“Vefasızlığın ölümcül karşıtlığı”

Tarafların yaşadığı acı sona, onların ideolojilerinden bağımsız üzülüyor, ideolojinin insan iradesindeki coşkulu hakimiyetini yeni yeni kavramaya çalışıyordum. Daha sonraları felsefe sayesinde öğreneceğim, neden-sonuç ilişkisinden, hissettiklerimin literatürde hümanist olarak tanımlanmasından bihaber, tarafların ajitasyon-propaganda yeteneklerinin başarısı doğrultusunda savunacak bir görüş, bir duruş daha doğrusu kimlik arayışı içerisinde olduğum ergen yıllarımdı.

Yasadışı sahte evlilikler yapılarak Avusturya’ya Türkiye’den gelenlerin sayısı her gecen gün artıyor, Avusturya için küçük ama bizim için ise adeta bir Türkiye olan kasabada yaşıyordum. Dört farklı cemaatin ayrı cami derneği, beş ayrı siyasi görüşün lokali, altı tane akşama kadar, kimi zaman sabahlara kadar iskambil oynanan kahvehane vardı.

1995 yıllarında ilk dönercimizde kasabaya açılmış, dönerciden döner almak, içine dönük bir yaşam süren kasabanın Türkiye göçmenleri için lüks sayılıyordu. Dönerciye gidildiğinde, komşuların duyması sağlanır, bu sayede sosyalleşen ve ailesine varlık içerisinde yokluk yaşatmadığı ispat edilmeye çalışılırdı. Yapılan bir davranış bir şeylerin ispatı için yapılıyorsa, o bir şeyler gerçekten var demek değil miydi?

Eski araba, eski mobilya, eski giysilerin kullanıldığı günlerdi. Türkiye’nin kırsal alanlarından gelen işçiler, Avusturya’nın kırsal alanında hiçbir şeyi değiştirmeden ve yerli değerlerin hiç birisine değmeden yaşıyor, yerli halka göre var ama aynı zaman yok gibi bir toplum kendi başına bir yerlerde var olma mücadelesi veriyordu.

Kimisi kayınbiraderini, kimisi kuzenini, kimileri ise yakın akraba ve köylüsünü Avusturya’ya getirme çabasındayken, daha önce gelmiş 23 yaşındaki biraz uzaktan komşumuz Türkiye’den babasını getirdiğini öğrendim.

Yeni bir ev kiralamış ve babasıyla birlikte yaşıyordu. Çok konuşkan değildi. Konuştuğu zaman ise konuşmak zorunda olduğunu hissettirir ve o anki mevzuya hâkim olurdu. Yani kararlı bir tavrı ve etkileyici cümleleri vardı.

İç Anadolu insanıydılar. Oğlu Ozan Arif dinler, aynı fabrikada çalıştığı Kürt iş arkadaşlarını PKK’lı olarak niteler arkalarından hep küfrederdi. Fabrika da ise onlara olan muhtaçlığından “hepimiz kardeşiz” edebiyatı yapardı. Diyeceğim o ki babasının tam tersi bir karaktere sahipti.

Roman okumaya başlattığım yıllarda, üç romanını okuduğum yazarın kim olduğunu ondan öğrenmiştim. Yazarı karalamadı, sadece her yazar kendi perspektifinden ve onu var eden düşüncelerden esinlenerek hayata dair yazılar yazabilir derdi.

Uzun dönem iş bulamadı. Hiçbir geliri yoktu.

Biz oğlu var diye düşünürdük.

Mevsimler geçmeye başlamıştı. Adamın üzerindeki giysiler hep aynı kalmıştı. Hürriyet gazetesi satılırdı. Kahvehanenin müşterileri için aldığı gazeteyi okur, bir çay dahi içmezdi. Çok üzgündü… Yüzündeki söyleyememenin verdiği ifadeyi gizlemeye çalışırdı.

Sonradan öğrendiğim kadarıyla, Türkiye’de kamuya ait bir fabrikada çalışıyor ve orada sendikacılık da yapıyormuş. Oğluna kanmış ve işini bırakıp gelmiş. Benden kitap isterdi. Ne gibi kitap istersin amca dediğimde; fark etmez, içerisinde harflerin kelimeye, kelimelerin cümlelere dönüştüğü çizikler olsun yeter demişti.

