Türklerden önce Avrupa’da kurulan iki İslam Devleti
Türklerin Avrupa’da Viyana kapılarını iki defa zorladığını biliyoruz. Oysa en güçlü dönemini Türklerle yaşasa da Avrupa’daki Müslüman varlığı Osmanlılarla başlamadı.
The Independentturkish | Mehmed Mazlum Çelik
Türklerin Avrupa’da Viyana kapılarını iki defa zorladığını biliyoruz.
Oysa en güçlü dönemini Türklerle yaşasa da Avrupa’daki Müslüman varlığı Osmanlılarla başlamaz.
Hatta Osmanlılardan önceki Beyliklerden de evvel Avrupa’da iki büyük İslam Devleti kuruldu. Bunlar Endülüs ve Sicilya İslam devletleriydi.
Endülüs İslam Devleti
Bugün Endülüs ismi İspanya’da “Andalucía” olarak varlığını devam ettiriyor.
Sevilla, Cádiz, Córdoba ve Malaga gibi önemli şehirlerin bulunduğu bölge yaklaşık 800 yıl boyunca Müslüman idarecilerin hâkimiyetinde kaldı.
Bugün Müslüman İspanya’sı anlamında kullanılan Endülüs isminin kökenleri hakkında İslam Ansiklopedisi ilgili maddesinde müellif Mehmet Özdemir şu bilgileri aktarıyor:
Araplar tarafından İspanya için kullanılan ve ülkeden tamamen çıkarılmalarından sonra İspanyolcaya Andalucia şeklinde ve önceleri yalnız “Müslüman İspanya’sı” anlamında geçen Endülüs (Endelüs) kelimesinin kökeni kesin biçimde tespit edilebilmiş değildir. Bugün genellikle, Hispania Karşılığı olarak ilk defa fetihten sonra 98 (716) yılında basılmış bir sikke üzerinde görülen ismin. V. yüzyılda Kuzey Afrika’ya geçmeden önce on sekiz yıl kadar İspanya’nın güneyinde kalan Vandallar’ın (Vandalus) adından türetilmiş olabileceği (Vandalicia /Vandal ülkesi) kabul edilmektedir.
Arapların bölgeye ilk defa 711 yılında Velid bin Abdülmelik Halifeliği sırasında Tanca Valisi Tarık bin Ziyad komutasında geldiği biliniyor.
Endülüs ismi tek bir devlet izlenimi oluştursa da aslında 800 yıl içerisinde bölgede yaklaşık 5 yönetim kurulmuştu.
Bunlar sırasıyla; Endülüs Emevîleri (756-1031), Tavâifu’l-Mülûk dönemi (1031-1090), Murâbıtlar dönemi (1090-1147), Muvahhidler (1147-1229) ve Gırnata Benî Ahmer Emirliği (1238-1492) yönetimleriydi.
Arap Müslümanlar, İspanya kıyılarına ilk defa çıktıklarında onlara ilk biat eden ve fetihlerde büyük yararlılık gösteren Yahudilerdi.
Vizigotların zulmü altında büyük acılar yaşayan Yahudi milleti Arap fetihlerini büyük bir memnuniyetle karşılamış ve gereken desteği sağlamıştı.
Bir medeniyet ve hoşgörü imparatorluğu
Abbasiler, Emevi İmparatorluğunu yıkınca Endülüs kendi bağımsızlığını ilan etti.
Bu hem ardı arkası kesilmeyecek siyasi kargaşaların fitilini ateşledi hem de tarihte eşine az rastlanır bir hoşgörü medeniyeti inşa edilmesine neden oldu.
Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler bir arada yaşıyorlar ve çok güçlü bir kültür alışverişinde bulunuyorlardı.
Endülüs, İslam dünyasına damgasını vuracak sayısız ilim erbabı ve düşünür yetiştiriyor, dillere destan kütüphaneler inşa ediyordu.
Endülüs’te yetişen bazı önemli isimler
İslam musikisini zirveye çıkaran ve ud’a beşinci teli ekleyen Ziryab; Türkçe’de “Güvercin Gerdanlığı” olarak bilinen “Tavku’l-Hamâme fi’l Ülfeti ve’l-Üllaf” eserinin müellifi İbn Hazm; “Hay b. Yakzân” eserinin müellifi İbn Tufeyl; Anadolu’da tasavvufun öncüsü olan Muhiddin Arabi (İbnül Arabi); Batının Abe’n Rochd olarak tanıdığı İbn Rüşt; Batı akademilerinde Maimonides olarak okutulan İbn Meymune ve İslam toplumunda sosyolojinin kurucusu İbn Haldun Endülüs’ün yetiştirdiği birkaç önemli isimden birisiydi.
