14 Mayıs seçimleri | Montajlı videolar, dezenformasyon

14 Mayıs seçimlerine giden günlerde AKP’nin muhalefete karşı yürüttüğü propagandada, montajlı videoların Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yalnızca miting alanlarında gösterilmekle kalmadığına, ana akım medyada da yayımlandığına tanık olundu.

14 Mayıs seçimleri | Montajlı videolar, dezenformasyon

RTÜK’ün CHP’li Üyesi İlhan Taşcı’nın açıklamasına göre, 1 Nisan-11 Mayıs tarihleri arasında devlet kanalı TRT’de Erdoğan’a 48 saatten fazla yer verilirken diğer cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu için bu süre 32 dakikaydı.

Öte yandan Cumhur İttifakı’ndan milletvekili adayı olan bakanlar istifa etmediği için kamu gücünün seçim kampanyasında kullanılması da gelen eleştirilerdendi.

Peki seçim sürecinde tüm bunlar kabul edilebilir mi? Seçmen algısını değiştirmek adına bu tür araçlar kullanılabilir mi? Siyasal iletişimin sınırı nedir?

AKP’nin elinde kalan tek unsur: Güvenlik

BBC Türkçe’ye konuşan siyasal iletişim danışmanı ve Avrupa Siyasi Danışmanlar Derneği Başkanı Gülfem Saydan Sanver, Erdoğan’ın ve Cumhur İttifakı’nın güvenlik politikaları üzerinden bir propaganda oluşturduğunu ve bunun seçmende karşılık bulduğunu anlatıyor:

“Ülkedeki ekonomik kriz çok ağır. Adalet ve Kalkınma Partisi uzun zamandır yeni bir politika üretemiyor. Yeni bir hikaye de yaratamıyor. İnsanların ilgisini çekecek yeni kadroları arasına katamıyor.

“Dolayısıyla elinde tek bir unsur kalmıştı, o da savunma sanayii üzerinden güvenlik politikaları. Güvenlik politikalarına girdiğinizde iki noktayı beraber yaptı, zaten öyle yapılmalıydı. Birincisi İHA’lar, SİHA’lar, askeri gemi ve uçaklarla bir yandan toplumsal gururu okşadı. Özellikle ekonomik kriz altında ezilen toplumun bir anlamda gururu da inciniyordu. Ancak bu tek başına işe yarayacak bir şey değil. Güvenlik politikalarının işlemesi için her zaman bir güvenlik tehdidinin olması gerekiyor. Bu güvenlik tehdidini de PKK üzerinden yaptı. Dolayısıyla iki unsuru beraber ve çok baskın kullandı. Bu güvenlik ve korku politikalarıyla kendi seçmenini ciddi anlamda konsolide etmeyi başardı”.

BBC Türkçe’ye konuşan, iletişimci ve gazeteci Ali Saydam ise Cumhur İttifakı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın propaganda sürecinin iki boyutta incelenebileceğini, bunlardan birinin strateji, diğerininse taktik olduğunu belirtiyor.

Strateji konusunda iktidarın yaklaşımlarının doğru olduğunu düşündüğünü belirten Saydam, “Hedef kitlenin kültür ve değerleri esas alınarak yapılan bir strateji. Milli bağımsızlık, ülkenin bölünmez bütünlüğü konularında toplumda bir duyarlılık görmüş olmalılar ki bunları savunuyorlar. Üçüncü ayak da ‘biz yaptık yine yaparız’ şeklinde gelecekle ilgili vaatlerde bulunmaları” diyor.

Saydam, “Bağımsızlık meselesinde, milli enerji ve maden politikasında atılan adımlar, milli savunmada atılan adımları gösterebiliriz. Basit bir SWOT analiziyle muhalefetin zayıf ve güçlü taraflarına bakarak belirlemiş olmalılar” sözlerini ekliyor.

Taktik alanda, uygulamada ise “AK Parti’nin iletişim çalışmalarını çok zayıf bulduğunu” söyleyen Saydam, “İletişim evrensel bir iş değildir. Bir ülkede olan her ülkede geçerli değildir. Çok farklı müzikler kullanılmaz. Müzikte tekrar ve akılda kalıcılık çok önemli. Ama ben AK Parti’de 7-8 tane müzik saydım. Çok sayıda reklam filmi çekilmiş” diyor.

