Duygusal olarak Türk, Zihinsel Olarak Avusturyalı
| Adem Hüyük
15 Mayıs 1964’te Avusturya ve Türkiye arasında iş gücü anlaşması imzalanmış ve Türk işçi kafileleri Avusturya’nın yolunu tutmuştu. Bugün Avusturya’da 320 binin üzerindeki Türkiyeli toplumunun varlığının temelini oluşturan anlaşmanın üzerinden tam 60 yıl geçti.
Avusturya ile Türkiye Arasındaki İşgücü Anlaşmasının 60. Yılı etkinlikleri mayıs ayında hız kazanırken, bu kapsamda gelişmelere kayıtsız kalamayan Avusturya ana akım medya, geçmişten günümüze uzanan hikayeler üzerinden güzelleme yaparak, ülkenin günümüzdeki objektif koşullarına göçmenlerin sübjektif koşullarını kıyaslayarak, bir türlü başarılamayan entegrasyon cabalarında yetersizliği yükleyecek taraf aramakta.
Avusturya’nın içerik üreten saygın gazeteleri, Türkiye’den Avusturya’ya göçün 60. Yılına her zamankinden daha çok ilgi göstererek, 60 yıllık sürecin bir zaman diliminden tarihsel gelişime müdahil olarak, göçün özneleri misafir işçiler veya onların çocukları olan ikinci nesilden birileriyle ilişkiye geçerek röportaj yapıyor.
Bulvar gazeteleri hariç, diğer tüm gazeteler röportaj yapacak bir Türkiye göçmeni aramakta. Bunlardan birisi de benim. Bende Wiener Zeitung’a bir röportaj verdim ve yayınlanmasını bekliyorum.
Ancak bugünü anlamlı kılan “anneler günü” gibi yılda bir defa veya her beş veya on yılda irdelenen göç ve göç politikaları, göçmenlerin ülkedeki sorunlarını çözmüyor.
Avusturya öteden beri, bir göç ülkesi olmayı kabullenememiş ancak 1995 yılında Avrupa Birliği’ne dahil olmasıyla göç ve göçmen yasalarında pozitif anlamda değişikliğe gitmesi, kıta Avrupa’sındaki en katı göç ve göçmen yasalarının hüküm sürdüğü ülke unvanını kaybetmesini sağlamamıştır.
Avusturya’daki genel göçmenlere hükmeden sert kanunlar ve kanunların göçmenler üzerindeki yaptırım eğilimini etkisiz kılan sadece bir etnik grup var. Bu grup, Türkiye’den gelen misafir işçilerin çocukları ve torunları olarak işaret ediliyor.
Avusturya göç ve göçmen kanunlarının pratik hayata uygulanmasında sekteye uğraması ve dolayısıyla başarısız olması, Türkiye kökenlilerin üzerine atılarak ve binlerce insan uyumsuzlukla suçlanmıştır.
Tüm çevreler tarafından onlarca yıl yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkan tahlil, Avusturya devletinin perspektifi sonucunda elde edilen ve yine stratejik olarak dar ve katı göç ve göçmen yasalarına uyumlu sonuçta karar kılınmıştır.
Avusturya devletinin 1990 yılından beri göç ve göçmen politikalarındaki tutarsızlık, asimilasyon- uyum; kimlik tartışmaları; aidiyet duygusu; Türkiye kökenliler ile Avusturyalıların kültürel etkileşimi; ayrımcılığa karşı duygudaşlık ve dil öğrenimi gibi en önemli faktörlerde, tarafların saflaşmasına ve birbirlerine karşı önyargı büyütmelerine neden olmuştur.
Avusturya Başbakanı Karl Nehammer [ÖVP] 2023 yılında yaptığı bir açıklamada, 1964 yılında başlayan misafir işçi gelişinin, gereksinimin azaldığı veya bittiği dönemde kesilmesi ve de daha önce gelen misafir işçilerin geri gönderilmesini savunarak, geçmiş tarihte bunun yapılmamasını bir “hata” olarak değerlendirdi.
“Misafir işçilerin getirildiği 60 ve 70’li yılların hatalarını tekrarlamak istemiyoruz” diyen Avusturya Başbakanı Karl Nehammer, misafir işçicilerin geri gönderilmemesinin doğurduğu sorunlara atıfta bulunarak, “beklenenin aksine entegrasyon sorunu da dahil olmak üzere, sorunlarla burada kaldılar” ifadesini kullanmıştı.
