Abdülhamid, hükümetteki en kritik adamlarını gayrimüslimlerden seçerdi
Sultan Abdülhamid’i gayrimüslim düşmanı gibi pazarlayan belli odakların anlattığı masallar bir kenara bırakılırsa, Sultan Abdülhamid hiçbir padişahın yapmadığı kadar çok gayrimüslim yöneticiye iktidarında yer vermiştir
Merhum Cemil Meriç’in veciz ifadesi ile söze başlayalım:
Yaşayanları yöneten ölülerdir. Demek ki öldürülmesi gereken ölüler de var.
Tarih dün yaşandığında hayattı. Tıpkı bizim hayatımız gibi artıları ve eksileri bulunuyordu.
Şartları fazlasıyla zorlayan ferasetli ve zeki insanlar bulunmakla beraber Allah’ın koyduğu yasaların üzerinde keramet gösteren kimse bulunmazdı.
Buna Sultan İkinci Abdülhamid de dâhildi. Oysa günümüze birileri Sultan’ı şeytanlaştırdığı gibi, birileri kerametler uydurarak göklere çıkarmaya çalışıyor.
Tarih bir arabanın dikiz aynası gibidir. Ara sıra bakarsanız önünüzü daha rahat görmenizi sağlar ama yalnızca dikiz aynasına bakarak arabayı süren bir şoför ya duvara toslar yahut da bir kamyonun altında soluğu alır.
Sultan Abdülhamid ile ilgili bir meseleyi ele aldığında araştırmacılar, ne yazık ki ifrat ve tefrit arasında sloganlar atan fanatiklerin hakaretleri ile demoralize oluyor.
Oysa her tarihçinin çalışmaktan en büyük keyif duyduğu isimlerin başında Sultan Abdülhamid gelir.
Bu dosyada da fanatiklerin sloganını bir kenara bırakarak Sultan Abdülhamid hakkında az bilinen bir konuyu ele alacağız.
Bilinenin ve anlatılanın aksine Sultan Abdülhamid gayrimüslim düşmanı değildi. En kritik görevlere ki bunlar Maliye Nazırlığı, Hariciye Nazırlığı, sultanın özel tercümanı hatta doktoru başta olmak üzere Osmanlı vatandaşlarından seçilen kimseler bizzat Sultan Abdülhamid tarafından atanırdı.
Sultanın sergüzeşti
Sultan İkinci Abdülhamid, tahta çıkması beklenmeyen bir şehzadeydi. Bu yüzden diğer şehzadelere göre nispeten özgür yetiştirilmişti.
Başta Mısır olmak üzere birçok yurtdışı seyahati gerçekleştirmişti. Ticaretle uğraşmış borsada hayli para kazanmıştı.
Kaderin cilvesi Sultan Hamid’e tahtın yollarını açmıştı. Tahta çıkışı ise kendisi için tam bir travma olmuştu.
Amcası Sultan Abdülaziz hal edildikten sonra şüpheli bir biçimde ölmüş, büyük ağabeyi Sultan Beşinci Murad tahta çıktıktan kısa bir süre sonra ruh sağlığını tamamen kaybetmiş ve tahttan indirilmişti.
Daha da kötüsü Sultan Hamid, Mithat Paşa’nın kontrolünde olan hükümette 93 Harbi’ne şahit olmuş, devlet adamlarının yanlış kararlarının nasıl büyük felaketlere sebep olduğunu görmüştür.
Lakin onu büyük bir şüphe sarmalına sürükleyecek vaka ise Ali Suavi’nin gerçekleştirdiği Çırağan Baskını’dır.
Cübbesi ve sarığıyla aykırı fikirleri ile tanınan Galatasaray Lisesi eski müdürü Ali Suavi, 93 Harbi sonrası İstanbul’da mülteci durumuna düşmüş Müslüman ahaliyi yanına alarak Çırağan Saray’ını basmış ve burada gözetim altında bulunan Sultan Beşinci Murat’ı tahta çıkarmaya teşebbüs etmiştir.
Ali Suavi, Yedi Sekiz Hasan Paşa’nın kafasına vurduğu bir sopa darbesiyle ölmesi darbe teşebbüsünün akamete uğratmıştır.
Bu hadise sonrası Sultan Abdülhamid sonunun amcası Abdülaziz gibi olacağından endişe ederek yanlış kararlar almıştır.
Sultan Abdülhamid olası bir darbe girişimini engellemek, kendisi ve ailesini koruması için İngiliz Büyükelçisi aracılığıyla Birleşik Krallık’tan yardım talep etmiştir.