Çok iş aradı. Hafta da dört beş saat mezarcıda çalışıyordum. Saat ücreti 80 Schilling’di. Onun da çalışabileceğini söyledim. Hemen kabul etti. Bazen dört metre derinlikte mezar kazıyorduk. Mezar kazarken bu kadar mutlu olan bir insanı ilk defa görmüştüm…

Ancak onun mutluluğu para kazanmaya başlamış olmasıydı. Yanında yiyecek getirmezdi. Ben domates, peynir ve ekmek alırdım. Verirdim yemezdi, küserdim. Sonra yerdi benimle…

Saçlarımı sordu…

Neden önden ve arkadan kuyruk bırakıyorsun? Kendini böyle iyimi hissediyorsun?

Soruyu bitirmeden devam ederdi… İyi hissediyorsan, neye kızdığın için çevrenden farklı görünmek istiyorsun diyordu…

Farkında olmadığım asi yanımı görmüş, ergenliğin verdiği enerji ve duygu patlamalarının verebileceği zararları anlatmaya çalışıyordu bana.

Neden camiye gitmediğimi sordu. Sevmiyorlar beni dedim. Nereden biliyorsun? Bunu sana söylediler mi?

Hayır. Ancak çocuklarına benimle arkadaşlık yapmamalarını tembihlemişler. Arkadaşlarım söyledi. Hiç arkadaşım yok benim dedim…

Sence neden bunu söylemiş olabilirler diye sordu.

Belki sigara içtiğim için bir de İzmir’de yetişmemin verdiği serbestlik onların hoşuna gitmemiştir. Bir de ben çok konuşuyorum, ondan da olabilir.

Uzun zamandır bu kadar uzun süre ilk defa birisiyle konuşuyordum…

Sonraları oğlundan hiç bahsetmediğini fark ettim.

Aradan bir yıl geçti ve ben düzenli bir işe girdim. Ancak kendimi hiçbir yere ait hissedemiyordum. O günlerde amcanın yurt dışı edildiğini öğrendim.

Çok üzüldüm. Sahte evlilik yapmıştı vize almak için. Birleri şikâyet etmiş.

Aradan gecen yıllarda, mezar kazarken bana okumamı tavsiye ettiği bütün kitapları bitirmiştim. Ancak içlerinden sadece bir tanesini o vermişti.

Gelirken Türkiye’den getirmiş olmalıydı. Kitap “vefasızlığın ölümcül karşıtlığını” anlatıyordu. Anlaşılması zor bir kitaptı.

Evlenmiş hatta bir oğlum olmuştu. Adını Deniz koymuştum. 17 yaşlarında tanıdığım amcanın mezarlıkta söylediği onlarca sözden, hatırladığım bir cümle, kitabı daha iyi kavramamı sağladı.

Neden hiç gülmüyorsun, hatta tebessüm bile etmiyorsun demiştim. Yanıt vermemişti.

Neden yüzünün gülmediğini yıllar sonra tesadüfen öğrendim.

Onun Avusturya’ya gelmesine aracı olan oğlu, sahte evlilik de dahil yeme içme ve yatma masraflarını ondan hemen işe girerek ödemesini istemiş. Bir süre sonra oğlu eve yiyecek almamaya başlamış. Amca cami ve derneklerde utanarak karnını doyuruyormuş. İki yıl boyunca aynı pantolon ve ceketi giymiş. Geceleri oğlundan arda kalan ekmek ve yemek kırıntılarını yemiş uzun süre.

Ve en sonunda, yine oğlu tarafından polise sahte evlilik yaptığı ihbar edilerek yurt dışı ettirilmiş.

Bir daha o amcayı hiç görmedim. Bana oğlu hakkında hiçbir şey söylemedi. Öyleye nasıl söyleyebilirdi ki…

Şimdi anlıyorum ki amca oğluna değil, nasıl böyle bir evlat yetiştirdim diye kendisine kızıyor ve hiç gülmüyordu…

Yayınlama: 04.04.2024
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 1 Yorum
  1. Nejla dedi ki:

    Yine yüreğime dokunan bir şey oldu. Yüreğine ellerine sağlık.