Göçün 60. Yılında tarafların özeleştiri vererek ortak bir çalışma yürütmesi gerekirken, kanun koyucular dayatma yasaları yürürlüğe koyarak, zaten entegre konusunda kafa karışıklığı yaşayan Türkiye göçmenlerini kendi ekseninden uzaklaştırıyor.
Avusturya devletinin genelde uyguladığı göç ve göçmen yasalarının karşılık bulmadığı etnik grup düne kadar Türkiye kökenliler olurken, şimdilerde buna Afganistan ve Suriye’den gelenlerle katılmış durumdadır.
Türkiye kökenlilerini, yerli halkın tarihsel gelişmelerden arda kalan bilinç altı önyargıları bakımından, dezavantajı duruma düşürmektedir.
Bilindiği üzere, Kanuni Sultan Süleyman döneminde, 1529 yılının Mayıs ayında I. Viyana Kuşatması; Sultan IV. Mehmet’in döneminde de 14 Temmuz 1683 tarihinde Merzifonlu Kara Mustafa Paşa kumandasındaki askerlerle II. Viyana Kuşatması yapılmıştır. Tarih boyunca süregelen ikili ilişkiler, her iki ülkeyi savaş alanından barışın hüküm sürdüğü alanlarda da bir araya getirmiş; zaman içinde karşılıklı önyargıların yanı sıra sağlam dostluk ilişkileri de kurulmuştur. Ancak zihinlerde kalan hep olumsuz gelişmeler olmuş ve günümüze kadar yansımıştır. Tarihsel olumsuz gelişmeler sadece Avusturyalılar tarafından ön yargı olarak kabul görmemiş, Türkiye kökenliler tarafından da sürdürülen bir dava olarak içten içe beslenmiş ve yeni nesle aktarılmıştır.
Viyana’daki girişimcilerin yüzde 40’ı göçmen kökenli
Kendi içerisine doğru genişleyen ve bu genişlemenin dengesiz olması, Türkiye kökenlilerin sadece belirli sektör ve alanlarda başarı göstermesini sağlayabilmiştir. 1964 yılında gelen ilk misafir işçilerin stratejini miras olarak kabul eden ikinci ve üçüncü nesil, ekonomik atılımların dışına çıkamamış, miras kalan “para kazanma” ama nasıl olursa olsun mantığı, Avusturya’da hak edilen noktaya ve söz sahibi olunacak resmi alanlara gelinmesini imkansız kılmıştır.
Avusturya Ticaret Odası’na göre, ülkede yaklaşık 119.000 göçmen kökenli kendi şirketinin patronu. Özellikle Viyana’da 125 bin girişimcinin yaklaşık yüzde 40’ı yabancı kökenli. On yıl önce yüzde 30 civarındaydı. Avusturya İstatistik Kurumu verilerine göre, Avusturya’nın iş piyasası istatistikleri, sırayla, Avusturya’daki yaklaşık 390.000 serbest meslek sahibi insanın yaklaşık yüzde 21’inin göçmen olduğunu ve yüzde 18’in ise ilk nesil olduğunu gösteriyor. Bu verilerin etnik gruplara dağılımı düşünüldüğünde, en büyük pasta Türkiye kökenlilere aittir.
Ekonomik büyüme ile kültürel gelişim arasındaki büyük uçurum, Avusturya’da cahil zenginler oluşturuyor ve dolayısıyla para-kazanç dışında bir hedefi ve fikri olamayan bir topluluk olarak hükmedilmeye mahkûm kılınıyor.
Uyum ile asimile arasındaki farkı tespit edemeyen ve hatta tespit etmesine izin verilemeyen binlerce insan, boşlukta savrulmaktadır. Uzmanlara göre, uyum, bireyin farklı bir kültürün taşıyıcıları ile karşılaştığı ve ortak bir yaşam sürmeye başladığı andan itibaren kendi kültüründeki olguları reddetmeden, öteki kültüre ait ögelerin varlığını olduğu gibi kabul etmesi ve kendi alışkanlıklarından farklı olan kimi ögeleri değiştirmeye çalışmadan, iyi-kötü gibi değer yargıları ile yargılamadan; farklı kültürlerin taşıyıcıları ile sağlıklı iletişim kurabilme ve hayatın ortak alanlarını, somut veya somut olmayan kültürel değerlerini paylaşabilme durumudur.
