Her şey ‘Oğlum sen de gül’ ile başladı
Hayatı boyunca 82 filmde rol alan tiyatro ve sinema oyuncusu Kemal Sunal, ölüm yıl dönümünde anılıyor. Hakan Güngör, Sunal’ı 8 maddede yazdı.
1) Keşfedilmesinde komikliği kadar uzun boyunun da etkisi vardı.
Zeki Alasya ve Metin Akpınar’la birlikte Devekuşu Kabare’de “Dün-Bugün” oyununda rol alıyordu.
Hayatının kökünden değişeceği gün, seyirciler arasında Arzu Film’in sahibi, Yönetmen Ertem Eğilmez de vardı.
Eğilmez, “Tatlı Dillim” filmi için kolları sıvamıştı.
Filmde Tarık Akan bir basketbolcuyu canlandıracaktı.
Haliyle Tarık Akan’ın takım arkadaşlarını canlandıracak uzun boylu oyunculara ihtiyaç vardı ve Eğilmez bu oyuncuların tiyatro kökenli olmasını istemişti.
Kemal Sunal’ı sahnede izleyince, yeteneği kadar boyunu da göz önünde bulundurarak ekibe dahil etti.
2) Tatlı Dillim’de onun için özel olarak yazılmış replikler yoktu.
Bir sahnede basketbolcuların söylemesi gereken replikler oyunculara dağıtılırken Kemal Sunal’a söyleyecek laf kalmamış, Eğilmez de ona, “Oğlum sen de gül” demişti.
O gülüş hayatını değiştirecekti.
Film İstanbul dışındaki bölgelerde gösterilmeye başlanmış, izleyen arkadaşları, “Senin film oynuyor, çok gülüyorlar sana” demişti.
Film İstanbul’da vizyona girer girmez Saray Sinemasına gitti ve en arka sıradaki koltuğa oturup filmi izledi.
Kendi ifadesiyle, perdede 8 kere ancak gözüküyordu ama her görünüşünde izleyiciler kahkahaya boğuluyordu.
“Suratımı görür görmez büyük alkış ve gülmeler…
Lafları duymuyorlardı. Suratım enteresan geldi seyirciye. Sıcak ve kendinden biri buldu sanıyorum.
O zaman şöyle arkama yaslanıp, ‘Bu iş tamamdır’ dedim.”
3) Unutulmaz filmler birbiri ardına sıralandı.
Arzu Film’in geniş kadrolu filmlerinde irili ufaklı rollerde ama hep akılda kalıcı performanslar sergiledi.
Rolleri gün geçtikçe büyüdü.
Oh Olsun’da, Yalancı Yârim’de, Mavi Boncuk’ta ve nicesinde seyirciyi güldürmeyi başarmıştı.
Hababam Sınıfı’ndaki İnek Şaban karakteri ile artık yıldızlaşmıştı.
İnek Şaban adıyla birçok filmde rol aldı.
Bazılarında “salak”, bazılarında kurnaz, bazılarında baskın, bazılarında ele avuca sığmaz tiplemelerle çıktı seyirci karşısına.
Dikkatli bakıldığında Hababam Sınıfı serisinde dahi “İnek Şaban”ların farklı özellikleri olduğu fark ediliyordu.
Arzu Film’den ayrıldıktan sonra da bu İnek Şaban rollerinde yer almaya devam etti.
Hatta “yapımcı dehası” olsa gerek, Niyazi karakterini canlandırdığı film, vizyona “Atla Gel Şaban” diye girmişti.
4) Arzu Film’den ayrılışı sektördeki bazı taşları yerinden oynatmıştı.
Dahası o sürece dair birtakım iddialar da atıldı ortaya.
İddialarda “mafya”, “kabadayı”, “senet” vs. kelimelerinin geçmesi işleri daha da çetrefilli hale getiriyordu.
Ertem Eğilmez’in oğlu Ferdi Eğilmez, Sevim Gözay’a verdiği bir röportajda, “Mafya gelmiştir Kemal Sunal’ı almıştır Ertem Eğilmez’in elinden” demişti.
Memduh Ün ise anılarında olayı şöyle anlatmıştı: “Dündar Kılıç, Kemal Sunal’ın da koruyucusuydu.
Kemal korkak bir insandı, kuştan bile korkardı.
Dündar, tarih isteyince vermek zorunda kalmıştı.
Dışarıdan bir baskı geldiği zaman da Dündar Kılıç ona yardımcı oluyordu.
Ertem Eğilmez keşfetmişti Kemal’i.
Ama Kemal meşhur olduktan sonra kendisini bırakıp gitmesin diye boş senetler imzalatmıştı kendisine.
Kemal haftada sadece 2 bin 500 lira alıyordu o günlerde Eğilmez’den. Fatma (Girik) birlikte şirket kurmalarını önermiş.
Peşin olarak 500 bin liralık çek vermişti.
Kemal birden dehşete düştü.
Ayda 10 bin nerede, 500 bin neredeydi…
Can Film (Kemal Sunal-Fatma Girik ortaklığı) işte böyle kuruldu.
Dündar Kılıç’a da Ertem’deki imzalı boş senetleri almak kalmıştı.” Bugün ne Kemal Sunal ne Ertem Eğilmez ne de Memduh Ün hayatta…
Haliyle iddiaları birinci elden doğrulatma imkanı yok.
