Kameralar işçi kadınlara döndüğünde…

Sadece zorlukları ve kölelik koşullarında çalışmanın ezilmişliğini değil, mücadeleyle değiştirebilmenin zaferini de anlatan işçi filmleri…

Kameralar işçi kadınlara döndüğünde…

Geçmişten bugüne sinema camiasında kadın haklarına, kadınların çalışma koşullarına, cinsiyet ve ücret eşitsizliğine dikkat çeken onlarca film yapıldı.

Bu filmler ile bizler de kadınların karşı karşıya kaldıkları zorluklara ve mücadelelerine tanık olma şansını yakaladık.

Mayıs ayı gelmişken ve 1 Mayıs gibi önemli bir günü yeni kutlamışken, işçi kadınların çalışma koşullarını ve verdikleri mücadelelerle kazanımlarını anlatan birkaç filmi derledik.

Buyurun en eski olanından başlayalım…

 

Norma Rae (1979)

Crystal Lee Sutton adlı tekstil işçisi bir kadının yaşam öyküsüne dayanan bu filmde, Norma’nın hem kadın, hem anne, hem de işçi olarak yaşadığı katmerli zorlukları görüyoruz.

Fabrikada sendikal faaliyet yürütmek isteyen Reuben, bir süre fabrika önüne gide gele Norma ile tanışıp sohbet etme şansını yakalıyor.

Babasıyla aynı fabrikada çalışan Norma, çalışma koşullarının ağırlığına dayanamayan babasını bir anda geçirdiği kalp krizinden dolayı kaybediyor.

Sendikalaşma fikrine başta sıcak bakmayan Norma, babasını kaybettikten sonra Reuben ile gece gündüz sendikal örgütlenme çalışması yürütüyor.

İkinci evliliğini yapan ve iki çocuk sahibi olan Norma örgütlenme çalışması yürütürken eşiyle kavga ediyor, nezarete atılıyor, sözlü tacizlere, çeşitli iftiralara maruz kalıyor ancak asla yılmıyor.

Yürüttüğü çalışmalar nedeniyle işten atılıyor ne yazık ki, fakat zafer kazanılıyor!

Norma ve Reuben’ın azimli çabaları sonuç veriyor ve işçilerin sendika için yaptığı seçimde oy çokluğu ile sendika kabul ediliyor!

 

Ekmek ve Güller (2000)

Ken Loach’un filmi bize sınıfsal farklılıkları ve hayatımıza değen kimi insanların hayatımızı ne denli değiştirdiğini anlatıyor.

Filmde bir grup göçmen temizlik işçisinin patronlarına karşı başlattıkları mücadeleyi görüyoruz.

Başroldeki Maya, ülkeye yasadışı yollarla geliyor ve Los Angeles’ta ablasının çalıştığı ofiste iş buluyor.

Maya, işe alınmak için şirkete ilk maaşının yarısını vermek zorunda kalıyor.

Şirket, işçileri sömürmekte sınır tanımıyor, ne sendikalaşmaya izin veriyor ne de sigortalarını ödüyor.

Başka bir fabrikada aynı koşullarda çalışan göçmen işçiler ise sendikacı Sam’in çabalarıyla örgütleniyorlar.

Sam, Maya’ya ve arkadaşlarına sahip oldukları haklarına örgütlenerek sahip çıkmanın mümkünatını anlatıyor.

Bu koşullara başta itiraz etmekten çekinen işçiler, haksız yere işten çıkarmalara karşı halkın da desteğini alarak hep birlikte greve gidiyorlar.

İşçiler grevdeyken patronlar da durmuyor, ve tabii ki onların örgütlülüğüne ve birliğine karşı çeşitli alicengiz oyunları yapıyorlar.

 

İşte Özgür Dünya (2007)

Hikayemizin geçtiği şehir Londra ve bu kez hikaye işverenin gözünden anlatılıyor. 

Eşinden boşanmış ve oğlu ile hayatta kalma mücadelesi veren başrol oyuncumuz Angie, Doğu Avrupa ülkelerinden ucuz işgücü ithal eden bir firmanın yetkilisi olarak Polonya’da karşımıza çıkıyor.

İş arkadaşı Rosie ile birlikte evlerinden yürütmeye çalıştıkları bu iş başta onları çok heyecanlandırsa da gün geçtikçe onları çalışanlarına karşı canavarlaştırıyor. 

Günbegün artan para hırsı, yasadışı yollarla pasaport bulma, insanları barınak dahi olmayan bir yere sıkıştırma, insani olmayan yaşam ve çalışma koşulları onları hiç ama hiç rahatsız etmiyor.
Filmde, kapitalizmin insani tüm değerleri nasıl yerleyeksan ettiği gözler önüne seriliyor.

 

Made in Dagenham – Kadının Fendi (2010)

İzlerken aynı zamanda bize kocaman kahkahalar attıracak olan bu film, hayatları mutfak ve fabrika arasında geçen işçi kadınların mücadelesiyle buluşturuyor bizleri.

1967 yılında İngiltere’deki Ford fabrikasında çalışan 187 kadın işçinin ‘eşit işe eşit ücret’ talebi için birleşerek elde ettikleri kazanımlarını izliyoruz.

Ücret konusunda cinsiyet ayrımcılığına maruz kalan kadın işçiler, haklarını elde edebilmek için patronlarına, eşlerine ve hatta devlete dahi karşı koyuyorlar.

Filmi izlerken, eşitliğin ayrıcalık değil hak olduğunu ve bunu kazanabilmek için birlikte mücadele etmenin güzelliğini buram buram hissediyoruz.

İki Gün Bir Gece (2014)

İşini kaybetme korkusu yaşayan bir kadın işçinin iki gün bir gece sürecek olan işini geri kazanma mücadelesinin öyküsü… 

Film ucuz iş gücü olarak görülen kadın işçileri, kayıt dışı ve yine ucuza çalıştırılan göçmenleri ve geçinebilmek için birbirleriyle kıyasıya yarışmak zorunda kalmanın ne demek olduğunu görüyoruz. 
Başrol oyuncusu Sandra’nın çalıştığı şirkette ekonomik darboğaz vardır, patronun çözümü ise ya Sandra’nın işinden olması ya da diğer çalışanların maaş bonuslarından vazgeçmeleridir.

İlk oylama yapılır ve resmi olarak Sandra artık işsizdir.

Sandra işini kaybetmemek adına diğer işçilerle tek tek görüşerek onları bonuslarından vazgeçip kendisinin işe geri dönmesi konusunda ikna etmeye çalışır.

Suffragette– Diren! (2015)

1900’lü yılların başında işçi kadınların oy hakkı mücadelesindeki rollerine ilişkin bir film olarak da değerlendirebileceğimiz Suffragette toplumsal anlamda yalnızlaştırılan ancak yoldaşlıkları sayesinde güçlenen kadınların bedeller ödeyerek nasıl bugünkü haklarımızı elde ettiğimizi anlatıyor.

Film izleyicisine, ezilmişliği, yok sayılmayı, köleliği ve erkek egemen bir sistemi militanlaşan kadınların nasıl tersine çevirdiğini çarpıcı bir şekilde veriyor.

İş yerinde ve evde köle olan, toplumda insan yerine bile konulmayan bir varlık olarak kadınların yılmadan sürdürdükleri mücadeleleriyle bugün bize bıraktıkları miras için teşekkürü bir borç biliriz! Berivan BALKAY / ekmekvegul.net

 

Yayınlama: 20.08.2018
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.