Bu talep Osmanlı’ya pahalıya mal olmuştur. İngiliz zırhlıları İstanbul Boğazına demir atmış, ardından vehmin sebep olduğu krizlerden birisinde Kıbrıs İngilizlere tek kurşun atılmadan bırakılmıştır.
Sultan Abdülhamid sakinleşip, kendisine geldiğinde tabir-i caizse iş işten geçmiştir. Ata yadigarı topraklar İngilizlere kaptırılmış bu durum Sultan Abdülhamid’i derin bir üzüntüye sevk etmiştir.
Sultan Abdülhamid bir gün, kendisine oldukça isabetli bilgiler getiren bir Paşa’ya bunu nasıl yaptığını sorar.
Paşa belli kişilere kendi cebinden ödediği bir miktar para karşılığında bu kişilerin kendisine küçük notlar hazırlayarak bilgiler temin ettiğini söyler.
Bu vaka Sultan Abdülhamid’e parlak bir fikir verir, hukuken Polis teşkilatına fiilen kendisine bağlı Hafiye Teşkilatı kurulur. Tüm yurdu bir örümcek ağı gibi saracak Hafiye Teşkilatı fikri bu şekilde doğmuştur.
İş öyle bir noktaya gelir ki demiryolu ve karayolunun bulunmadığı en ücra köylere kadar telgraf hatları inşa edilerek kusursuz bir haberleşme ağı kurulur.
Yurdun dört bir yanından telgraf ve mektuplar yoluyla on binlerce jurnal doğrudan doğruya Yıldız Sarayı’na ulaşır.
Sultan Abdülhamid’in kurduğu hafiye teşkilatı kusursuz çalışıyor ama aynı teşkilat bir noktadan sonra devlet sistemini yıkımın eşiğine getirmiştir.
Öyle ki sıradan bir vatandaşın gönderdiği jurnal bir valinin raporundan daha kıymetli hale gelmiştir.
Şeyhülislam, Sadrazam, mebuslar, zabitler, esnaf, papazlar herkes Sultan Abdülhamid’e jurnal gönderiyordu ve iş çığırından çıkma noktasına gelmişti.
Belli bir süre sonra yazılan jurnaller ise işin ciddiyetten uzaklaştığını gösteriyordu çünkü baba oğlunu, damat kayın babasını jurnalliyor, bir devlet dairesinde memurlar birbirlerinin ayağına çelme takmak için jurnal yazma yoluna gidiyordu.
Sistemin yozlaşmasının en önemli nedeni Sultan Abdülhamid’in yer yer hastalık derecesine varan evhamından kaynaklanıyordu.
Abdülhamid son cuma selamlığında
Hareket Ordusu 23 Nisan 1909 bir cuma günü İstanbul’a girmeye başladığında Sultan Abdülhamid son kez cuma selamlığına çıkmıştı.
Kaosa teslim olmuş şehirde Sultanın hiçbir etkinliği kalmamıştı. Selamda kendisini karşılamaya gelenlerin sayıca azlığı artık Sultan Abdülhamid’in Osmanlı siyasetinde de bir gücünün kalmadığının işaretiydi.
Yine de başıboş isyancıların dışında Sultan Abdülhamid’e bağlı Hassa ordusu ve Kürt taburları şehirde uzun sürecek bir direniş için yeterli teçhizata sahipti.
Sultan Abdülhamid ise kısa süre içinde gerçekleşen karşılıklı darbe kalkışmasında İstanbul halkının büyük zarar gördüğüne şahit olmuştu.
Ayrıca tabiatı itibariyle naif bir kişiliğe sahip olan Sultan şehirdeki terör havasının artık bir son bulmasını istiyordu. Bu yüzden kendisine yapılan direniş tekliflerini reddetti.
Buna rağmen kendisine bağlılığını bildiren Hassa ordusundan üç tabur teslim olmayı reddederek Hareket Ordusu’na karşı çatışmayı tercih etti.
Son derece kanlı çatışmalardan sonra bu taburların tamamı yok edildi ve Hareket Ordusu kısa bir süre içinde şehre hâkim olmayı başardı.
Ve Sultan Abdülhamid tahttan indiriliyor
Sultan Abdülhamid, 31 Mart 1909 (Miladi takvimde 13 Nisan 1909) yılında gerçekleşen hadiselerin tarafı değildi. Olayların önüne geçmek için de elinden geleni yaptı ama isyancılar onu dinlememişti.
