Sosyal çürüme yaşıyoruz farkında değiliz!

Sanırım bir buçuk yıl önceydi. Reklam konusunda benden daha iyi olan arkadaşlar sağ olsun yeni acılan bir kredi sağlayıcısı aracı bir şirketten Virgül içinde randevu almışlardı. Görüşmeye gittiğimde benimle konuşan Türkiye kökenli kadın sorumlu, Virgül’ü okuduğunu ve bizimle çalışmak istediğini söyledi. Şirketleri hakkında sorduğum sorular ve reklam almadan önce şirketi araştırmam gerektiğini söylemem, reklam almamı engellemişti. Dolayısıyla şirket hakkında çok soru sormam rahatsızlık verdi. Sonuç olarak, virgül dışında bütün haber sayfaları bir şekilde reklam anlaşması yaptı.

Arkadaşlara bu şirketin şaibeli olduğunu söylemiş, ancak çok da işlerine karışmamıştım. Neticede o şirket şimdi yok… Yani şüphelenmekte haklıymışım…

Bunu neden anlattım?

Mesleki alışkanlık gereği, soru sormak ve hatta doğru soruyu değil, doğru yanıtı almak için hep şüpheci, meraklı bir acıdan bakma alışkanlığı davranışlarınızın bir parçası oldu.

Doğru yanıtı alabilmek için bütün genel kültürümüzü kullanır ve karşı tarafı kamu adına endişelendiririz. Bu nedenle de hiç arkadaşımız ve sevenimiz olmaz. Bazen en yakınınızdaki insanlar bile sizden uzaklaşır. Bu iyi bir şey midir? Bunun tartışmasını daha sonraki yazılarımda belki kaleme alırım. Ancak şimdi anlatmak istediğim başka bir konu var.

Evet çok soru sormak […] ama etkili…

Dikkatli okuyucularımız hatırlayacaktır. Öteden beri Avusturya’da ve de özellikle Viyana’da açılan “Danışmanlık” büroları veya dernekleri üzerine birçok makale kaleme aldım. Bütün bu araştırmalarımda haksızlık yapmamak için, bu işe soyunan kişilerle bire bir görüştüm ve bir danışan gibi sorular sordum.

Kendisini ispat etmiş ve yıllardır danışmanlık yapan dernek ve kurumlar hakkında daha önce de olduğu gibi söyleyecek lafım yok. Ancak liyakatsız insanların sadece para kazanmak için danışmanlık yapması, yaşadığı ülkeye kısmen yabancı kalan bir toplumu daha da yabancılaştırmaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Avusturya’da danışmanlık hizmetinin kanunlarla koruma altına alınmaması ve yine herhangi bir kültürel dernek çatısı altında ve üyelik sistemiyle danışmanlık yapılabilmesinin yasal boşluğu, tüccar ruhlu cahilleri cesaretlendiriyor, uzun vadeli olmasa da halkın bilinçsizliğini kullanarak rant elde etmesini sağlıyor.

Sadece benim bildiğim, Viyana’da beş yıl içerisinde palazlanan ve sonra sessizce kaybolan altı tane danışmanlık, kadın ve yardım derneği var. Çeşitli projeler üzerinden belediyelerden ve diğer resmi kurumlardan maddi kaynak sağlayıp, toplum için aldıkları bu kaynakları kendi çıkarlarına kullanarak, göstermelik etkinliklerle aklamıştırlar.

Kimsenin kimseye karışmadığı, hesap sormadığı bir ortamda bir dernek açarak saygınlık kazanan ve protokollerde boy gösteren ama özünde kendi iç dünyalarında kendi sorunlarını bile çözemeyen insanlar, toplumun sorunlarını çözmeye para karşılığında aday oluyorlar.

Psikolojik destek alan bir danışan, bir süre sonra yaşam koçu olarak karşımıza çıkabiliyor, büyü ve muska gibi safsatalarla insanları kandırabiliyor.

Viyana’nın her bölgesinde onlarca cami olmasına ve bu camilerde kuran kursları verilmesine rağmen, sivil toplum kuruluşlarının birçoğunda yine kuran kursları verilerek, popülist dernekçilik oynanıyor. Oysa çocuklar kuran kurslarına camilerde gidebilir, derneklerde ise okul dersleri verile bilinir. Denek yönetimleri yeniden seçilebilmek için kuran kurslarını seçimlerde araç olarak kullanmaktadır. Bu anlattığımdan da kuran kurslarına karşı olduğum anlamı da çıkartılmamalıdır.

Liyakatsiz insanlar bir şeylere sahip olabilmek için çaba harcamamış ve başarı göstermemiş olan insanlardır. Ancak ne yazık ki bu gibi insanları siyasi iradeler her dönem çok sevmişlerdir. Çünkü itaatkardırlar. Soru sormazlar, çıkarları doğrultusunda her türlü renge bürünür ve imzalarını kolaylıkla atarlar.

Göçün 60. Yılında sadece sizden biraz daha iyi Almanca biliyor diye fırsatçıların kutsanması utanç vericidir.

Bu fırsatçılara fırsatçılık alanı tanıyan, ancak her fırsatta “gazeteci” olduğunu büyük harflerle haykıran, ancak hiçbir zaman gazeteci olamayacak bizlere de söylenecek sözü sizlere bırakıyorum…

Avusturya makamlarında yer edinmenin sarhoşluğuna kapılarak ve hiç bu sarhoşluğun geçmeyeceğini sananlar, toplumun geri kalmışlığını rant aracı yapanlar ve bütün bu gelişmeleri bilerek sırf çıkar ilişkileri üzerinden sessiz kalan sözüm ona haberciler, bir gün kendi vicdanlarına hesap vereceklerdir.

Sosyal çürüme yaşıyoruz. Geniş bir perspektiften ele almamıza bile gerek yok. Ahlaki değerlerimiz erozyona uğruyor. Değer kaybı yaşayarak etik bozulmayla, düşük ahlaki standartlar günlük yaşantımıza yansıyor. Yozlaşma veya disfonksiyon gibi olumsuz gelişmelere maruz kalıyoruz.

Kanuni döneminde İstanbul’da görev yapan Avusturyalı diplomat Busbeck (1522-1592) şöyle yazar: Türkiye’de şahsi meziyet ve kabiliyetten başka hiçbir şeye kıymet verilmez, nesep ve irsiyet bir şey ifade etmez. Herkes, liyakat, bilgi, ahlak ve seciyesine göre bir mevkie tayin edilir. Ahlaksız, bilgisiz ve tembeller hiçbir zaman yüksek mevkilere çıkamazlar. Osmanlıların başarısının ve bütün dünyaya hâkim olmalarının hikmeti budur. Türklerin en büyük düşmanı iltimastır…

| Doğu Ekspresi Belgeseli [Beyaza Yolculuk]

Yayınlama: 04.03.2024
Düzenleme: 04.03.2024
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.