Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır

Sözlü anlatım ve ilk anlatılarda gerçeklik algısından uzak tasvir edilen mekân masallar ve destanlarda “uzak diyarlar, Kafdağı” gibi tanımlamalar çerçevesine kullanılmıştır. Modern roman tekniğinin gelişmesiyle beraber mekân artık anlatının temel bir unsuru olmuştur.

Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır

Mekân olgusunun metinlerde temel bir unsur olarak gelişim süreci, zaman ve tür açısından önemli değişiklikler göstermiştir.

Sözlü anlatım ve ilk anlatılarda gerçeklik algısından uzak tasvir edilen mekân masallar ve destanlarda “uzak diyarlar, Kafdağı” gibi tanımlamalar çerçevesine kullanılmıştır.

Modern roman tekniğinin gelişmesiyle beraber mekân artık anlatının temel bir unsuru olmuştur.

Bu bağlamda realizm akımının yaygınlaşması sonrası artık mekân olay örgüsü içerisinde duygu ve düşüncelerin yansıtılmasında önemli bir araca dönüşmüştür. 1

Postmodern edebi anlayışın etkili olmaya başladığı edebi teknikte ise mekân artık nesnel bir fiziksel çevre olmaktan çıkarak karakterlerin duygu ve düşüncelerini şekillendiren bir aktöre dönüşmüştür.

Mekânın gösterilmediği, okuyucuya sezdirildiği bu dönemde çevresel faktörlerin bizzat kendisi romanın başaktörü konumuna gelmiştir.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur” romanında İstanbul’un kendisinin bir karakter olarak okuyucuya sezdirilmesi bu açıklamaya örnek olarak verilebilir.

Tanpınar’ın kaleminde eşya ve mekânın ihtiva ettiği mana bilincin temel dayanak noktası olarak ele alınmaktadır.

Bu durum Bergson’un mekân ve zamanı ele alış biçiminin Tanpınar’ın düşünce dünyasında yarattığı etki ile yakından ilgilidir.

Tanpınar eserlerinde insanı zamanın üç boyutu: şimdi, geçmiş ve gelecek döngüsünde bir arada ele almak istemiştir.

Bunu yaparken ise başvurduğu en önemli unsur mekân olarak karşımıza çıkmaktadır.

Mehmet Tekin Tanpınar ve Bergson arasında mekân üzerinden kurduğu ilişkiyi zamanla açıklar:

Romanın etrafında döndüğü insanın karmaşık dünyası ve bu dünyayı izah kaygısı, böyle bir uygulamayı gerekli kılmıştır kuşkusuz. Çünkü yaratılışı gereği insan, sadece geçmişe, sadece hâle, hatta sadece geleceğe değil, zamanın üç hâline de açık bir yapıya, karmaşık bir psikolojiye sahiptir.

O, aynı anda üç hâli idrak edebilecek bir yetenektedir: İnsan, hatırlama yeteneğiyle geçmişe, mevcudiyetiyle şimdiye (hâl’e), sezgi gücüyle geleceğe bağlıdır. Modern romancılar, insanı bu açıdan görmek ve göstermek istemişler ve diyebiliriz ki, bunu da büyük ölçüde başarmışlardır. Onlar, bunu gerçekleştirmek için de, modern psikolojinin rehberliğinde ‘bilinç’i hareket noktası olarak seçmişlerdir. 2

Tanpınar’ın mekânı zamanla ilişkilendirerek en mücessem ifadelerle anlattığı eserlerinden “Mahur Beste” romanında evler ve içerisinde yaşanılan atmosferler içinde taşıdığı ruh şu şekilde tasvir edilmiştir:

İşte medeniyet dediğin bu konağa benzer, Evvelâ o sandığın mucizesi vardı. Yani rahmetli büyük annenin, hoşuna gidecek şeyleri sen farkına varmadan hazırlayan sevgisi… Bu, o medeniyetin yaratıcı tarafıdır ve hakikaten bir mucizeye banzerdi. Her şey âdeta hazır gibi aranmadan bulunur. Her tesadüf, her adım bir mevsim gibi yüklü ve zengindi. Hiçbir arıza bu cömert feyzi tüketmez. Bağdat bitince Kurtuba başlar. O bitince Bursa, İstanbul doğar.

