Almanya süper güç olmak istiyor

Avrupa’nın gündeminde bu hafta İsrail’in büyükelçilliği Kudüs’e taşıması, ABD’ye yönelik tepkiler ve Fransa’daki Macron karşıtı göstreriler vardı.

Almanya süper güç olmak istiyor

Almanya, İran’la nükleer antlaşmadan çekilmesi ve İsrail’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşınması konusunda ABD’yi açıkça eleştiriyor. Basında, bu eleştirilerin ete kemiğe bürünebilmesi için Almanya’nın “dünyada sözü geçen güç haline gelmesi”nin zorunlu olduğu tartışılıyor. Sürdürülen bu politikaya hizmet edecek şekilde askeri bütçe, silahlanma ve silah ihracatı yoğunlaştırılacak. German Foreign Policy, bunun maliyetini ortaya koyan eleştirel bir analiz yayımladı.

ABD VE İSRAİL BARIŞA ENGEL OLUYOR

ABD, büyükelçiliğini resmen Kudüs’e taşıması sürecinde, İsrail, açılışı protesto eden Filistin halkına yönelik acımasız bir saldırı gerçekleştirdi. Protestolarda onlarca Filistinli yaşamını yitirdi, binlerce Filistinli de İsrail askerlerinin açtığı ateş ve attığı gaz kapsülleriyle yaralandı. İngiltere’deki sağcı basın hariç, ülkedeki birçok kurum bu duruma karşı sessiz kalmadı ve ağır eleştiriler yöneltildi. The Guardian gazetesi İsrail’in yaptığının affedilmeyeceğini ve bir savaş suçu işlediğinin altını çiziyor. Yani sıra, Trump’ın İsrail’den taraf olmasının, ABD yönetiminin çatışmaların sona ermesinde etkili bir ara bulucu olabileceği iddiasını da sona erdirdiğini yazıyor.

FRANSA’DA TOPLUMSAL MÜCADELE SÜRÜYOR

Fransa’da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve hükümetine karşı mücadeleler devam ediyor. 22 Mayıs salı günü tüm kamu emekçileri ve kamu alanındaki tüm sendikalar greve çıkacaklar. Ardından 26 Mayıs Cumartesi günü ise ülkenin tüm sol ve ilerici siyasi partileri, en büyük sendika konfederasyonu CGT, en büyük memur sendikası FSU, tüm mücadeleci gençlik örgütleri ve birçok kitle örgütünün çağrısıyla, onlarca bölgede gösteriler yapılacak. 43 örgütün çağrısıyla gerçekleşecek bu gösterilerin, Emmanuel Macron’un neoliberal saldırılarını geri püskürtmenin başlangıcı olabileceği tartışılıyor.


ALMANYA’NIN DÜNYA DEVİ OLMA POLİTİKASININ MALİYETİ

German Foreign Policy

Federal Hükümet, ordu bütçesinin 2025 yılına kadar şimdiki bütçenin 1.5 katına, 62.5 milyar avroya çıkarılacağını açıkladı. Savunma Bakanı Ursula von der Leyen, 1 Temmuz 2025’e kadar askeri bütçenin gayrisafi milli gelirin yüzde 1.5’ine erişeceğini söyledi. Başbakan Merkel ise hedefin 2025’te 84 milyar avronun, gayrisafi milli gelirin yüzde 2’sinin, orduya ayrılması olduğunu duyurdu. Bunun için tabii ki sosyal görevlere ayrılan bütçede kısıtlama yapılacak; işsizlerin ekonomik durumunun, altyapı veya eğitim sisteminin iyileştirilmesi önemsiz görülecek. Askeri bütçedeki bu dramatik artışın nedeni Berlin’in hırstan gözleri kör olmuş dünya politikası. Dünyanın her yanında askeri müdahaleler yapabilmek ve Moskova ile sürdürülen dünya liderliği kavgasından beri rakip süper güçlerle savaşabilmek isteniyor.

