Kendimiz olmadığımız paylaşımlarımız
Olduğumuz gibi değil de olmak istediğimiz gibi kendimizi yansıttığımız Facebook sosyal ağda yayınlanan sözleri derledik. “Ve sen hep ertelerdin gelişlerini. Bir gün ülkede herkes eşit olacak demek kadar boş bir vaat gibiydi sözlerin. Bu ülkede kimse eşit olmayacak ve sen hiç gelmeyeceksin şehrime (…)” “Dürüst olmaktan korkma, kaybedeceğin en fazla yanlış insan olur… Peki bu sözler gerçekten paylaşanların pratik yaşantılarını yansıtıyor mu?
Adem Hüyük
Kimi zaman kimin yazdığının, kim vurdu ya gittiği atar-lı, göndermeli veya sosyal içerikli sözler, paylaşanın o anki ruh halinin dışa vurumu olarak kabul edilse de bu zamanla alışkanlık haline gelerek, kişinin olduğu gibi değil de olmak istediği gibi görünmesinin bir aracı haline dönmüştür.
2012 yılında köşesinde yazdığım gazeteden, “Dört şair olmasaydı Facebook çökerdi” demiştim. Bugün baktığımızda değişine pek bir şey olmadığını görüyoruz.
Yine üretmeden, hangi duygu ve şartlar altında yazıldığını bilmeden, mısraları sübjektif koşullarımıza uydurup, kendimize pay çıkartıyor ve bunun üzerinden mesajlar vermekte ve yargı dağıtmaktayız…
Öte yandan akıllara durgunluk getiren içeriklerde yok değil. Onların da hakkını yememek gerekir.
Aslında sosyal paylaşım ağları, bire bir söyleyemediklerimizin söylendiği alan oldu.
Ayrılanlar, kavuşanlar, kandırılanlar, kazananlar, kaybedenler, acıdan beslenenler vb. gibi birçok yaşanmışlıkların daha cesurca dışa vurumunun platformu olan bu ağlar, beraberinde içi boş bir öz güven depolama görevi gördü-görmekte…
Ama beğenilmek güzeldi […]
Her ne paylaşırsak paylaşalım, başkaları tarafından beğenilmek güzel geldi ve kendimizi önemli hissetmeye başladık. Bu önemli olma hissinin sokakta bire bir ilişkilerde karşılığı olmadığını gördükçe, içimize kapandık ve akıllı telefonumuza daha sıkı sıkıya sarıldık.
Çünkü bizi artık sadece akıllı cep telefonumuz anlıyor ve taktir ediyordu.
“Çünkü biz farklıydık ve bunu diğerleri anlamıyor veya çekemiyordu…” – ama cep telefonumuzdan gelen mesajlar, kendimizi önemli hissetmemizi sağlıyor… Böylece rahatlıyor, yalan ve haksız itibarın bilimsel haklılığı gibi hadsiz yorumlarda bulunma cesaretini gösteriyordu…
Kimin yazdığını bilmediğimiz sözler bizi bire bir anlatıyor ve sanki bizim için yazılmıştı.
Sosyal ağlarda güzel sözlerin paylaşılmasına karşı olduğum anlamı çıkartılmasın. Ancak bunu içselleştirerek yapılması ve pratik yaşantısıyla hiç alakası olamayan paylaşımlar, zamanla kişilik bozukluğuna ve kimlik sorunu gibi derin sorunlar oluşturduğu bilenmekte.
Şöyle ki yıllar önce tanıdığım bir ülkücü şöyle bir paylaşımda bulunduğuna şahit oldum.
“Bir devrimcinin geceye olan hasreti kadar heyecan doluydu seni bekleyişimdeki hasret.