İbn Haldun doğduğu topraklar olan Endülüs’ün sınırlarını şöyle belirlemişti:
Akdeniz iki denizin birleştiği Tarif’te başlar. Tarif’in doğusunda Akdeniz kıyısında el-Ceziretü’l- Hadra,bundan sonra sırasiyle Malaka, Menkib ve Almirye bulunur. Bunların arka ve batı taraflarında Şeriş ve Leble Kasabası vardır.
Bundan sonra Estece ve Kurtuba, Medile, Gırnata, Ceyyan, Edebe, bundan sonra Yaş Ovası ve Basta bulunur. Bunların alt tarafında Şentemiriye ve okyanus kıyısında batıda Şilb bulunur. Bu iki şehrin doğusunda Batluyus,Marde, Yabre, Gafik ve Betzcale şehirleri ve bunlardan sonra Ribah Kalesi, bunun aşağı tarafında batıda okyanus kıyısında Uşbune ve Bace Irmağı kenarında Bace’nin doğusunda Şenterin şehri vardır…
Doğu kısmına gelince bu ülkenin Akdeniz sahilinde Almirya’dan sonra Kartacina, bundan sonra Elefte, Daniya ve Valensiya gelir… Bunun doğusunda Mürsiye, bundan sonra Şakr, bundan sonra Tartuşa ve bu iklimin bu kısmının sonunda Tarkuna bulunur. Tarkuna’nın aşağı tarafında ve onun kuzeyinde Mencale toprakları ve Veride bulunur. Bunlar Şakura’ya bitişiktir. Tuleytula ise bunların batısındadır.
(Mukaddime)
Engizisyon ve yeniden işgal
İspanyollar milli birlik ve yeniden toparlanmak için ülkülerini Endülüs’ün işgal edilmesi olarak belirlemişti.
Siyaseten büyük bir Emevi devletinin gücünü arkasına alan Endülüslüler kısa sürede bu güçten yoksun kalmışlardı.
Afrika’da Muvahidler Endülüslülere askeri destek sağlasa da Müslümanların iç çekişmeleri Endülüs’ün İspanyollar karşısında güçsüz kalmasına neden oldu.
Hristiyanların başlattığı işgal hareketi 1492 yılında Gırnata Benî Ahmer Emirliği’nin düşmesiyle başarıya ulaştı.
Mekkarî, Gırnata’nın son ve kahramanca direnişindeki şartları şöyle tasvir eder:
Kış mevsiminin gelmesiyle bastıran aşırı soğuklar ve şiddetli bir şekilde yağan kar ile birlikte, şehrin dışarı ile bütün giriş-çıkışları kapanmış oldu. Şehirde yiyecek maddeleri iyice azaldı. Bu yüzden fiyatlar son derece arttı ve sefalet yaygın bir hal aldı.
Bu kuşatma esnasında düşman, şehir surları dışında kalan her tarafı, bir karış yer bırakmaksızın işgal altına almış, Müslümanlara ekin ekip mahsul yetiştirme imkânı bırakmamıştı. Şartlar, gün geçtikçe daha kötüye gidiyordu. Bu sırada hicrî 897 yılının başlarıydı.
Düşman, Müslümanları aç bırakarak, savaşsız teslim olmalarını sağlamak arzusunu taşıyordu. Halktan pek çoğu, açık yüzünden Büşşerat bölgesine kaçmıştı. Neticede safer ayı girdiğinde, içinde bulunulan sıkıntı ve sefâlet en yüksek noktasına ulaşmıştı.
(İsmail Yiğit – Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslam Tarihi:
Endülüs ‘Gırnata’-Beni Ahmer Devleti ve
Kuzey Afrika İslam Devletleri)
Bu çöküş İspanya Müslümanları ve Yahudi halkı için eziyetli ve mihnetle geçecek günlerin başlaması anlamına geliyordu.
1 milyona yakın masum Yahudi, tarihin gördüğü en barbar mahkemelerinde (Engizisyon) yargılanarak sürgün edildi, hapse atıldı, din değiştirmeye zorlandı veya idam edildi.
Cem Sultan krizi ve Kıbrıs muhasarası gibi önemli olaylar Osmanlı’nın İspanya’da yaşanan gelişmelere dikkatini vermesini engelledi.
Osmanlı siyasi müdahale imkânı olmasa da bölgede yaşanan insani drama karşı duyarsız kalmadı.
Binlerce Müslüman ve Yahudi İspanyol zulmünden Osmanlı Devleti’ne sığınmıştı.
Osmanlı vilayetine sığınan Yahudi ve Müslümanlara geçiş izni verilse de 12 yaşından küçük çocuklarını yanlarında götürmelerine izin verilmeyerek zorla Hıristiyanlaştırılıyordu.