İKİLİ SAVAŞLAR

Alman askeri bütçesindeki milyarlık artışın ve ordunun yeniden biçimlendirilmesinin çerçevesi Rusya’ya yönelik çatışmanın başlamasıyla belirginleşti. Sistem çatışmasının sona ermesi sonrası Alman ordusunun yeniden biçimlendirilmesinin temelini, personel açısından güçlü, tank çatışmasında mükemmel, ihtiyaca göre hareket edebilecek esneklikte, işgal ve savaşlara hazır bir profesyonel ordu oluşturmaktaydı. Bu yola ilişkin kurallar, 1992 ve 2006’da yayımlanan “Alman Ordusunun Beyaz Kitabı”nda bulunabilir. Rusya’nın 2014 yılında Kırım’ı ilhak etmesi ve Batı’nın Doğu’ya yönelik yayılma politikasına aktif karşı çıkması üzerine, Berlin Moskova’ya yönelik iktidar kavgasını uçlaştırıp yeni direnişleri engelleme kararı aldı. Zayıf ülkelerin de aralarında bulunduğu müdahale savaşlarından vazgeçilmeden Almanya’nın askeri planları arasına bir süper güce karşı savaş da girmiş oldu. 

Bir yandan müdahalelerde bulunabilmek diğer yandan savaş sürdürebilmek için Alman ordusunun ikinci kez yeniden düzenlenmesi gerekmekteydi. Düzenlemenin esasları 2016 yılında yayımlanan “Alman Ordusunun Beyaz Kitabı”nda açıklandı. Aslında bu plan 2017 yazında resmen onaylanacaktı ancak SPD’nin seçim kampanyasındaki zorluklar ve yeni hükümeti kurmanın uzun sürmesi nedeniyle ertelendi. Plan 20 Nisan’da parlamento savunma ve bütçe komisyonuna sunuldu, en geç temmuz ayında onaylanması bekleniyor. Taslakta yenilenmedeki ana hedefin ordunun tüm görevlerini eş zamanlı yapacak hale getirilmesi olarak vurgulanıyor.

SİLAHLANMAK, SİLAHLANMAK, SİLAHLANMAK

Alman ordusu geçen yıllarda da dünyada söz sahibi olma politikasına bağlı silahlandırıldı. Federal Savunma Bakanı Ursula von der Leyen, Ordu Konferansında 2014 yılından bu yana 181 koruma tankı Puma, 52 tekerlekli zırhlı araç Boxer, 31 savaş helikopteri Tiger, 28 taşıma helikopteri NH90, 16 taşıma uçağı A400M, 15 özel güçler için helikopter, 2 denizaltı, 1800 askeri taşıt alındığını açıkladı. 129 tekerlekli zırhlı araç, 5 tank taşıma uçağı, 15 deniz kuvvetlerine bağlı helikopter ve diğer savaş aleti almak için de 31 milyar avro ayrıldığını bildirdi.

Rusya ve Çin gibi süper güçlerle savaş, zayıf ülkelere müdahaleden daha fazla asker gerektirdiğinden, personel arttırılması da kararlaştırıldı. 2015 yılında ordudaki asker sayısı 179 bin 600 civarındayken şimdi 183 bine çıktı. 2024 yılında 198 bine çıkarılması planlanıyor. Buna ek olarak askeri yapıda 61 bin sivil çalıştırılacak. Ayrıca personel sayısının yükseltilebilmesi için, terhis olanları harekete geçirme kampanyası başlatıldı.

84 MİLYAR AVRO

Almanya, dünyada “sözü geçer” ülkeler arasında girme planından vazgeçmediği sürece askeri bütçenin arttırılması kaçınılmaz. Daha seçim öncesi bütçenin 37 milyardan 42.4 milyar avroya çıkarılacağı ilan edilmişti. Bu yetmedi, Ursula von der Leyen, 1 Temmuz 2025’te gayrisafi milli gelirin yüzde 1.5’inin (62.5 milyar avro) askeri bütçeye ayrılmasının zorunlu olduğunu bildirdi. Başbakan Angela Merkel ise askeri bütçenin gayrisafi milli gelirin yüzde 2’sine (84 milyar avro) yükseltilmesinin mümkün olabileceğini söyledi. Bu parayla çok amaçlı savaş gemileri MKS 180, yeni Alman-Fransız savaş tankları ve yine Alman-Fransız savaş jetleri üretimi gibi büyük projelerin hayata geçirilmesi planlanıyor. 