27 Nisan 1909 yılına gelindiğinde işgal altında bulunan Yıldız Saray’ına yönelik yapılacak son bir iş kalmıştı: Abdülhamid’i tahttan indirmek.
Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesi için öncelikle bir fetva hazırlanması gerekiyordu.
Fetvanın yazılması görevini daha sonra cumhuriyet döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı için önemli görevler üstlenecek İttihat ve Terakki mebusu Elmalılı Hamdi Yazır bizzat kaleme aldı.
Bu metin, Hal Fetvası Emini Hacı Nuri Efendi’nin önüne geldiğinde büyük bir şaşkınlık yaşayan Nuri Efendi metne fetva vermek yerine derhal istifasını sundu.
Fetvaya göre Abdülhamid tahttan indirilmek için üç büyük suç işlemişti: 31 Mart’a sebep olmak, Kuran yaktırmak ve israf suçları fetvada belirtiliyordu.
Sultan Abdülhamid’e yöneltilen suçlar inandırıcı değildi. Sultanın 31 Mart’ı engellemek için gösterdiği çabayı neredeyse tüm İttihatçılar biliyordu.
Kur’an yaktırdığına dair iddialar doğru ama eksikti, Sultan Almancadan tercüme edilen Türkçe mealleri toplatmıştı. Bu eserler son derece kötü tercüme edilmiş ve yanlış bilgilerle doluydu.
İsraf konusu ise inandırıcılıktan son derece uzaktı, çünkü Abdülhamid neredeyse cimri denilecek kadar tasarruf sahibiydi.
Hacı Nuri’nin istifasından sonra onu ikna çabaları sonuç vermiş ama Nuri Efendi son maddeyi değiştirmiş ve hal etmek yerine Sultan Abdülhamid’in tahttan çekilmesini istemenin ya da kararı meclise bırakmanın daha doğru olacağını tavsiye etmiştir.
Fetva çıkarıldıktan sonra meclis kararı hızlıca onaylamış ve geriye durumu Sultan Abdülhamid’e tebliğ etmek kalmıştır.
Sultan Abdülhamid’e yapılan tebliğ
Sultan Abdülhamid’e hal edildiğine dair tebliği yapan heyet Ermeni Aram, Laz Arif Hikmet, Selanik mebusu Yahudi Karasu ve Draç mebusu Arnavut Esad Toptani’den oluşuyordu. Heyettekilerin neredeyse hiçbiri Türk değildi.
Özellikle bu tebliğdeki usulden hareket eden birçok kişi Sultan İkinci Abdülhamid’i gayrimüslim düşmanı gibi resmetmekte oysa bu kuyruklu bir yalandır.
Gelin Sultan Abdülhamid’in kritik görevlere atadığı bazı gayrimüslimleri hatırlayalım:
Artvin Dadyan Paşa ( Ermeni) Dışişleri Bakanı
Spiridion Mavroyeni ( Rum ) Özel dokturu
Sami Günzberg ( Yahudi) Diş hekimi
Nişan Efendi ( Ermeni ) Basın danışmanı
Teodor Kasap ( Rum) Saray Kitapçıbaşısı
Agop Paşa ( Rum ) Şahsi Emlakçısı daha sonra Maliye Bakanı
Sarkis Balyan ( Ermeni ) Mimarbaşısı
Aleksandros Karatodori Paşa ( Rum ) Bayındırlık Bakanı
Mareşal Ferdinand ( Bulgar Prensi ) Yaveri
Raimando D’Aranco (İtalyan ) Saray Mimarı
Fausto Zonaro ( İtalyan ) Saray Ressamı
Arturo Stravolo ( İtalyan) Saray Tiyatrocusu
Sava Paşa ( Rum) Dışişleri Bakanı
Ohannes Efendi ( Ermeni ) Ticaret Bakanı
Ohannes Sakızyan ( Ermeni ) Maliye Bakanı
Miamili Portakalyan ( Ermeni )Maliye Bakanı
Sultan Abdülhamid’i gayrimüslim düşmanı gibi pazarlayan belli odakların anlattığı masallar bir kenara bırakılırsa, Sultan Abdülhamid hiçbir padişahın yapmadığı kadar çok gayrimüslim yöneticiye iktidarında yer vermiştir./ The Independentturkish/
Mehmed Mazlum Çelik
*Daha ayrıntılı bir okuma için Hüseyin Çelik’in “Sultan Abdülhamid İngilizlere Niçin Sığındı” yazı serisi ve Abdülhamit Kırmızı’nın “II.Abdülhamid’in Hıristiyan Memurları” çalışmasını inceleyebilir.