Fakat her gece bir militan şehre inmişçesine çatışma çıkardı şehrimde. Ve sen hep ertelerdin gelişlerini. Bir gün ülkede herkes eşit olacak demek kadar boş bir vaat gibiydi sözlerin. Bu ülkede kimse eşit olmayacak ve sen hiç gelmeyeceksin şehrime…”
Bu paylaşımı 2011 yılında bende yapmıştım. Ancak içerik olarak dünyaya bakış açımla çelişen bir durum olmadığından ve o anki ruh halimle paylaştığımı düşünüyorum. Bir ülkücünün bunu paylaşmasındaki mantığı çözmek gerçekten zor.
Facebook’ta en çok paylaşılan sözlere göz attığımızda, “Bir kız bir erkek için ağlamışsa, O erkek bir daha aşık olmaz” sözünün ne kadar soyut olduğu gibi, “Masallar albayım… Bu dünyada sonu mutlu biten bir tek şey onlar” sözü de özneden ayırarak sosyal ağlara atılan yetim sözlerdir.
Seni seviyorum demenin yetmediği dönemlerde yine edebiyatçılar devreye girerek, tam da bizim duygularımızı dile getirmişlerdir, – veya en azından biz öyle zannettik…
“Dünyadaki bütün çöller bir avuç kalırcasına birer tanecik insan olsalar ve bütün denizlerdeki sular bir yudum kalırcasına birer damla insan olsalar unutma ki tek seveceğim kişi sensin…”
“Yıldızımsın kaymayacak, güneşimsin batmayacak Hayatımsın yaşanacak, umudumsun tutunacak, bu kalp seni hiç unutmayacak…”
“Eğer gökyüzü bir parça kâğıt, deniz bir şişe mürekkep olsaydı yine de sana olan duygularımı yazmaya yetmezdi. Seni o kadar çok seviyorum ki.”
Çünkü sevgimize karşılık vermeyenlere önce, seni seviyorum dedik. Sonra “seni sevi yorumun” önüne ve arkasına sıfatlar eklemeye başladık. Cümleyi kuvvetlendirmek için kimi zaman felsefe yaptık, kimi zaman şairlerden esinlendik ama hep kopya çekti. Baktık sevgimizden anlamıyor, onu zalim ilan ettik.
Kim ne derse desin çoğuları için sosyal ağlar, bir ifade ve fark edilme platformudur.
Toplum içerisinde var olduğunu ispat etmeye çalışanların, aslında toplumun bir parçası olmalarının bir ispat olduğunun farkında olmaması, kişiliklerinden bağımsız yeni bir kişiliğe bürünmelerine neden olmaktadır.
Sözlerimi yine bir Facebook’da sıkça paylaşılan bir sözle bitirmek istiyorum “Hayat öyle bir noktaya getirir ki insanı, eskiden “hiç bitmesin” dediğin günlere, keşke hiç yaşamasaydım dersin.”
Teknoloji kullanma biçimine bağlı olarak hem insanların birbirleriyle olan ilişkilerini hem de insanların gerçeklikle kurdukları ilişkiyi tahrip etmeye başlamıştır.
“Teknoloji, görselleştirilmiş gerçeklik aracılığıyla bireyi gerçek olduğuna inandığı bir evrene yerleştirir çünkü birey bu evreni görmektedir fakat bu evren, bütünüyle kurgusal bir dünyadır, başka bir deyişle imajlar dışında hiçbir şey olmayan yerdir. Kurgusaldır, çünkü görüntü temelli gerçekler üretilmekte ve tüketilmektedir. Örneğin televizyon, var olan gerçekliği görüntüye yansıttığı haliyle tek etkili gerçeklik yapmakta ve kendisine bakmayı kaçınılmaz kılmaktadır.” [Derya Bayrı, “Gözün Egemenliği Tarihin Sonu mu?”, Özne: Baudrillard Sayısı, 14. Kitap, 2011, s. 96.]
Sosyal paylaşım ağları da tek etkili gerçeklik olarak kendisini bize dayatmakta.
Bu dayatma bizi olduğumuzdan farklı hissetmemize neden olmakta – bizi önemli hissettirmekte.
Oysa her insan önemlidir… | © DerVirgül