SAVAŞ BÖLGELERİNE SİLAH SATIŞI

Angela Merkel, askeri bütçenin yoğun arttırılması yanında, Almanya ile askeri işbirliği içindeki ülkelerin yoğun silahlandırılacağını da bildirdi. Afganistan ve Mali gibi ülkelerde askerlerin eğitilmesi konusunda olumlu deneyler yaşandığını belirten Merkel, en iyi eğitilmiş askerin dahi silah olmadan hiçbir şey yapamayacağını, bu nedenle bu ülkelerin ordusunun Alman silahlarıyla donatılacağını ifade etti. Merkel’in talebinin Afganistan veya sahil ülkeleriyle sınırlı olmadığı, bu yolla silah ihracatının önündeki engellerin kaldırılıp daha da “mükemmelleştirileceği” açık.  Aslında engeller sadece kağıt üzerinde kalıyor. Bunu Yemen’de halka karşı savaşan Suudi Arabistan’a ve ordusu eğitilen Barzani’ye silah satışı açıkça gösteriyor.
(Çeviren: Semra Çelik)


 

EŞİTLİK, SOSYAL ADALET VE DAYANIŞMA İÇİN

BİR durum tespiti kendisini dayatıyor, Emmanuel Macron, hükümeti ve (patronlar örgütü) MEDEF ne pahasına olursa olsun Fransız toplumunu köklü olarak yeniden yapılandırmayı dayatmak istiyor: Kemer sıkma politikası, işçi haklarının yok edilmesi, üniversiteye girişte eleme, kamu hizmetinin parçalanması, işsizlerin kaderlerinin daha da ağırlaştırılması, adalet alanında eşitsizlikleri daha da derinleştirecek yeniden yapılandırma, en zenginlerin lehine olan vergi reformu, göçmenlere karşı baskıcı yasa, haber verme ve alma hakkına karşı şirketlerin gizliliğine öncülük verme, OHAL önlemlerinin olağan yasalara geçirilmesi, toplumsal mücadelenin ve banliyö gençliğinin şiddetle bastırılması, sosyal gerilemelerden en çok etkilenenler arasında kadınlar olmasına rağmen kadın/erkek eşitliğinin, maddi olarak olanaksız, basit bir iletişim aracına dönüştürülmesi… tabii ki uluslararası düzeyde militarist bir politikanın yürütüldüğü de unutulmamalıdır. 

