Obsesif şekilde Oğuz Atay’ı takip etmek hakkında bir yazı
“Kelimeler yalnızlığı unutturdu ve yalnızlık kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde. Kelimeler, yalnızlığı anlattı ve yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. Yalnız kelimeler acıyı dindirdi ve kelimeler insanın aklına geldikçe yalnızlık büyüdü, dayanılmaz oldu”
Çarşamba günü ölüm yıldönümü olan Oğuz Atay, “Türk Tutunamayanlar Ansiklopedisi” önsözünde der ki;
Benden sonra bu işi yapan çıkmaz. Gençlik şimdi somut sorunlarla ilgili. Hemen işe girişmeliyim.
Şayet soyut bir “Türk Tutunamayanlar Ansiklopedisi” var ise ben de burada olmalıyım, somut sorunlar yerine bu işin peşine düşmeliyim, dedim ve Oğuz Atay’ın attığı adımları takip ederek 2021 sonlarına doğru düştüm yollara.
Zaten beni ben yapan şey değil mi “adamım, bu küçük işlere ben bakarım” diyerek yollara düşmek.
Oğuz Atay’ı takip etmek obsesif bir duygu halini aldı bir noktadan sonra.
“Tutunamayanlar” romanını yazdığı eve gittim, inşaatında yer aldığı, betonunu döktüğü Kadıköy iskelesinden vapura binerek Ortaköy’de “Sanırım bu hayatta bıraktığım tek eser bu olacak diyerek” inşa ettiği duvarı aradım Ortaköy sokaklarında.
“Tutunamayanlar” kitabını edebiyat dünyamıza kazandıran ilk yayıncıyla konuştum, sevdiği kadınların izini sürdüm.
En yakın arkadaşından mesajlar aldım. Hatta bir itirafta bulunayım; kimse de bilmez, “Bağlantı” öykümü sırf aramızdaki bu bağlantılı hal üzerine yazdım.
Son 3 yılımda arkadaşlarım, akrabalarımdan daha çok Sevin Seydi, Fikriye Hanım, Selim, Hikmet, Bilge’yle bir aradaydım.
Hâlâ da onlarlayım sayılır.
İdealizm köprüsünü yıktım, realist bir çerçevede bu adımların peşinden koştum.
Modern sanat için Van Gogh ne anlam ifade ediyorsa Türk edebiyatı için Oğuz Atay o anlama gelir diyerek “Tutunamayanlar” öncesi ve sonrası vardır, dedim dedim durdum.
Bir şey yapmalı, öyle beylik laflarla, somut şeyler değil. Yıllar sonra anlaşılacak, değeri bilinecek bir şey diyerek “Bir telaş çağının tam ortasında Oğuz Atay’ın odasında tutunmaya çalışmak” ismiyle o romanın yazıldığı eve gittim, “Filmlere konu olacak bir hikâye: ‘Tutunamayan’ bir kitabın tuhaf basılma serüveni” diyerek bu çağ açıp çağ kapatan romanın hikayesini, yazılma sürecinin en yakını olan yayınevi sahibinden dinledim.
Öyle ya; söz uçuyor, yazı kalıyordu. Ve Oğuz Atay’ın çok sevdiği Virginia Woolf haklıydı; “Asıl hayat yazmaktır.”
Hem 2021 senesini düşünüyorum da yazmasaydım ben de delirebilirdim!
Çünkü;
“‘Önce kelime vardı’ diye başlıyor Yohanna’ya göre İncil. Kelimelerden önce de yalnızlık vardı ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti yalnızlık. Kelimenin bittiği yerden başladı. Kelimeler yalnızlığı unutturdu ve yalnızlık kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde. Kelimeler, yalnızlığı anlattı ve yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. Yalnız kelimeler acıyı dindirdi ve kelimeler insanın aklına geldikçe yalnızlık büyüdü, dayanılmaz oldu” diyen bir adamın peşinden gitmek, adımlarını takip etmekten daha güzel ne olabilirdi bu hayatta
Hem yola düşülecekse böylesi bir kayboluştan daha güzeli olabilir mi?..
“Fakat bunlar yazı, sevgili Bilge; kötülüğüm, kelimelerin arasında kayboluyor” diyen bir adam, beynindeki tümör sebebiyle 13 Aralık günü öldü.
Yazmaktan ve sevmekten vazgeçmeyerek…
Benim Oğuz Atay yolundaki gezginliğimin nedenine gelirsek;
Okuyucusuna “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?” diye sorduğu sorunun yanıtını verme çabası sadece.
Bu kadar basit.
Öyle ya “gençlik şimdi de somut sorunlarla ilgili. Ben de hemen işe girişmeliyim.” | The Independentturkish | Cengizhan Çelik