Bu durum birçok kişinin takiye yaparak İspanya’da kalmalarına neden oldu. Morisco olarak isimlendirilen gizli Müslümanlar uzun süre varlıklarını sürdürse de zaman içerisinde tarih sahnesinden çekilmişlerdi.
Endülüslülerin İspanya’da yaşadıkları zulüm ve mağlubiyetler çeşitli “feryatnamelerde” günümüze kadar ulaşmıştı.
Ah! Yarımadada İslâm’a göz değdi, yağdı belâ yağmur gibi. Şimdi o canım Endülüs şehirlerinde, İslâm’ın ne namı var ne nişanı; Sanki hiç olmamıştı, sanki baştanberi yoktu.
Belensiye’ye bir sor, Mürsiye’nin hali nicedir? Şâtibe’nin başına gelenler? Ceyyan ne oldu? Toprağı buram buram bilgi tüten Kurtuba. Bilginlerinin adı ta uzaklarda çınlayan Kurtuba’ya ne oldu?
Nerede Hıms’ın o ışıklı, o aydınlık bahçeleri, güneşi tazeleyen bahçeleri. Tükendi mi çılgın çılgın akan şeker gibi tatlı nehirlerinin suyu?
Endülüs binasının temelinde birer köşe taşıydı bunlar bu güzelim vatan köşeleri kül haline geldikten sonra yaşamak boşun boşu, İnsan yaşamaya ne borçlu?
Yüce İslam, yârinden ayrılmış bir genç gibi. Güçlü bir genç gibi, sessiz fakat gözünde gözyaşı dolu. İslâm’dan boşalıp inkâr karanlığıyla dolan Endülüs için, ulu İslam, karalar bağladı, gece gündüz yas tuttu.
Cami kilisedir artık, hilâl yerine haç asılı Nur yüzlü ezan yerine, bitmeyen bir çan sesi, bir baykuş uğultusu…
1492 yılının 4 Ağustos’unda ilk Yahudi kafilesi İstanbul’a ulaştığından Türk ve Yahudi halkı arasında derin bir dostluk bağı oluştu.
Endülüs trajedisinden önce de İstanbul’daki Musevi halkı bilhassa Fatih Sultan Mehmet ile yakın bağlar geliştirmişti.
Bugün günlük siyasi kargaşanın gürültüsü ilişkileri gerse de Yahudiler ve Türk halkı arasındaki dostluk bağının kökleri asırlar öncesine dayanmaktadır.
Sicilya İslam Devleti
İtalya’nın Sicilya bölgesi tarihte dört büyük hakimiyete maruz kaldı. İlki Milattan önce başlayan Yunan akınlarıydı.
Ardından Kartacalıların kurduğu koloniler, Bizans valilerinin ceberut yönetimi ve nihayetinde Müslümanların ayak adım atması…
Müslümanların Sicilya’ya ilgisi henüz 7’nci yüzyılda başlamıştı; ama asıl hedef İtalya’nın fethi olmaması nedeniyle bu bölge 9’uncu yüzyıla kadar tam manasıyla Müslüman hakimiyetine geçmemişti.
Müslümanlar, Sicilya’yı Kuzey Afrika fetihleri için bir askeri üs olarak kullanıyor ve fazla ehemmiyet vermiyordu.
9’uncu yüzyıla gelindiğinde ise askeri stratejileri değiştirecek önemli bir gelişme yaşandı.
Bizans Valisi Euphemius, Müslümanları Sicilya’nın içlerine davet etmesi sonrası bölgeye intikal eden İslam ordusu 827 yılında Sicilya’yı resmen fethetti.
Tunus Aglabi Emiri Ziyâdat-Allâh’ın komutasındaki yaklaşık 20 bin kişilik Müslüman ordusu Sicilya’yı kısa sürede hakimiyeti altına alarak Roma’ya doğru sürecek bir yürüyüşü de başlatmıştı.
Tropea, Santa Severina ve Amantea gibi Güney İtalya’daki Kalabria Bölgesi şehirleri ve kasabaları bir bir Müslümanların hâkimiyeti altına girdi.
Vatikan’daki Aziz Petrus Bazilikası’nda Müslüman varlığı
Aziz Petrus Bazilikası, bugün çoğumuzun TV ekranlarında gördüğü ve Vatikan’da bulunan muhteşem yapı.
Elbette bugünkü muhteşem görüntüsünü 16’ncı yüzyılda baş mimarlığını yapan Michelangelo’ya borçlu olsa da yapının varlığı çok eskilere dayanıyor.
Roma’nın burnunun dibinde bulunan Bazilikanın 846 yılında davetsiz misafirleri vardı.
Sicilya’yı büyük oranda ele geçiren Müslümanlar kontrolsüz bir şekilde Roma surlarına doğru ilerlemişti.