Kibirli bir şekilde kabaca karar verilen bu önemlerin tüm cephelerde çoğaltılmasının esas bir amacı var, o da bir şaşkınlık ve boyun eğme durumu yaratarak bunlara karşı tüm karşı koyuşların gelişmesini engellemektir. Patronlar ise bu fırsattan faydalanarak iş yerlerinde yeniden yapılandırmaları yaygınlaştırıyor ve taleplere sağır kalıyorlar. Statüsü olan personele, özellikle de demir yolu işçilerine karşı saldırarak, Emmanuel Macron, kazandığı durumda, her türlü direniş fikrini kırmayı umuyor. Fakat bu baskıcı tavır başarısız olabilir, çünkü ülke düzeyinde her biri kendi özgünlüğüyle mücadele cepheleri çoğalıyor: Ulusal eylem günü, grevler, üniversitelerin işgalleri, gösteriler…  Kuşkusuz, mücadele biçimlerinin ne ve nasıl olacağını, ilgi personellerle birlikte, sendikal örgütler karar verecektir. Her birinin üzerinden yükseldiği farklı dinamikleri vardır elbette, fakat mücadelelerin şu veya bu yönünden de öte, burada söz konusu olan içinde yaşadığımız toplumun doğasını ilgilendiriyor olmasıdır. Sosyal hakların hiçe indirildiği, kamu hizmetinin ve sosyal güvenliğin tamamen yok edildiği, bölgeler arası eşitsizliğin kural haline getirildiği, üniversiteye gidebilmenin giderek daha da kısıtlandığı, ihlallere karşı dikkat çeken vatandaş veya gazetecilerin ağızlarının zincirlendiği, çevre ve doğa sorunların mali çıkarlara tabi kılındığı, konut, sosyal ev ve kiracıların bir meta haline getirildiği, dışlanmalara karşı mücadelenin sadece diskura indirgendiği bir toplumda mı yaşamak istiyoruz? Yoksa tam tersine, daha adil, daha dayanışmacı, daha demokratik, daha eşit, zenginliklerin daha iyi paylaşıldığı bir toplum mu istiyoruz? Burada söz konusu olan bu sorundur. Hükümet var olan sektörel mücadelelerinin yalnız kalmasını umuyor ve böylelikle her birini teker teker parçalamayı, onlara karşı dik durarak ya kendiliğinden sönmesini ya da baskı kullanarak kırmayı umuyor. Onlara karşı ne kadar kararlı olduğunu durmadan belirterek, kazanma umudumuzu yitirmemizi istiyor. Fakat yanılıyor; vatandaşların emekli, öğrenci ve işçilerle birlikte oluşturduğu kolektiflerin her yerde çoğalmasının, grevde olanlarla dayanışma kasalarının, özelliklede devlet demir yollarında kurulan dayanışma kasalarının elde ettiği büyük başarının da gösterdiği gibi, hükümet yanılıyor. Artık bunu daha da ilerletmek gerekiyor ve hep birlikte sokaklarda başka alternatiflerin olduğunu, hükümetin bize dayatmak istediği boyun eğmeyi kabul etmediğimizi haykırma zamanı geldi artık. Bizleri görmezlikten geliyor, dolayısıyla kendimizi duyurma ve projelerini geri çekmeye zorlamamız gerekiyor. Her birimizin mücadele alanına karşılıklı saygı içinde, var olan olumlu mücadelelerden daha da öteye giderek, tüm sosyal, sendikal, derneksel ve siyasi güçleri bir araya getirmek ve vatandaşların büyük bir buluşmasını sağlamak istiyoruz. Tüm Fransa’da, 26 Mayıs cumartesi günü eşitlik, sosyal adalet ve dayanışma için bir insan seli örgütlüyoruz.

İmzacılar:
Alternative et Autogestion, Alternative Libertaire, APEIS, ATTAC, Climat Social, Collectif des Associations Citoyennes, Collectif National pour les Droits des Femmes, Collectif La Fête à Macron, Confédération Générale du Travail, Coordination nationale de défense des hôpitaux et maternités de proximité, Convergence nationale de défense des services publics, DIDF, DIEM25, Droit au Logement, Ecologie Sociale, Europe Ecologie Les Verts, Les Effronté.es, Ensemble!, Femmes Egalité, Fondation Copernic, France Insoumise, Gauche Démocratique et Sociale, Génération.s, MJCF, Mouvement Ecolo, Mouvement National des Chômeurs et Précaires, Nouvelle Donne, Nouveau Parti Anticapitaliste, Parti Communiste Français, Parti de Gauche, Parti Ouvrier Indépendant Démocratique, PCOF, PCRF, République et Socialisme, Résistance Sociale, Snesup-FSU, Solidaires, Syndicat des Avocats de France, Syndicat de la Magistrature, UEC, UNEF, UNL.

(Çeviren: Deniz Uztopal)


SAVUNMASIZ SİVİLLERİ ÖLDÜRMEYİ BIRAKIN

The Guardian
Başyazı

Silahsız ve güvenlik tehdidi oluşturmayan Filistinli protestocuları vurup öldürmek, demokratik sivil denetim altındaki bir ordunun askerleri için affedilemez. Oysa Gazze ve İsrail arasındaki sınırında İsrail askerleri tam da bunu yaptı. Cezasız kalacaklarını bildikleri için göstericilerin üzerine gerçek mermi sıkılması, İsraillileri ürkütmeli. Sınıra yürüyerek atalarının evlerine dönme haklarına dikkat çekmek için protesto gösterisi yapmak isteyen onlarca Filistinli öldürüldü ve yüzlercesi yaralandı. İsrail ordusu, savaş suçu gibi görünen bu olayı yaratmaktan hiç utanmıyor. Bunlar ciddi suçlamalar olmasına rağmen omuz silkelemekten öteye bir karşılık bulmuyor.  Gazze’yi kuşatan İsrail 2 milyon Filistinliyi dikenli tellerin ve askeri kulelerin arkasına hapsetti. İsrail bu şiddete, bir hapishane gardiyanının hapishane ayaklanmasına yaklaştığı gibi yaklaşıyor, tutukluların yaptığı trajik bir hataymış gibi yansıtıyor.