‘Güvenlik ve korku propagandası karşısında muhalefet zayıf kaldı’

Stratejide hata yaptığını söylediği muhalefetin taktik boyutunda daha disiplinli ve başarılı bulduğunu belirten Saydam, “Ben çok beğendim. Çok yalın ve iyi uygulandı taktikleri ama Anglosakson geldi bana. Anadolu’nun ruhuna uygun değildi. Seçim Anadolu’da kazanılıyor. Türkiye’nin ortak ruhi şekillenmesinin kabulleneceği, sempatik bulacağı şeyler değildi. Kıyı şehirlerde karşılığını bulmasına rağmen, Anadolu’da bulmadı. Stratejik hata, hedef kitlenin terör gibi hassasiyetlerine mesafeli olması”.

“Muhalefetin kampanyası daha pozitif ve umut odaklı. Ama pozitif kampanya biraz yanlış anlaşıldı muhalefette. Pozitif olmak demek söylemlerin sert olmaması demek değil” diyen Gülfem Saydan Sanver de, negatiflik kullanılmasa da belli yerlerde daha net, sert söylemler gerektiğini, muhalefetin kampanyasının daha çok büyük şehirlere yönelik olduğunu belirtiyor.

Sanver “Bir de çiçekler, umut, kalp işaretleri evet büyük şehirlerde ve Batı’da biraz daha keyiflendirdi muhalefet seçmenini. Ama bunlar İç Anadolu, Karadeniz seçmeni için, karşıda yaratılan güvenlik ve korku politikası karşısında zayıf kaldı. Muhalefet de buna tam olarak cevap veremedi” diyor ve ekliyor:

“Seçimden önce İç Anadolu’yu, Karadeniz’i gezdim. Hakikaten tek konuşulan konu CHP’nin PKK’yla iş birliği yaptığıydı. Bu kadar yaygınken buna yönelik kampanya yapmamak büyük bir eksiklik. Bir kampanyanın coşku getirmesi oy anlamına gelmiyor, nerede coşku getiriyor ona da bir bakmak lazım.”

Devlet imkanları iktidar tarafından nasıl kullanıldı?

Gülfem Saydan Sanver, devlet imkanlarının da iktidar tarafından birkaç aşamalı olarak kullanıldığına vurgu yapıyor:

“Cumhurbaşkanı’nın kampanyası aşağı yukarı bir buçuk yıldır seçim ekonomisine girmiş durumda. Yani ekonomiyi toptan düzeltemeyeceği için pansuman niteliğinde diyebileceğimiz sürekli ekonomik vaatlerde bulundu. Bunlar EYT’den tutun ücretsiz doğal gaz, su, asgari ücretin yükseltilmesine kadar… Bu da devlet gücü.

“Asgari ücretin yükseltilmesi belki İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde insanların hayatını bir anda rahatlatan bir meblağ değil ama Anadolu’ya gittiğinizde bu sosyal yardımların önemli olduğunu görüyoruz. Muhalefetin göremediği kadar seçim ekonomisi faydası yarattı.

İkincisi unsurun medya hakimiyeti olduğuna dikkat çeken Sanver şunları ekliyor:

“Bu inanılmaz bir boyutta. TRT eşitlik ilkesini geçtim yok sayma pahasında yayın yapıyor. E Anadolu’ya gittiğiniz zaman internet kullanımı zayıf ve TRT’nin çok yaygın seyredildiğini görüyoruz. Ayrıca diğer haber kanalları, A Haber, CNN Türk gibi oralarda da çok yaygın bir iktidar propagandası var. Teröre karşı olduğunu, elbette yer yer Kemal Bey söylüyor ama bunu duyurabilmesi de kolay değil. Çünkü özellikle televizyon en büyük haber alma kaynağı Anadolu’da ve orada çok büyük bir Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti hakimiyeti vardı.”

TRT’nin ve Anadolu Ajansı’nın iktidar lehine kullanılmasını “doğru bulmadığını” söyleyen Ali Saydam ise, 1954’ten beri seçimleri takip ettiğine, iktidarda hangi parti varsa devlet televizyonun da o partiye hizmet ettiğine dikkat çekiyor:

“VOA ne kadar ABD hükümetinin, TASS ne kadar Rusların etkisindeyse öyle. Böyle bir durum haksızlık mıdır? Evet, haksızlıktır. Ama reel politiktir”.

BBC Türkçe’ye konuşan Journo’nun proje editörü, Viyana merkezli Uluslararası Basın Enstitüsü’nün (IPI) Başkan Yardımcısı Emre Kızılkaya, “Türkiye’de yasalar eşitliği sağlamak için yeterli. Radyo ve televizyon yasasının bir maddesi, sadece TRT değil bütün televizyonların bu anlamda adil yayıncılık yapma yolunda bir talimat aslında” diyor. Türkiye’de sorunun yasal mevzuattan çok uygulama olduğunu ekliyor:

“WhatsApp gruplarından bürokrat ve siyasetçilerin medyayı kontrol eden birtakım isimlere talimat verdiğini Reuters haberleştirmişti. Hal böyleyken TRT’nin ya da RTÜK’ün hükümet dışı bir denetim yapabileceğine inanılmıyor”.

