sürekli canlı tutmak, koyu Katolik olan Avusturya halkının milli benliğine ve dinine bağlılığının bir göstergesi olmuştur./Mustafa  Küçüktekin Virgül.at

foto:virgül.at

Yayınlama: 23.09.2018
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.