Kur’an’ın Milliyetçiliğe Yaklaşımı | Şeytanın soy üstünlüğü iddiası
İnsanın doğasında bulunan yakınlarını koruma, onları ayrıcalıklı görme refleksinden mütevellit olan milliyetçilik, zamanla kavmini üstün görme ve destekleme düşüncesine dönüşerek toplumları etkileyen bir akım haline gelmiştir. Halkı ve yöneticileriyle İslam âlemi bu akımdan oldukça etkilenmiştir. Şeytanın soy üstünlüğü, (Bakara, 2/34 Sâd, 38/74-75-76) milliyetçiliğin mayasında bulunan “üstün soy” düşüncesinin belki de ilk örneğidir…
Bir örgütlenme biçimi olarak ortaya çıktığından beri millet, bireyden ve insan hayatından daha önemli bir sosyal birim haline gelmiştir. Son iki yüzyılın şekillenmesinde etkisi bulunan, bölgesel ve uluslararası birçok çelişkiye sebebiyet veren, dünya siyasetinin şekillenmesine damga vuran ve ulus-devlet mekanizmasının ortaya çıkışını tetikleyen milliyetçilik ise şüphesiz tarihin değişik dönemlerinde farklı versiyonlarla ortaya çıkabilmiştir.
Nitekim antikçağda ve orta çağda, insanlar, aidiyet hissettiği topluluğun merkeziliğine ve üstünlüğüne inanırdı. Bundan mütevellit olan etnik merkezci yapılar vardı. Öte yandan milliyetçiliğin izleri bazı özellikleriyle binlerce yıl önce Yunanlıların “kabile” ve “site” sisteminde var olduğunu söylemek mümkündür. Kısacası bazı ırk, aile vs.nin üstünlüğü iddiasına dayanan milliyetçilik eğilimi insanlık tarihi kadar eskidir.
Bir ideoloji olarak tarih sahnesine 18. yüzyılın sonlarında çıkan milliyetçilik 19. Yüzyılda kendi zirvesine ulaşmıştır. Milliyetçilik ideolojisi, kendisine ait saydığı topluluğun kültürel ve siyasal sınırlarının milli bir devlet ile garanti altına almak gayesini her zaman taşımaktadır.
Bu nedenle ulus-devlet inşası milliyetçilerin politik bir hedefi olmuştur.
Tarihsel süreç içerisinde farklı dönemlerde farklı şekillerde ortaya çıkan milliyetçilik, Kutsal metinlerin konularından birisi olmuştur. Denebilir ki Kur’an’a göre ilk insan olan
Hz. Âdem’in yaratılışının ardından, Allah’ın mahlûkattan ona itaat etmelerini emrederken şeytanın bundan imtina etmesinin gerekçesi soy üstünlüğü iddiasıdır.
Şeytanın bu yaklaşımı, (Bakara, 2/34 Sâd, 38/74-75-76) milliyetçiliğin mayasında bulunan “üstün soy” düşüncesinin belki de ilk örneğidir.
Soyca üstün olma iddiası, hemen her peygamberin kavmi tarafından isyan gerekçesi olarak dile getirildiği Kur’an’da birçok yerde geçmektedir. Son peygamber Hz. Muhammed’in kavminin ona karşı tutum almasının arka planında necabet iddiası ve kabilecilik gibi etkenlerin olduğu aşikârdır. Kısacası, Şeytanla tarih sahnesine giren üstünlük taslama, başkasını küçümseme hastalığı şu veya bu şekilde bütün peygamberlerin kavimlerinde tezahür etmiştir.
Şüphe yok ki milliyetçilik her millette, her din mensubunda görülebilen bir anlayıştır.
Bir siyasal akım olarak 18. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa coğrafyasında ortaya çıkan ve ulus devletçi anlayışı tetikleyen milliyetçilik, dünya savaşlarına neden olmuş ve coğrafyamızı derinden etkilemiştir. İlk başlarda Müslüman toplumunun entelektüelleri batı menşeli olduğu, ümmetin birliğini bozduğu, bütün Müslümanları kapsayan imparatorlukların etnik temelli bölünmesine neden olduğu ve Müslümanları gayrimüslimlerle eşit kılmak suretiyle onların avantajını ortadan kaldırdığı için milliyetçiliğe karşı durmuşlardır.
