Avusturya Siyasi Partiler Tarihi | Dosya 1
Avusturya’da, meşrutiyet mücadelesi 1848 Devrimi’nin etkisiyle başladı ve 70 yıl sürdü. İkinci meşrutiyet denemesi 1849, üçüncü meşrutiyet denemesi 1859 ve dördüncü meşrutiyet denemesi 1867’de gündeme geldi. Monarşi, tam dört meşrutiyet ilanını boşa çıkardı ama, Avusturya’da cumhuriyete geçiş bu mücadelelerin eseri oldu.
HÜSEYİN A. ŞİMŞEK
Avusturya’da, meşrutiyet mücadelesi 1848 Devrimi’nin etkisiyle başladı ve 70 yıl sürdü.
İkinci meşrutiyet denemesi 1849, üçüncü meşrutiyet denemesi 1859 ve dördüncü meşrutiyet denemesi 1867’de gündeme geldi.
Monarşi, tam dört meşrutiyet ilanını boşa çıkardı ama, Avusturya’da cumhuriyete geçiş bu mücadelelerin eseri oldu.
13 Mart 1848 Viyana halk ayaklanması, 15 Mayıs 1848’de kraliyet merkezi “Hofburg”un kuşatılması ve 17 Mayıs’ta imparatorluk tahtının Innsbruck’a taşınmak zorunda kalınması, 1849’da “Mart Anayasası” döneminin başlaması, 1859’da “Ekim Deklarasyonu“nun yayımlanması, 1861’de “Krallığın Temsiline İlişkin Temel Yasa“nın çıkarılması anımsatılabilir.
Kâğıt üzerinde bırakılsa da ilk anayasaların kabul edilişi, uygulanması engellense de oy hakkının en geniş kesimleri kapsaması, kalıcı bir çalışma dönemi şansı bulamasa da “Temsilciler Meclisi”nin “Aristokratik Senato”yla aynı yetkileri sahip olması bu mücadelelerin kazanımlarıydı.
Ki Avusturya’nın tarihindeki ilk iki parti de, monarşinin meşrutiyet mücadelelerine sahne olduğu bu döneminde kuruldu.
İlk parti, 1889’da kurulan Sosyal Demokrat İşçi Partisi (Sozialdemokratische Arbeiter Partei –SDAP) oldu.
Onu, 1893’te kurulan Hıristiyan Sosyal Parti (Christlich Sozialen Partei – CSP) izledi.
Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra içine girilen cumhuriyetin kuruluş sürecinde, bunlara iki parti daha eklendi: 1918’de kurulan Alman-Avusturya Komünist Partisi (Kommunistische Partei Deutsch-
Österreich-KPDÖ) ve 1919’da kurulan Büyük Alman Halk Partisi (Großdeutschen Volks Partei –GDVP).
Böylece, ülkenin ilk dört partisi, henüz cumhuriyet kurulmazdan önce sahneye çıkmıştı.
Dört siyasal parti, “üçe karşı bir” şeklinde cepheleşmişti.
Bunun sebebi, iki farklı “cumhuriyet” öngörülüyor olmasıydı.
Söz konusu cepheleşme SDAP, CS ve GDVP ile KPDÖ arasında yaşanmıştı.
Üç parti, bir “Alman-Avusturya Cumhuriyeti” komünist parti ise “Alman-Avusturya Sosyalist Cumhuriyeti” kurulmasını istiyordu.
Sonunda SDAP, CSP ve GDVP’nin oluşturduğu “Geçici Ulusal Meclis”, “ilk geçici cumhuriyet hükümeti”ni 30 Ekim 1918’de kurup, 12 Kasım 1918 günü ise “Alman-Avusturya Cumhuriyeti”ni ilan etti.
Komünistler, cumhuriyetin resmen kurulduğu 12 Kasım 1918 günü, kitlesel bir gösteri düzenlediler. Ama direniş aynı gün bastırıldı.
1919 ortalarında ise, KPDÖ yeni devlet için tehlike olmaktan çıkarıldı.
“St. Germain Antlaşması”, genç cumhuriyeti dönüşüme mecbur ediyor
“Alman-Avusturya Cumhuriyeti”, “ateşkes anlaşması” sürecinde kurulmuştu. 10 Eylül 1919’da savaşı resmen bitiren “St. Germain Antlaşması”nın imzalanmasıyla, yeni kurulan genç cumhuriyet bir dönüşüme mecbur edildi.