En büyük sanat adamından en basit işçisine kadar her kafa, her kol sonuna kadar velûttur. Sonra günün birinde bu yaratıcı taraf ölür. Büyük anne artık yoktur. Konsol, sandık, hepsi mucizesini keser. Fakat ev sağlamdır hayat eskisi gibi devam eder. Sen o hatıralar için yaşarsın. Mucizenin kendisi değilse bile, ondan her yana sinen sır vardır, emniyet vardır. Aradığını bulamasan bile aramanın zevkini duyarsın.

Sonra bir an gelir, konağın kendisi yanar. İşte enkaz arasında gördüğümüz insanlara benziyoruz. Bir yığın kül, kararmış direk, paslı demir, yer yer tüten duman, is ve çamur içinde işte bulduğumuz şey… Şimdi sen istediğin kadar bu artıklarla yeni bir şey yapmaya çalış istediğin kadar şarkı, eski dünyamızı sev, ona bağlı yaşa sihirli nefes ortadan kaybolduktan sonra elindeki çer çöp yığınından ne çıkar? Hatta hatıranda kalan şey bile bir işe yaramaz. 3

Tanpınar’ın mekânla kurduğu ilişki “Yaşadığım Gibi” eserinde de belirttiği üzere ruh taşıyan varlıklardır

Bir şehirde hatıralar ve tarih yalnız kitaplarda yaşarsa, o şehir kendi zamanlarını kaybetmiş demektir. Çünkü asıl canlı hatıralar, zamanla kutsilik kazanmış, tılsımın usta eli dokunduğu için canlanmış, ruh sahibi olmuş maddenin taşıdığı hatıralardır. 4

Hikâyelerde ‘mekânın’ kurgulanışı ve karşılaştırması: “Tahsin Efendi, Bir Yol ve Bir Tren Yolculuğu”

Yukarıda belirtildiği üzere Tanpınar eserlerinde mekânı canlı bir aktör olarak okuyucusuna sezdirir.

Hikâyelerinde de çevre ve atmosfer zamanın inşası ve ortaya bir bilinç akışı çıkartılmak üzere kullanılır.

Bu durumu en mücessem şekliyle gördüğümüz ilk hikâye “Tahsin Efendi” anlatısıyla karşımıza çıkmaktadır.

Tanpınar’ın “Tahsin Efendi” hikâyesi  “Bir Yol ve Bir Tren Yolculuğu” hikâyelerinde de görülebileceği üzere mekânın tasviri ile başlamaktadır.

Tanpınar, hikâyelerinde mekân tasvirleri ile başlamasındaki sebep yaşanacak olay ve karakterlerin duygu dünyasını okuyucuya sezdirmektir çünkü eşyadan insana giden Tanpınar eşyaya yüklediği anlamlarla karakterin ruh-i haletini ortaya koyar:

Tahsin Efendi’yi ilk defa olarak bir kış gecesi gördüm… 5

“Bir kış gecesi” tamlaması şeklinde kısacık ifadelerle yapılan bu girişte hikâyenin elemli ve buruk bir düzlemde devam edeceğini işaret ediyor.

Benzer şekilde “Bir Tren Yolculuğu” hikâyesinin hemen girişinde tasvir ettiği kötü hava, hikâyenin kasvetli bir şekilde başlayacağını okuyucuya hissettirmektedir:

Hava yağmurluydu. Tren ara sıra şiddetli sağanakların arasından geçiyor, pencere camları, vagonların üstü, yanları dakikalarca kamçılanıyor, bazen su serpintilerinin içeriye girdiği bile oluyordu.

