Biz çok güçlüyüz! | Farkında değiliz…
Avusturya’da gerçekleştirilen eyalet veya federal seçimlerinde yok sayılan 180 bin Türkiye kökenli Avusturya vatandaşı, kendi içerisinden seçilen simsarlar tarafından işlevsizleştiriliyor ve eziklik psikolojisiyle var olan gücünden yoksun bırakılıyor. Alttan bir kasırga geliyor. Ancak gelen kasırganın sahipleri bile bunun farkında değil…
| Adem Hüyük
Avusturya ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra siyasi istikrar sağlayan büyük koalisyon sistemiyle yönetilmiş, ancak aynı büyük koalisyon Avusturya’yı siyasi nüfuz kutuplarına da ayırmıştır.
Tırnak içinde ya sosyalisttiniz ya muhafazakâr, seçebildiğiniz renkler kırmızı ve siyahla kısıtlıydı ve üçüncü bir renk seçeneği yoktu.
Bu durum, Kreisky dönemine ve Haider’in FPÖ’sü ile koalisyona giren Başbakan Schüssel yönetimindeki ÖVP-FPÖ koalisyonunun kaos yıllarına kadar sürdü – ve Maviler güçlendi…[FPÖ]
ÖVP ve SPÖ’nün federal ve eyalet kurumlarında kök salması, siyahlar ve kızıllar olarak devlet kurumlarında adeta kurtarılmış bölgeler ilan edilmesine neden olmuştur.
Artık vatandaş kamu kuruluşlarından söz ederken, orası siyahların veya kızılların gibi tanımlamalar yapıyor ve kamu kuruluşunun tarafsızlığından endişe ediyordu.
Kısacası “Siyahlar ve Kızıllar” kutuplaşması, adam kayırmacılık ve kulislerin başlamasına neden olmuş – dolayısıyla aşırı sağ FPÖ’yüde bugün olduğu konuma getirmiştir.
Özgürlük Partisi’nin [FPÖ] güçlenmesi ÖVP’nin aşırı sağa, SPÖ ve Yeşiller partisinde ciddi bir sağa kayışını tetiklemiştir.
Zaten son on yıl içerisinde Yeşillerin bölünmüş, Liberallerin zayıf, sosyal demokratlar ise yerle bir olmuş durumu, FPÖ’nün sağ popülist siyaseti, bu partilerin siyasi asimilasyona uğramasını sağlamıştır.
Halk Partisi [ÖVP] FPÖ’yü taklit ederek, SPÖ’nün ise faşizmi aratmayan FPÖ taleplerine güçlü karşı koyuş sergileyememesi, aşırı sağın Avusturya’da normalleşmesi bir tehlike olmaktan çıkarak bir realiteye dönüşmesini sağlamıştır.
Özellikle göç ve göçmen yasalarında ÖVP, FPÖ ile aynı düşünüyor – SPÖ’nün görüşleri arasında ise çok az fark görülüyor.
Göçmenlere ve İslam’a karşı sert tavrı ile öne çıkan FPÖ artık yalnız değildi…
Avusturya’da var olan baskın kültürün yanında oluşan yalıtılmış bir ‘paralel toplum’ oluşturacakları düşüncesiyle İslami kreşlerin kapanması, başörtüsü yasağı, “İslam Haritası”, Almanca bilmeyenlere daha az sosyal yardım ve vatandaşlık kanunu gibi ırkçı çağrılara sesini çıkartamayan ve bunu uygulayan ÖVP ve kısık sesle hayır diyen SPÖ, tarih karşısında FPÖ’nün stratejilerinin intihal suçlamalarına maruz kalacaklardır. Çünkü bütün bu ırkçı uygulamalar FPÖ tarafından ileri sürülmüş ve ÖVP tarafından uygulanmış – SPÖ tarafından da pratik bir karşı duruşa maruz kalmamıştır.
Avusturyalılar 2024 sonbaharında yeni parlamentoyu seçerken, aşırı sağı, aşırı sağı taklit eden ÖVP’yi ve sağa kayan SPÖ’yü seçmiş olacaklardır. Geçmişte FPÖ’nün seçim başarısının önünü İbiza skandalı kesmiş olmasaydı, bugün çok farklı göçmen yasaları hayatımızı daha da zorlaştırmış olacaktı. Şimdi böyle bir engel de yok…
7 Nisan 1956’da kurulan FPÖ, en büyük seçim başarısını 1990’ların ilk yarısında, eski Yugoslavya iç savaşı döneminde sağlamıştır. Nazi Almanyası’nın paramiliter örgütü SS subaylarının da kurucusu olduğu FPÖ, göçmen karşıtı politikalar üretmeye devam edecek.
Ancak ülkede buna karşı koyacak güçlü sol-sosyal demokrat bir iradenin, 2010 yılından beri göç ve göçmen yasalarında yaşanan olumsuz değişiklikler göz önüne alındığında, olmadığı görülüyor.
“Altan gelen kasırganın kimse farkında değil, kasırganın kendisi de bunun farkında değil”
Kimsenin ciddiye almadığı ve inanmadığı bir güç, kendi gücünden habersiz bir şekilde piyon görevi verilmişçesine, Avusturyalı siyasilerin yaveri olan Türkiye kökenli sözüm ona siyasetçilerin oyuncağı durumunda, siyasetin kurallarını seyrediyor. Seyrederken de öğreniyordu.
Seçimlerin kaderini küçük partiler veya küçük azınlıklar belirler. Bu, Atina demokrasi tarihinden günümüze uzanan demokratik seçimlerin hepsinde yaşanmıştır.
Seçimleri kazanan büyük partiler zaten kazanacaktır. Ancak ülkeye hükmetme kudretine ulaşamayacağından, yok saydığı küçük azınlığın oylarına ihtiyaç duyacaktır.
Sayısal anlamda azlık! Sayısal anlamda çokluğun verdiği gücü, onların elinden almak ve hâkim oldukları gücü, “küçük dev adam” misali, yönetmek/ yön vermektir. Demokrasinin tarihsel diyalektiği, karşıtların barışçıl tercihlerini kullanması ve sonucunda çoğunluğun kabulüne hükmetmesi ve iktidar olmasını yeğler.
Biz çok güçlüyüz!
Bizi güçsüz ve yetersiz göstermek isteyenler, bizim gücümüzü sömüren simsarlardır.
Yukarıda da belirttiğim gibi, demokrasiler de sandıktan çıkan fazla oyun, büyük önemi olduğu kadar yaptırım gücüde bir o kadar yüksektir. Zira hükümeti kurmak için küçük görülen oy potansiyeli belirleyici rol oynar. Parlamentoda çoğunluğu sağlayacak sandalye sayısını tamamlayamayan bir siyasi partinin, çok düşük oy seviyesinde olan bir siyasi partiyle karşılaştırılmasında nicel üstünlüğünün demokratik bir yaptırımı olmayacaktır.
Size söylemek istediğim; kimi seçimlerde ülkenin siyasi geleceğini değiştirme kudretine sahip olduğunuzun farkında değilsiniz. Sizin aranızdan çıkan ama size ihanet eden siyasilerin sizi küçümsemesine izin vermeyin… Çünkü onlar kendilerini yeterince küçültmüş ve bedenleri dahil ruhlarını satmış insanlardır.
Sizi savunduğuna inandığınız siyasileri deneyiniz. Sorular sorunuz.
Ve seçtikten sonra sizin için ne yaptığını sorgulayınız… | ©DerVirgül