Neden Google aramalarında daha çok hükümet yanlısı yayınlar çıkıyor?

Kızılkaya, kara propagandanın dijital platformlarla da yaygınlaştırıldığına dikkat çekiyor:

“Herkesin içerik üreticisi olduğu dijitalleşen dünyada, siyasi anlamda da her kesimden dezenformasyon, kara propaganda üretenler oluyor. Burada da asıl kritik nokta yeni eşik bekçileri olan dijital platformlar. Bunlar eskiden gazete ile televizyondu, hem öz denetimleri hem de RTÜK gibi kurumlar üzerinden denetimleri vardı. Oysa bugün herkes her şeyi üretebiliyor ve yayabiliyor”.

“Siyasi iktidarın mahsullerinden çıkan dezenformasyon, nefret söylemi, kara propaganda gibi içerikler en önemli dijital platform olan Google tarafından yaygınlaştırılıyor” diyen Kızılkaya, “Türkiye’de artık tek tipçi bir zihniyet tarafından ele geçirilen eskinin ana akım medya kuruluşları, dijital platformlarda güçlü bir geçmişten gelen güçlü bir varlığa sahip olduğu için aynı şekilde varlığını sürdürüyor. Kamuoyu tepkisi olmadığı için Google bu konuda tepki görmüyor. O yüzden onları öne çıkarmaya devam ediyor. Ancak bunlar artık ana akım değil, çünkü ana akımda her türlü görüşü bulmanız lazım, her kesime erişmeniz anlamına geliyor ana akım olmak” sözlerini ekliyor.

Gazeteciliğin ayırt edici özelliklerinden birinin kamu yararını gözetmek olduğunu ancak dijital platformlar için bunun geçerli olmadığını ifade eden Kızılkaya, “Türkiye’de bugün Google’ın bu kara propagandayı, nefret söylemini yaydığını görüyoruz. Taraflar o zaman siyasi olarak eşit yarış içerisinde olmuyorlar” diyor ve ekliyor:

“Google’a ‘Erdoğan’ yazdığınızda, onun açıklamalarının haberleştirildiğini görüyoruz. O nedenle Karayılan videosundaki gibi bir içerik üretildiğinde, Akit’in yalan haberini Google yaygınlaştırıyor, Erdoğan bunu mitinginde kullandığında bir kere de bütün büyük haber kuruluşları üzerinden bir kez daha yaygınlaştırılıyor. Türkiye’de haber ya da seçim araması yapan seçmene belirli bir siyasi görüşü, üstelik de kara propaganda üzerinden empoze etmiş oluyor.

“Google bunu Amerika’da yapamıyor. InfoWars gibi bir yalan haber sitesi, kamuoyu baskısı, bağımsız gazetecilerin üstüne gitmesi, Amerikan kongresinin devreye girmesi, düzenleme baskısının ardından yasaklanmıştı. Bütün Google sonuçlarından çıkarıldı.

“Şu an Türkiye’de Google yüzde 19’a 81 oranında iktidar medyasını öne çıkarıyor. Sivil toplumun veri temelli bir savunu hareketiyle hem kamuoyu bilinci artırması hem de bu dijital platformlardan hesap sorması gerekli. Çünkü seçmenin iyi bilgilendirilmediği yerde seçim olmaz”.

Montajlı video kullanmak siyasal iletişimin bir parçası olabilir mi?

Seçime günler kala AKP’nin dilinde Millet İttifakı’nın terör örgütleriyle ilişkisi olduğu iddiaları yoğunlaştı. Erdoğan 7 Mayıs İstanbul mitinginde, Millet İttifakı’nın 14 Mayıs seçimleri için hazırladığı kampanya filminin üzerine, PKK liderlerinden Murat Karayılan’ın 2015 yılındaki konuşmaları montajlandı ve bu tek bir filmmiş gibi gösterildi.

Kılıçdaroğlu 18 Mayıs’ta ‘Türkiye İçin Karar Ver’ sloganıyla ikinci tur kampanyasını başlattığı konuşmasında, “Açık ilan ediyorum, ben terör örgütleriyle masaya asla oturmadım ve hiçbir zaman da asla oturmayacağım” dedi.