Fakat sonraki dönemlerde ümmet birliğinin fiilen ortadan kalkması, ulus devletlerin çoğalması, millet bilinci ile yeniden birlik kurulması üzerine bu aydınlar milliyetçiliği pozitivist ve seküler bir pencereden değil de İslami değerlerle yoğrulmuş bir pencereden görerek benimsemeye başladılar.
Hatta İslam modernizminin kurucu babası sayılan Muhammed Abduh gibi şahsiyetler bile İslami modernizmin milli aralıklarla tanımlanan bir yapı ile başarılabileceğini ima eder oldu. Bu da Arap-İslam sentezine dayalı milliyetçi bir akımın ortaya çıkmasına neden olacaktı.
Böylece milliyetçilik akımı İslam havzasında dindarları da etkileyen bir ideoloji haline geldi.
Nitelik değiştirmiş olsa da tarih boyunca varlığını sürdüren, her zaman tarihin seyrine etki eden, son asırlarda küresel ve bölgesel savaşların çıkmasında rolü bulunan milliyetçiliğin
Kur’an perspektifinde ele alınması, olumlu ve olumsuz yönlerinin irdelenmesi inananlar açısından önemlidir. Zira herkesin getirdiği tanıma göre tutum belirlediği milliyetçiliğin,
Kur’an ölçeğinde değerlendirilmesi inananların milliyetçiliğe karşı tutumunu olumlu veya olumsuz şekillendirecektir.
Milliyetçiliğin Tanımı
Millet sözcüğü “m-l-l” kökünden türeyen bir kelime olup sözlükte din, şeriat, yol ve
Sünnet manalarında kullanılmaktadır. Müslümanların dil ve zihniyet dünyasında zaman içerisinde bu mahiyetten soyutlanarak ulus, ırk, kavim manasını almış ve halen bu manada kullanılmaktadır.
Maddi ve manevi olarak milletin çıkarlarını her şeyin üstünde tutmak, kendi milletine ait bütün değerleri sahiplenmek ve yüceltmek, başka milletleri ve onlara ait değerleri küçük görmek, bazı ırkları doğuştan ve kalıtsal olarak üstün görüp bu ırklara ayrıcalıklı hakların tanınmasını istemek bu ideolojinin alameti farikasıdır.
Kur’an’ın Milliyetçiliğe Yaklaşımı
Medeni bir varlık olan insan, ait olacağı bir toplumsal yapıya her zaman ihtiyaç duyar.
Bu toplumsal yapı bazen kan bağı etrafında şekillenen akrabalar iken bazen gelir düzeyi, meslek grubu gibi etkenler ile oluşan sınıfsal yapılar olabilir. Bu bağlamda insanlar, muaşerete lazım olan ruhi yakınlığı ve içtimai olarak daha kolay uyum sağladığı için millettaşları arasında bulunmayı tercih edebilir.
Bu nedenledir ki tarih boyunca kan bağı halkası bazen sadece çekirdek aileyi içine alacak şekilde daralmış bazen üst kimlik olarak bütün milleti kapsayacak kadar genişlemiş olarak etkisini sürdürmüştür.
Cahiliye döneminde ırkçılık o kadar ileri gitmişti ki insanlar için kan bağı her şeyden üstün idi. Birey, ancak ait olduğu kabilenin gücüne göre değerlendirilirdi. Kabilenin çokluğu övünç kaynağı sayılırdı. Hatta bazı kimseler kabile bireylerini sayarlarken ölüleri bile sayıp onlarla övünürlerdi. “Çoklukla övünmek sizi, kabirlere varıncaya kadar oyaladı.”