Sonra bu şiddet duruyor, gök biraz yukarıya çekiliyor, yüksekte açık mavi, menevişii tek bir çiçek gibi tepemize asılıyor, o zaman manzara gülüyor, ışıkla karışan ıslaklık, içimize bir nevi tazeleşmiş dünya hissini yayıyordu.

Sonra yine simsiyah bir bulutun ülkesine girerek yine kamçılanıyor, yine ince ağların içine hapsediliyor, bir tabiat ortasında seyahat ettiğimizi unutuyorduk. 6

“Bir Yol Hikâyesi” ise başlangıçta yaptığı mekân tasviri çok daha derin ve hikâye içerisinde değişmesi güç bir kasvetin imgesi olarak bize sezdirilmektedir.

Hikâyenin karakteri bu kez insandan mekâna gitmiş diğer girişlerden farklı olarak karakterin hayatındaki bunalımları yolların fiziksel özelliklerine yükleyerek mekânı bir suçlu gibi resmetmiştir:

İşte, dedi, şu gördüğünüz küçük yol, şu iki ağaç arasında tepenin eteğine kıvrılan patika… Fevkalade hiçbir tarafı yok değil mi? Hemen her yerde bol bol rastgele bileceğimiz alelade bir şey… Bununla beraber nereye gittiğini, nereden geldiğini bilmediğim, bir dönemeçte kaybolan tozlu parçasından başka hiçbir tarafını tanımadığım bu yol benim hayatımda bütün bir sergüzeşttir. 7

Tanpınar ilerleyen satırlarda bu kez tekrar mekâna dönmüş, havanın soğuk ve bulanık olasından hareketle bireyin iç dünyasında yaşadığı felaketleri sezdirmiştir:

Şüphesiz bunda ilk defa gözüme çarptığı günün hususiyetinin de mühim bir hissesi vardır. İstanbul’ dan soğuk ve yağmur!

Bu bir günde ayrılmış tım, ilk çocuğum on gün evvel ölmüştü, karım hasta idi, başka üzüntülerim de vardı. Kısacası kaderle diş dişe, yumruk yumruğa olduğum günlerden biriydi. 8

Tanpınar aynı hikâyenin ilerleyen satırlarında ise mekânın bir parçası olarak kabul edilebilecek havanın durumunu insanın duygu dünyasının bir yansımasından da öteye taşıyarak durumun kesin suçlusu ilan etmiştir ki genellikle eşyadan insana giden Tanpınar burada tersi bir yol izlemiştir:

O zaman ben bu hayalden kurtulmak için ellerimle yüzümü kapatıyor, biteviye yer değiştiriyordum. Sonra tekrar yağmurun sesine dalıyor, tekrar bu ince ve muzır ağın altında insana sıkıntının ve kâbusun bizzat kendisi gibi görünen, güneşsiz, renksiz hayalet manzaralara dalıyordum. 9

Mekân ve insan ilişkisini kurarken Tanpınar’ın ya eşyadan insana gittiğini ya da tersi bir durum ortaya koyduğuna şahit oluyoruz bu sayede çeşitli anlam dünyalara üreten yazar havanın durumundan hareketle kasvetin asıl suçlusunu bir türlü net söylemediği ifadelere de rastlıyoruz.