Seçim yarışının, “Erdoğan’ın yalan ve iftira kampanyaları ile gölgelendiğini” belirtti. “Bu ülkenin vatandaşı miting meydanlarında montajlardan ummayan adayları hak ediyordu” dedi.

Sanver, “Ticari reklamda, reklam kurulları her şeye bakıyor değil mi? Fıstıklı çikolata yapıyorsanız buna fındıklı çikolata diyemezsiniz. Ya da karşı ürüne bu fındıklı ürün ama size fındıklı diye yediriyorlar, onun içinde GDO var diyemezsiniz. Bunun çok sert kuralları var.

“Siyasal iletişimde bu kurallar yok. Siyasal iletişimin kuralları etik ve ahlakla sınırlı. Dolayısıyla ‘siyasal iletişimde bunlar mübahtır’ demeniz mümkün değil. Günün sonunda siz toplumu kandırıyorsanız kandırıyorsunuzdur ve bunda sizi yargılayan o toplumun vicdanı olacak.

“Ama bu kadar büyük bir medya aracılığıyla yayıldı ki, seçmen buna inandı. Bunları biz Brexit’te de gördük, Trump’ın ilk seçildiği kampanyada da gördük. Böyle bir gerçeküstülük boyutunda, insanlar dediğinize inanıyor. Erdoğan da inandırmayı başardı.

“Kılıçdaroğlu terör örgütlerine karşı olduğunu defalarca söylemesine rağmen demek ki sesini yeterince duyuramamış. Zaten kampanyanın ikinci fazı da daha çok milliyetçilik duyguları üzerinden, göz ardı edilmiş İç Anadolu seçmenini telafi etmek üzerine. Ama son bir haftada ne kadar etkili olacağını birlikte göreceğiz.”

‘İletişimin kendisi algı yönetmektir’

Ali Saydam ise “İletişimde bu tür numaralara başvurulur her zaman” diyor. “Amerika’da, ‘ABD’nin Irak savaşındaki amacı nedir?’ diye sorulduğu zaman, yüzde 84 oranında, ‘Amerika Irak’a özgürlük, barış ve demokrasi getirmeye gitti’ deniyor. Halk buna inandırılıyor. Siyasi iletişimin temelinde bu var zaten. Hakikat üzerine değil gerçeklik üzerine kuruluyor” sözlerini ekliyor.

“Bana şahsen sorarsanız ben onaylamıyorum” diyen Saydam, bunun halka yalan söylemekten farkı olup olmadığını sorduğumuzda şöyle cevap veriyor:

“Obeziteye yol açan, kanserojen içeren gazlı içecek, ben insanlara mutluluk satıyorum derken yalan söylemiyor mu? Kandil açık destek verip Kılıçdaroğlu buna itiraz etmiyorsa bu ikisini birleştirerek sunmak bir taktiktir, etik olup olmadığı tartışılamayacak kadar hızlı hareket edilen bir konu. Ben şahsen benimsemiyorum. Kendi ajansımda böyle şeyler yapmam. Ama niye böyle yaptı diye de eleştirmem çünkü iletişimin kendisi algı yönetmektir” sözlerini ifade ediyor.

Saydam şöyle devam ediyor: “Siyasal iletişimde neler yapıldığını tarihine bakınca görüyoruz. Amerikan seçimlerine, İngiltere seçimlerine baksanıza. ‘Bel altı vurma’ diye tabir edilen propaganda, eğer karşılığını halkta buluyorsa, burada siyasi iletişimin kuralları geçerli oluyor.

“Yıllarca ABD Vietnam, Afganistan, Irak savaşlarını iletişim boyutunda nasıl meşrulaştırdı? İletişim böyle bir şey. ABD’nin temsilcisi, sermayedarlarının dini tartışmalı olan Cola, Türkiye gibi bir yerde Ramazan’da yüzde 64’le bir numaralı gıda maddesi ve içecek olarak algılanıyor. Ben çok başarılı buluyorum bu iletişim çalışmasını. Etik mi? Bana sorarsanız değil. Ama hangi ürünle ilgili tam gerçekler dile getiriliyor ki siyasette getirilsin?”

Muhalefetin de bunun gibi bir yol izlemiş olabileceğini vurguladığımızda Saydam, “Bence yapmalıydı zaten. Bir dönem Erdoğan’ın FETÖ’nün yaptığı Türkçe Olimpiyatları’nda sanırım, ‘özledik’ gibi konuşmaları var. Onu gündeme getirebilirdi. Ama bunu ne kadar inandırıcı yapabilirdi bilmiyorum çünkü bu bilmem kaç sene önce olmuş”.|BBC

Yayınlama: 21.05.2023
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.