St. Germain Antlaşması, Ulusal Meclis’te onaylandığında, anlaşma gereği Cumhuriyetin adı “Avusturya Cumhuriyeti” (Republik Österreich) olarak değişti.
Avusturya, “bağımsız bir cumhuriyet” olarak tanımlandı. “Alman Cumhuriyeti’nin tamamlayıcı parçası” olduğu anlayışına son verildi.
Birinci Cumhuriyet Anayasası, 1 Ekim 1920’de günü açıklandı. İki kanatlı Federal Meclis (Bundesversammlung) vardı artık: Ulusal Meclis (Nationalrat) ve Eyaletler Meclisi (Bundesrat).
Savaşın getirdiği yıkım büyük olmuştu. Mal ve hizmet fiyatlarında sürekli ve aşırı bir yükseliş vardı.
Yeni devletin parası büyük bir değer kaybı içindeydi.
1920-21 kışında, çok sayıda insan açlıktan öldü. Cumhuriyetin ilk beş-altı yılı içinde, komşu ülkelerden alınan borçlarla ayakta kalınmaya çalışıldı.
Örneğin, Milletler Cemiyeti aracılığıyla 1922’de önemli bir dış borç sağlandı. Borca karşılık, Avusturya en az “20 yıl bağımsız kalma” (Almanya’ya yanaşmama ya da bağlanmama) taahhüdünde bulunmuştu.
1920’den sonra peşpeşe hükümetler kurar olan CSP, her yeni döneminde sürekli yürütmeyi güçlendiren düzenlemeler yaptı.
1929’da, Anayasa’da yapılan değişiklikler çok önemliydi mesela.
Zira bu değişikliklerle, devlet başkanına bakanları atama ve olağanüstü hal ilan etmek gibi yetkiler tanındı.
Bu koşullarda gidilen Kasım 1930 genel seçimleri, hayatî önemdeydi.
Seçim, kısmen de olsa yeni bir tablo çıkardı ortaya: SDAP, yıllar sonra tekrar birinci parti konumuna yerleşti! CSP ikinci, GDVP üçüncü parti oldu.
Yeni tablonun, yeni karelerinden biri ise, İtalyan modeli faşist bir partiye dönüşmüş olan “Vatan Savunması”in (Heimwehr) ilk kez meclise girmesiydi.
SDAP birinci sıraya yükselmişti, ama CSP’yle yeni bir koalisyon kurmayı tercih etmeyecekti. 1930’lu yılların ilk hükümetini de CSP kurdu.
Austro-faşizmin devletleşmesine götüren uygulamalar
CSP’nin hükümet ettiği Avusturya, uluslararası tepkilere yol açsa da 1930’da Almanya ile bir gümrük birliği yaptı.
Almanya’dan umulan desteğin alınıp alınmadığı, alınan kadarının ne işe yaradığı hâlâ tartışmalı bir konu.
Örneğin bu destek, o günki Avusturya’nın en büyük bankacılık kuruluşu olan Creditanstalt’ın Mayıs 1931 içinde iflas etmesini engelleyemedi.
Fakat kesin olan bir şey vardı: “Almanya Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi“, Adolf Hitler’in önderliği döneminde, Avusturya Nazileri’ne büyük maddi yardımlar sağlamaya başladı.
Biraz da bu desteklerle, 1932’de yapılan eyalet
seçimlerinde, muhafazakar oyların bir bölümünü ele geçirdiler ve hemen genel seçim istediler.
Birinci parti olmasına rağmen muhalefette kalan sosyal demokrat SDAP, parlamentoda çoğunluğunu elde edebilecekleri umuduyla Nazileri’n bu önerisini destekledi.
Fakat seçimler, ne Avusturya Nazileri’ne ne de SDAP’a yaradı. Tersine, CSP’nin bayrağı altında, “Austro-faşizm”in devletleşmesine zemin hazırladı.
1933’te yapılan o kritik genel seçimden sonra, yeni hükümeti yine CSP kurdu. Ne var ki bu, “hayra alamet” bir zafer değildi.
Engelbert Dollfuss başkanlığındaki hükümet, sadece “tek oy”luk bir çoğunluğa sahipti. Yani, kendince “güvence”den yoksun bir hükümet! Üstüne üstlük Dollfuss, zaten “burjuva demokrasisi”ni önemsemeyen bir politikacıydı.