Yani kötü havaların sebebi karakterin ruh haliyken aynı karakterin ruh haletinin düzelmesi güzel havaya bağlanması karakterin yaşadığı kafa karışıklığının da bir aksi, yansıması olarak değerlendirilebilir: 

İzmit’ten sonra uzun bir müddet yine böyle sürdü, sonra yağmur biraz diner gibi oldu, gök yükseldi bulutların arasından çamur rengindeki dünyaya, başka renkler, iki gün süren bu kötü havanın unutturduğu sıcak kuvvetler girdi. Ve sonra tren yavaşladı. O zaman ben, bu küçük yolun üzerinde iki günden beri ilk defa küçük bir güneş parçasını, küçük ve aydınlık bir halı gibi serilmiş gördüm. Islak söğüt dallarına sevinçle yayılan ve sonra orada, yerde sıcak ve aydınlık bir müjde gibi biriken güneş… 10

Tanpınar bu giriş yöntemini yalnızca hikâyelerin başında değil, olay örgüsü içerisinde de beklenmedik ya da istenmeyen bir durum yaşanacağı vakitlerde kullanmakta mekânın bir parçası olan atmosferi yaşanacakların sezdirilmesinde bir araç olarak kullanmaktadır:

Çok soğuk, fırtınalı, tipili bir geceydi. Yine Tophane kahvesinde çay içiyor ve Bayburtlu bir arkadaşın hicret hikâyelerini dinliyorduk. 11

Hikâyelerin ilerleyen bölümlerinde ise mekân artık atmosfer oluşturmak ya da insanın ruhi haletini yansıtmanın da ötesinde bir karakter gibi ele alınmaktadır.

Örneğin insanın yaslandığı zeminin kendisi olarak ‘toprak’ bir özgürlük anlayışının temsili olarak ‘tren istasyonu’ insanları bir araya getirirken onların duygu dünyasının belirleyicisi olarak ‘kahvehaneler’ hikâyelerin içerisinde önemli imgeler olarak kullanılmışlardır.

Mekânın bir parçası olarak ‘kahvehane’

“Tahsin Efendi” hikâyesinde sosyalleşmenin bir unsuru olarak karşımıza kahvehaneler çıkmaktadır.

Yazar kahvehaneleri insanların toplumsallaştığı bir araç olarak göstermişse de aslında bu mekânlar hikâyedeki diğer karakterler kadar canlı ve bir ruha sahiptir.

Karakterlerin ruhi yapısı mekân sayesinde hikâyenin olay örgüsünün kurulmasında önemli bir unsur olarak kullanılmıştır:

O etrafta uyandırdığı dikkatten habersiz, yavaş yavaş kahvede ilerledi, tam ortada durdu ve sağ elini göğsüne götürerek bizi dervişçesine selamladıktan sonra Vâsıf’ın meşhur terci-i bendini okumağa başladı. Ne güzel şiir okuyuşu vardı.

Hele sıra: ‘Mihneti kendine zevk etmedir âlemde hüner Gam u şâdi-i felek böyle gelir böyle gider’ beytine geldikçe o kadar yepyeni bir şekilde kelimelerin üzerinde duruyordu ki.

Manzume biter bitmez bir köşeye çekildi ve kahvecinin masaların etrafında gezdirdiği tablanın dolmasını bekledi, fakat toplanan paranın hepsini almadı, içinden pek az bir şey aldı gerisini kapı yanında oturan bir ihtiyarın önüne bıraktı ve etraftan yükselen: 

– Buyurun Tahsin Bey, bir kahve için! Seslerine kulak bile asmadan kahveden çıktı. 12

Tanpınar’ın kahvehaneleri sosyalleşmenin bir aracı olarak gördüğünü “Beş Şehir” isimli hikâyesinde de ortaya koymuştur:

[Kahvehaneler], şehir halkının mühim toplantı yeriydi. İş adamları bu kahvelerde birleşiyor, safdil ve meraklı şehirliler uzak memleketlerden dönen yolcuların, garip sergüzeştlerle dolu hikâyelerini, seferden yeni dönmüş yeniçeri ve sipahilerin Kanije ve Oyvar muharebelerinin bizzat şahit oldukları safhalarını burada dinliyorlar, çetin anlarda efkârı umumiye denen şey bu kahvelerde hazırlanıyordu. 13

Kahvehane her satırda kişiselleştirme yoluyla hikâyenin temel bir parçasına dönüştürülmekte daha doğru bir ifade ile hikâyenin karakterlerinden biri hüviyetine büründürülmektedir:

Ayakları çıplaktı ve düğmelenmemiş paltodan çıplak ve kıllı göğsü, üzerinde kar parçalarının yavaş yavaş eridiği esmer bir kaya parçası gibi sert görünüyordu. Kapının önünde bir lahza durdu. Olduğum yerden büyülenmiş gibi ona bakıyordum ve galiba bu hal biraz herkeste vardı, çünkü demin bilardo tıkırtısı, tavla sesi ve bin türlü şamata ile dolu olan koca kahve birdenbire tam bir sessizlik içine düşmüştü. 14

İnsanın en güvendiği mekân ‘toprak’ ona düşman kesilirse

“Tahsin Efendi” hikâyesinde mekân bu kez insanın korkusu olarak karşımıza çıkmaktadır.

İnsanoğlunun tabiatta en güvendiği mekân olarak kabul edilen toprağın bu kez düşmanlaşarak karşısına çıkması insanoğlunda korkunç bir güven bunalımına girmesine sebep olmaktadır.

Hayata dair algıların belirlendiği bütün mekânlar, başta ‘ev’ olmak üzere alışılagelen algılarını yitirmiştir.  

Hâlbuki toprak böyle değil o insanlığın e n güvendiği unsurdur. Saadetini, refahını, emniyetini ona bağlamıştır. Onu her zaman itaatli, müşfık veyahut hiç olmazsa lakayt ve sakin görrneğe alışmışızdır. Toprağın sarsılması işte bu emniyetin yıkılmasıdır ve bir dost tarafından hançerlenmeğe benzeyen vahim bir hali vardır. Onun için denizden gelen tehlike karşısında atik ve cesaretli kesilen insan, topraktan gelen tehlike karşısında maneviyatını kaybetmiş bir sürü şekline giriyor. İlk zelzele gecesi daha bu işin manasını anlamadığım için erkenden yatağıma girdim ve Selanik tarihini okumağa başladım. 15 

İnsanların kendilerini güvende hissettikleri ve üzerine medeniyetler inşa ettikleri ‘toprak’ onlara ihanet etmiş, dolayısıyla toprağın üzerinde bulunan her şey artık anlamını yitirmiştir.

O sebeple artık en mahrem mekân olan ev bile artık girilmesi tehlikeli bir yerdir. Toprak insana ihanet ettikten sonra ev, konak veya köşk artık tüm mekânlar insanın düşmanıdır.

Tanpınar, bu yolla mekânı artık insanın ruh halinde bir korku öğesine çevirmiştir: 

Ve sonra ay. . . Yalnız b u sefer Çifte Minare’nin üstünde yine aynı sakin gülüşle ve peşinden çok görmüş geçirmiş ihtiyar çehrelerine baktığımız zaman duyduğumuz hatıralar selini sürükleyerek bakıyordu. Ne yapacaktım? Tık önce evime gidip yatmayı düşündüm. Sarsıntı biraz kesilmişti, fakat gündüz, kazalardan o kadar korkunç haberler gelmişti ki, dört duvar arasına girmek için lazım gelen ruh kudretini kendimde bulmak oldukça güçtü. 16

Üzüntünün ve mutluluğun dahi belirleyicisi konumundaki mekân yitirilmiştir, oysa “Bir Yol” hikâyesinde mekânın insan üzerindeki belirleyiciliği şöyle açıklanıyordu Tanpınar tarafından

Bilmem sizde de böyle midir yolculuk benim üzerimde daima iyi ve unutturucu bir tesir yapar. Istıraplarımızın, üzüntülerimizin mekânla yahut hayatımızın tabii muhitiyle sıkı bir alakası olsa gerek. Bir muharririn dediği gibi, falan yerde en kesif şiddetinde olan bir acı iki yüz kilometre daha ötede ve başka insanlar içinde biraz daha hafif ve daha kabil-i tahammül oluyor.  17

Tanpınar’ın üç hikâyesi de mekânla açılır ve mekân tasviriyle kapatılır. İlk tasvirler karakterlerin duygu dünyasının izlerini anlatmak içinse de kapanıştaki mekân tasvirleri okuyucunun duygularına yönelik betimlemelerdir.