Vatikan, Bari ve Roma gibi bölgelere yapılan saldırıların temel maksadı Sicilya’nın güvenliğini temin etmekti.
Müslümanlar 827 yılında ele geçirdikleri Sicilya adasını 1061 yılındaki Norman istilasına kadar elde tutmayı başaracaktı.
Bu süre zarfında bölge Aglabiler, Fatimiler ve Kelbiler’in yönetimine sahne olacaktı.
Müslümanları bölgede zayıflatan sebep ise yerel halktan ziyade bölgeye gönderilen Müslüman valilerin kısa sürede kendi merkezi yönetimlerine baş kaldırıp isyan etmeleriydi.
Özellikle Fatımiler döneminde bu çok net izlenebilmektedir, İsyan eden valiyi bastırmak üzere gönderilen vali, kargaşayı bastırdıktan hemen sonra bu kez kendi hükümranlığını ilan edip yeni bir isyan başlatıyordu.
Palermo’nun başkent olduğu Müslüman Sicilya’da yaklaşık 300 cami inşa edilmişti. Tıpkı Endülüs’te olduğu gibi Sicilya’da da Yahudilerin ve Hıristiyanların düşük, zımmi vergileriyle kimliklerini özgürce yaşayabilmeleri yönetime içeriden ciddi bir isyan ya da tepki gelmesinin önüne geçmişti.
Uzun süre boyunca Bizanslı Valilerin zulmüne uğrayan İtalya Hıristiyanları bu hoşgörü yönetiminden son derece memnundu.
Müslümanlar İtalya’da hayli değiştirdi. Örneğin, portakal bahçeleri kurmaları, İran’dan kavun getirerek yetiştirmeleri gibi gündelik hadiseler kadar ilmi sahada da önemli değişimler meydana getirdiler.
Yunan kültürüne yakın bir havzada bulunan Sicilya Müslümanlarının ilmi birikimi ile Yunanlıların antik bilgeliğinin harmonisini oluşturdu.
Bu gelişmelere yakından tanık olan İtalyanların entelektüel bilinçlerinde adeta bir devrim meydana gelecekti.
Ebu Abdullah el-Karani, Ebu Said b. İbrahim, Ebu Bekir es-Sikilli, İbn Abi Usaybia ve meşhur felsefe taşı arayıcısı İbn el-Muaddib Sicilya’nın yetiştirdiği müstesna ilim insanlarıydı.
Yine “Dünyayı Dolaşmaya Hevesli Birinin Keyifli Gezisi” eseri ile tanıdığımız seyyah ve bilim insan el-İdris Sicilya’nın yetiştirdiği bir alimdi.
Bu isimler Endülüslü alimlerden farklı olarak geometri, matematik ve tıp bilimleri ile öne çıkıyordu.
Şüphesiz bunun arkasındaki temel nedenlerden birisi Platon ve Sokrates gibi Antik Yunan alimlerine komşu bir coğrafyada bulunmanın önemli etkileri vardı.
Sicilya’nın düşüşü
Hiçbir rüya sonsuza kadar sürmez, bidayeti olan her şeyin bir nihayeti vardır.
Endülüs’ün küçük bir uydusu gibi ışık saçan muhteşem Sicilya yönetimi de artık eski ihtişamlı günlerinde değildi.
Müslümanların kendi içlerindeki husumeti, fitnesi ve uyuşukluğu Sicilya’ya da yansıdı.
İngiltere’ye kadar uzanacak geniş bir coğrafyada işgal hareketlerine girişecek Normanlar, 1061 senesinden itibaren Sicilya’daki Müslüman yönetimini işgal etmeye başlayacak ve 1091’de adayı tamamen ele geçirecekti.
Müslümanlar adına tarihin bir cilvesi olsa gerek Normanların bu denli rahat bir işgal gerçekleştirmesinin nedeni Palermo Emiri İbn at-Timnah’ın diğer emirleri yenmek için onları yarımadaya davet etmesi oldu.
İtalya’daki Müslüman varlığı tamamen kapanmamıştı, Fatih Sultan Mehmet’e kadar birkaç asırlık ara verecekti yalnızca…
Bugün Endülüs ile alakalı hatırı sayılır çalışma yapılmasına rağmen Sicilya İslam Devleti hakkındaki kaynaklarımız ne yazık ki sınırlı.
Bu vesileyle konuyla alakalı yeni çalışmalara vesile olması temennisiyle bu iki güçlü medeniyeti anmak da fayda görüyoruz.
Fatih’in İtalya seferlerinin en büyük amaçlarından birisi bu iki devleti yeniden canlandırmaktı; ama hadiseler farklı şekillerde gömlek değiştirecekti.