“Batı tipi parlamenter rejimler, Orta Avrupa hükümetlerine zorla kabul ettirildi” diyor ve devam ediyordu: “Bu rejimler, askeri yenilgilere açık ve sosyalist devrimler karşısında korunaksızdır…”
Ülkede ne kadar irili-ufaklı faşizan fraksiyonlar, paramiliter gruplar varsa, olanca vurucu güçleriyle “siyasal ve toplumsal düzen”i, “otoriter bir rejim”le mümkün gören Dollfuß’un emri altına girmeye başladılar.
Bu şekilde Dollfuss’un inşa ettiği “Vatan Cephesi” bileşenleri dışında kalan bütün siyasal yapılanmalar, partiler adım adım kapatılır oldu.
Farklı bir deyimle, bu faşist cephe, bileşenleri dışındaki herkese savaş açtı.
Almanya’da iktidara gelmiş NSDAP’ın Avusturya kolu olan Nazi yapılanmasına bile!
Mart 1933’deki bir meclis tartışması, Ulusal Meclis başkanı ve iki başkan yardımcısının istifa etmesine neden oldu.
Dollfuss, bu gelişmeleri gerekçe göstererek “parlamentonun çalışamaz hale geldiği”ni ilan etti ve ülkeyi “olağanüstü hal kararnameleri”yle yönetmeye başladı.
Ulusal Meclis, tamamen devre dışı kaldı. KPDÖ, yeraltına çekildi.
Yasaklar sivil, demokratik, meslek örgütlelerine doğru genişledi.
25 Mart 1933’de, sosyal-demokrat SDAP ve yan kurumu “Cumhuriyetçi Savunma Birliği” de yasaklandı.
Bunun üzerine, sosyal demokratlar ve komünistler, 12 Şubat 1934’te silahlı bir direniş başlattı.
Avusturya, fiili olarak bir içsavaş içindeydi artık. Dollfuß’un önderliğindeki Vatan Cephesi hükümeti, dört gün içinde duruma egemen oldu yeniden.
Bu süreçte, yeraltı direnişini örgütlemede etkin rol oynayan KPÖ’nün üye sayısı, önemli oranda sosyal demokratın da katılmasıyla, 4 binden 16 bine yükseldi.
Ve Dollfuss ilan etti: Ruhani-otoriter-faşist devlet!
1920 Anayasa’sı ilk önemli budamalara, 1929’da tabi tutulmuştu.
Dollfuß, 1 Mayıs 1934’de anayasada çok daha köklü değişiklikler yaptı.
Bu değişikliklere göre, Avusturya, artık yasal ve anayasal düzlemde de ‘‘ruhani-otoriter-faşist bir devlet’’ idi.
“Avusturya Federal Devleti” adıyla anılacaktı ve “cumhuriyet”in lafzına bile izin yoktu.
Yürütme organına, yasama organının üstünde yetkiler tanınmıştı.
“Demokratik seçimler”, “insan haklarına anayasal güvence” gibi birçok madde askıya alınmıştı.
Cumhuriyetin kuruluşundan beri “Kızıl Viyana” olarak anılagelen başkentte bile, artık faşist bir belediye başkanı görevdeydi: Richard Schmitz!
Böylece, Birinci Cumhuriyet dönemi sona ermiş, bu dönemde kurulan partilerin hemen hepsi kapatılmış, yeraltına çekilmek zorunda bırakılmıştı.
Avusturya, “kendine özgü” ve “bağımsız” hareket eden bir faşizm altındaydı.
Bu, faşizm literatürüne “Austro-faşizm” olarak geçecekti.
Dolayısıyla, aslında Avusturya Alman faşizminin gadrine uğramış, “kurban” bir devlet değildi sadece.
1938’de Alman Nazi orduları Avusturya’yı işgal etmezden çok önce, Austro-faşizm kendi ülkesinde hükümet eder ve devletleşmiş durumdaydı.
Dosyamızın ikinci bölümünde Austro-faşizm döneminin uygulamaları, 1938’da Almanya’nın ülkeyi işgali ve İkinci Cumhuriyet’in kuruluşuyla yeni isimlerle sahneye dönen partileri mercek altına alacağız. | © DerVirgül