Bu sayede okuyucunun hikâye hakkında düşünmesini ve en önemlisi de hissetmesini sürdürmektir.

“Bir Tren Yolculuğu” hikâyesinin kapanışında Tanpınar’ın resmettiği tablo mekândan karaktere değil, doğrudan mekândan okuyucuya gitmeye yönelik bir anlam taşır:

İstasyona gelmiştik. Büyük okaliptüsler, yağmurlu ve karanlık gecenin bütün bir tarafını, şaşmaz bir keder gibi zapt etmişti. Yerde, istasyonun dağınık ışıklarının uzun ve titrek akislerle doldurduğu büyük su birikin tileri vardı. 18 / 
Mehmed Mazlum Çelik /Independent Türkçe

 
Tanpınar yukarıda ele almaya çalıştığımız üç hikâyesinde de mekândan insana gitmiştir.

Bunu yapmasındaki amaç okuyucunun yaşanacaklar ve karakter hakkında bir duyuş sahibi olmasını sağlamaktır.

Nitekim tüm bu unsurları özeti sayılabilecek şekilde Tanpınar eşya, zaman ve insan ilişkisi şöyle açıklamaktadır:

Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır. 19

Kaynakça:

1. Mehmet Tekin, Roman Sanatı: Romanın Unsurları, İstanbul: Ötüken Yayınları, 2012, s.67.
2. Tekin, Roman Sanatı: Romanın Unsurları, s.127
3. Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahur Beste, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2005, s.90-91
4. Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2011, s.192
5. Ahmet Hamdi Tanpınar, Hikâyeler, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2011, s.86
6. Tanpınar, Hikâyeler, s.266
7. Tanpınar, Hikâyeler, s.77
8. Tanpınar, Hikâyeler, s.77-78
9. Tanpınar, Hikâyeler, s.78-79
10. Tanpınar, Hikâyeler, s.79
11. Tanpınar, Hikâyeler, s.89
12. Tanpınar, Hikâyeler, s.90
13. Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2017, s.66
14. Tanpınar, Hikâyeler, s.89
15. Tanpınar, Hikâyeler, s.91
16. Tanpınar, Hikâyeler, s.94
17. Tanpınar, Hikâyeler, s78
18. Tanpınar, Hikâyeler, s.276
19. Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2015

________________________________________________________________________________________________

Biz ancak sizin desteğinizle ayakta kalabilir ve büyüyebiliriz!

Siz bu haberi okurken, biz yeni bir haberi yazmaya başlıyoruz. Kimi zaman içerik üretmek için haftalarca araştırma yapıyor, insanlarla görüşüyoruz. 

Bunu yaparken de habere konu olan taraf, olay, gelişme ve açıklamaların “şartlarından bağımsız” olarak sizlere aktarmaya çalışıyoruz. 

Objektif haber, özgür yorum anlayışımızla hiçbir gücün etkisi altında kalmadan ve her gün yeniden ve yeniden öğrenerek yazmaya devam ediyoruz…

Editoryal bağımsızlığı sağlayabilmek, siyasi ve ekonomik bağımsızlıkla mümkündür. 

Bu nedenle Der Virgül’ü destekleyin ve Avusturya’da Türkçe bağımsız kaliteli gazeteciliğin gelecekte de var olmaya devam etmesine yardımcı olun…

Der Virgül sadece okuyucularına karşı sorumluluk duyar…. 

Destekleriniz için

IBAN: AT45 6000 0103 1026 6499 / Adem Hüyük

 

Yayınlama: 17.06.2022
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.