Ve fakat her halükarda anlaşılıyor ki, büyük miktarda paraların döndüğü bu sektörde her şey tozpembe ilerlemiyordu.
5) Tutmuş bir formülü tekrar tekrar sinemada denemek Ertem Eğilmez’in alameti farikasıydı.
Kemal Sunal’ın Arzu Film ekolü içinde yarattığı tiplemeler ve başta “İnek Şaban” başka yapımcılar tarafından da değerlendirilmek istendi.
Filmlerinin pek çoğunun özgün bir yanı yoktu.
Bazıları Amerikan filmlerinden uyarlamaydı.
Mesela “En Büyük Şaban” filmi Charlie Chaplin’in “City Lights” filminin tekrar çevrimiydi.
Kemal Sunal’ın ilk filmlerinden olan “Oh Olsun” da, yine bir başka Eğilmez filmi olan “Sev Kardeşim”e çok benziyordu.
“Sev Kardeşim” ise bir Frank Capra filmi olan “You Can’t TakeIt With You”nun yeniden çevrimiydi.
Bir noktadan sonra Kemal Sunal filmleri, Kemal Sunal filmlerinin tekrar çevrimi haline geldi.
Kemal Sunal’ın yüzünü eskitmekten korktuğu dönemler de oldu.
Ancak yine de suyunun suyu işlerde rol almaktan geri durmadı.
6) Ertem Eğilmez ve Memduh Ün dışında Natuk Baytan, Kartal Tibet, Osman Seden, Atıf Yılmaz, Zeki Ökten, Şerif Gören gibi yönetmenlerle de çalıştı Kemal Sunal.
Tam da bu nedenle bütünlüklü bir Kemal Sunal sinemasından bahsetmek mümkün olmadı.
Kuşkusuz bir noktadan sonra rol arkadaşlarını da yönetmenleri de senaristleri de kendisi seçer hale gelmişti ancak Hanzo’yla Kibar Feyzo, Sakar Şakir’le Düttürü Dünya, hatta bir “kral” serisi gibi görünse de Bekçiler Kralı’yla Kapıcılar Kralı arasında ciddi fark vardı.
Bu da ortaya “Hangi Kemal Sunal?” sorusunu çıkarıyordu.
7) Türlü “salaklık” ve sakarlıklarla ilerleyip duran birtakım filmlerinin nostaljik etkisi mevcut olsa da sinematografik olarak çok değerli oldukları söylenemez.
Öte yandan aralarından dramatik yapısı sağlam, üzerine kafa yorulmuş Kapıcılar Kralı, Çöpçüler Kralı gibi filmleri; siyasal ve sınıfsal tespitleri, eleştirileri bulunan ve hâlâ yol gösterici, işaret edici yanı bulunan Kibar Feyzo, Zübük gibi filmleri; skeç komedi sayılabilecek Hababam Sınıfı gibi filmleri; olgunluk döneminde rol aldığı ve dramaya yaklaşan Düttürü Dünya, Yoksul gibi filmleri tek bir “Kemal Sunal sinemasından” bahsetmeyi önlediği gibi, onun filmlerine “toptan” yorumlar yapmayı da engelliyor haliyle.
8) Dolayısıyla Kemal Sunal filmlerini hangi yönetmenin çektiği, hangi senaristin yazdığı üzerinden değerlendirmekte fayda var.
Bazıları ona “eşşoğlueşşek” dedirtip ona sakarlık yaptırmıştı, bazıları onun alameti farikası olan gülüşü ve saf bir kimliğe bürünebilen yüzünü toplumsal ve sınıfsal çatışmaların tam ortasına koymuştu, bazıları ise yaş aldıkça sertleşen ve değişen yüz hatlarını güçlü bir dramatik yapıyla birlikte değerlendirmeyi uygun görmüştü.
Bazıları ise bunların hepsini birden farklı filmlerde yaptırmıştı ona…
Ama unutmamak gerekir ki, filmlerinde 1 Mayıs Marşı da duymak mümkündü; feodalizm, devlet eleştirisi görmek de…
İş cinayetleri de beyazperdeye taşınabilirdi onun filmlerinde, reklam sektörü üzerinden liberal ekonominin çarpıklıkları da…
Nihayetinde çok basit, tanıdık hikayeler ve sakarlıklar sürüp gitse de filmlerinin bir bölümünde bürokrasinin yarattığı sorunlar, yoksulluk, zamlar, grevler görülürdü.
Tabii çoğu filminde göstermekle yetinilirdi, filmlerinde bir mücadele çağrısı çok enderdi. Filmlerini izlediğinizde kendi döneminin ekonomik şartlarını, halkın yoksulluğunu, umutsuzluğunu ya da her şeye rağmen neşesini görmek mümkündü.
“Hangi Kemal Sunal?” ve “Kimle Kemal Sunal?” sorularını sormadan onu ve filmlerini değerlendirmek pek mümkün görünmüyor.
Ama her durumda toplumsal bir değer ürettiği, filmlerinin birçoğu ilerici sayılmasa bile mevcut koşullar göz önüne alındığında artık ileride kaldığı bir gerçek.
En az gülüşü kadar etkileyici bir gerçek hem de…Hakan GÜNGÖR/Evrensel