İsraillilerin bu zihniyeti kabul etmesi çok tehlikeli. Ancak bunu yapabilmelerin nedeni, İsrail’deki aşırı sağcı gruplar ve mevcut hükümet bakanlarının birçoğu İsrail’in son derece üstün askeri gücü sayesinde Filistinlerin ulusal özlemlerini sona erdirebileceği fikrini besliyorlar. Bu siyasetçilerin imdadına Trump yetişti ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma vaadini yerine getirdi. İsrail’de aşırı sağcı Yahudi gruplara para veren Trump’ın büyükelçisi, ülkesinin Kudüs’teki yeni büyük elçiliğini açtı. Bu kışkırtıcı ve umursamaz adım barış arayışına zarar verecek. Kudüs meselesi de mülteci yerleşim yerleri ve sınırları meselesi gibi çözümsüz kaldı. Hiçbir devletin Kudüs’te egemenlik hakkı, uluslararası (camiada), kabul görmüyor. (Kudüs’ün) statüsünün müzakereler yoluyla belirlenmesi bekleniyordu.

Trump’ın İsrail ile taraf olması, kendi yönetiminin çatışmaların sona ermesinde dürüst bir ara bulucu olabileceği iddiasını da sona erdirdi. Trump ve ekibinin yürüteceği herhangi bir barış görüşmesi başlamadan başarısızlıkla sonuçlanabilir. Trump sahada yarattığı vaka ile gerçekler çarpışınca neler olacağını öğrenecek. Doğu Kudüs’te yaşayan 300 bin Filistinli ne olacak? Hepsini kuşatılmış bölgelere sürüp hakkı olan toprakları ellerinden alınıp mahrum mu bırakılacak? Benyamin Netanyahu, ABD büyükelçisini Kudüs’te memnuniyetle karşılarken sarf ettiği “İsrail hakikat, barış ve adalete inanıyor” sözlerine inandığını için mi bunları yapacak? Trump ve Netanyahu umutsuzluğa batmış insanları harekete geçirmiş oldu.

Kudüs’ü masadan çekerek, Filistinlilerin geriye kalan ve kimsenin karşı gelmeyeceklerini düşündükleri tek talep; topraklarına geri dönme isteği. Filistinliler, 70 sene önce, İsrail’in kurulduğu sırada mültecilerin sınır dışı edilmesi ve yaşadıkları kaçışı felaket, veya Nakba, olarak tanımlıyorlar. İsrailliler geri dönüş hakkının uygulanmasının demokratik bir Yahudi çoğunluk devletinin hayatta kalmasıyla bağdaşmayacağını ısrar ediyor. Bu sorun şu an her Filistinlinin dilinde.

Kutsal topraklardaki çatışma sadece kaybeden ve kazananın olduğu bir oyun değil. Muhtemelen bunun tersi olması daha büyük bir ihtimal. Ya her ikisi de başarısız olacak ve diğerini aşağılayan ve terör yaratan tek bir sivil nüfus ile devam edilecek; veya iki devletin yan yana yaşaması için bir yol bulunacak, bu da her insanın kendi bağımsızlığı ve güvenliğini sağlayacak. Böyle bir sonuç elde edilirse, Batı Kudüs’ün İsrail’in başkenti ve Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olması mantıklı bir yaklaşım olur. Herkes böyle olması gerektiğini düşünüyor, ancak bunun yerine Trump ve Netanyahu karanlıkta kalmış bir halkın üzerinde acımasız bir tahakküm vizyonuna teslim olmuşlar.
(Çeviren: Meryem Ülger)

Yayınlama: 19.05.2018
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.