Bu ayette mal, evlat ve yakın akraba çokluğuyla övünen ve bu noktada ölülerinin çokluğunu bile övünç kaynağı sayanlardan söz edilmiştir. Toplumun “şa’b”,” “kabile”, “imare”, “batn”, “fahz”, “fasile” şeklinde parçalara bölündüğü (Bingöl, 2015: 77) ve birbirine düşmanlık ettiği bir ortamda inen Kur’an’da İslam Peygamberinin âlemşümul vasfına bütün âlemlere gönderildiğine (Araf, 7/158 İbrahim, 14/1 Enbiya, 21/107 Furkan, 25/1 Sebe, 34/28 Hadid, 57/9) vurgu yapılmış, böylece Kur’anî prensiplerin belli bir zamana, coğrafyaya, kavme mahsus olmadığı ortaya konulmuştur (Hatipoğlu, 1988: 5). Evrensel bir kitap olan Kur’an tarih boyunca farklı versiyonlarda ortaya çıkan ve cahiliye döneminde katı bir hal alan asabiyet ile mücadele etmiş, 23 yıllık nüzul süreci boyunca ilkel barbarlık kurallarını ve sadece belli zümrelere çıkar sağlayan adetleri değiştirip yerine herkese hitap eden kalıcı değerler yerleştirmiştir.
Başta da belirtildiği gibi Kur’an, milliyetçiliğin temel beslenme konuları olan aile bağlarını bazı durumlarda özellikle medeni hukukta dikkate almıştır. Buna karşın imani meseleler, kamu hukuku ve insani değerler söz konusu olunca kan bağının değil inancın önemini ortaya koymakta, soy üstünlüğünün değil eşitliğinin ilkelerini gözler önüne sermektedir.
Kur’an’ın Aile Bağına Verdiği Önem
Toplumun temel yapı taşı olan aile kurumunun mahiyeti ve kapsamı yöreye, kültüre, zamana ve millete göre farklılıklar arz etmektedir. Toplumsallaşmanın ilk sosyolojik birimi olan aile kurumu, bazen sadece anne, baba ve evlenmemiş çocuklar olmak üzere çekirdek aile için kullanılırken bazen de en geniş manasıyla bütün insanlığı ifade etmek için kullanılır.
İslam dini ailenin teşekkülünü, bireyin aile ile ilişkilerini ve aile bağının korunmasını belli bazı normlar çerçevesinde hukuka bağlamıştır. Kur’an’da aile bağının muhafaza edilmesi, aile bireylerinin korunması ve belli bazı haklarda aile efradına öncelik tanınması hususunda onlarca ayet vardır.
Kur’an’ın Milliyetçiliğe Karşı Aldığı Önlemler
Medeni münasebetlerde kan bağı üzerinde bazı hukuki ilişkileri şekillendiren İslam dini aile bağının hukuksal, toplumsal ve siyasal ilişkilerde işin merkezine yerleştirilmemesi için önemli tedbirler almıştır. Evvela üstün ırk düşüncesinin temellerini çürütmüş aile bağının iman bağı yanında önemli olmadığını ortaya koymuştur.
Sonra çeşitliliğe ve farklılıkların korunmasına vurgu yapmıştır. En son ise birleştirici unsur olarak tevarüs yoluyla kuşaktan kuşağa geçen milliyeti değil özgür iradeyle tabi olunan inancı esas almıştır.
Kur’an bütün insanlara nazil olan, emir ve yasaklarından herkesin eşit derecede sorumlu bulunduğu bir kitaptır. Bu nedenle Kur’an İslami kurallar ve hükümler konusunda insanlar arasında akrabalık bağına göre ayrıcalık yapmaz kan bağını iman bağına tercih etmez. Zira İslam’a göre sorumluluk ırsî yolla nesilden nesle geçmez, aksine akıl ve irade yoluyla her insana eşit bir şekilde yüklenir.
Keza İslam’a göre inananları birleştiren temel unsur, soy birliği değil inanç birliğidir. Bunun için İslam dini, bazı tedbirler almıştır.
İslam dini, toplumsal yapıyı inşa ederken toplumu bir arada tutan temel harcın iman olduğunu belirtmiştir.
Müminler arasında geçerli tek bağın iman bağı olduğunu söyleyen Kur’an, buna uygun hareket etmeyenleri uyarmıştır.| © DerVirgül
Kaynak | Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi | Abdulkerim Bingöl