Bugünkü toplumsal hayatın gerekleri içinde Avusturyalılar tarafından ortaya koyulan kimi taleplerin asimilasyon çabası olarak değerlendirilmesi doğru bir yaklaşım olarak görülmemelidir.
Avusturya’da yaşayan Türkiye kökenlilerin pek çoğu artık iki dile de hâkim olan “Türkiye kökenli Avusturyalıdır. Bu insanlar, Türkiye’ye ait olduğu kadar, yaşadıkları, vatan edindikleri bu topraklara da aitler.
Duygusal olarak Türk, Zihinsel Olarak Avusturyalı
Avusturya’da doğan ve bu ülkede büyüyen Türkiye kökenli bir genç, yaşadığı çevrenin etkisiyle, kendini duygusal olarak tamamen bu ülkeye ait hissedebilir. Çünkü sosyalleşme veya kültürleme sürecini doğup büyüdüğü çevrede geçirmiş; dünya görüşü, değer yargıları da ebeveynlerinin Türkiye’den getirdiği kaynak kültüre göre değil, bu ülkedeki yaşam biçimlerine göre şekillenmiş olabilir. Bu durumdaki bir kimse Türkiye’ye yurttaşlık bağı ile bağlı bile olsa da kendini Avusturyalı olarak tanımlar ve sonuçta Avusturyalı Türk kavramı ortaya çıkar.
Avusturyalılar diğer Avrupa ülkelerine göre daha muhafazakâr yaşam tarzları nedeniyle yabancıları benimsemekte güçlük çekiyor ve ülkede yaşayan diğer yabancılar içinde en çok da Türklere önyargıyla bakıyorlar. Siyasi yelpazenin sağında yer alan siyasetçilerin, ülke ekonomisi ile ilgili kimi sorunları, sosyal sıkıntıları oya çevirmek için izlediği politika nedeniyle ülkede ırkçılık bitmiyor; aksine sıkıntıların artışına bağlı olarak artış gösteriyor. Avusturyalıların Türkleri benimsemekte güçlük çekmesinin en belirgin nedenlerinden biri Türklerin Müslüman ve kültürünün Avrupalıdan farklı olması ve tarihin derinliklerinden kaynaklanan öykülere karşılık olarak ulusal çıkarların savunulması kaygısıdır. Hâlbuki farklı kültürlerin toplumu zenginleştireceği, tarihi yaşanmışlıkların tekrar edilmeyeceği aşikârdır.[alıntı]
Göçmenler olmadan Avusturya’yı hayal edebilir misiniz?
Ya da göçmen-siz bir Avusturya hayal etmek ne işe yarar?
‘’Avusturya onlarca yıldır bir göçmen ülkesi, Avusturya demografik sebeplerden dolayı göçe ihtiyaç duyuyor.’’ diyordu, Avusturya Cumhurbaşkanı Alexander Van der Bellen.
Avusturyalı olmanın etnik bir içerik taşımadığı, yani tek bir etnik kimlik olarak kabul görülemeyecek kadar çeşitliliğe sahip. Evlilikler üzerine kurulmuş bir imparatorluğun mirasçıları olan Avusturyalılar, kendilerini her ne kadar etnik bir kimlik etrafında birleşmiş görseler de bu aslında siyasal birliktir. Bu nedenledir ki 19. Yüzyılın başlarında Viyana’daki Çek tuğla işçileri, bugün Viyana’nın yerlileri olmuştur. Bu şu anlama geliyor; bir elli yıl sonra, başbakanın hata olarak gördüğü misafir işçilerin torunları, sadece göçmen kökenli Avusturya vatandaşı değil, direk Avusturyalı olarak nitelenmesidir.
Başbakan, AB ülkelerinde yaşanan sığınmacı krizine popülist yaklaşımı, ülkede yaşayan yaklaşık iki milyon göçmen kökenlilerin yarattığı değerlere ihanet olarak görülmelidir.
Araştırmalar, Avusturya’nın nüfusunun sadece göç yoluyla büyüdüğünü gösteriyor. Göçmenler olmasaydı Avusturya 6,6 milyon nüfusa sahip bir ülke olacaktı.
Sosyolog, göç ve işgücü piyasası uzmanı August Gächter’e göre, “muhtemelen, 1970’lerden itibaren Avusturya’ya göç olmasaydı, bu durumda yükseköğretimin genişlemesi olmazdı. “
Avusturya böyle olurdu, eğer 1960’ların ve 1970’lerin başındaki konuk işçiler, başlangıçta planlandığı gibi, kendi ülkelerine geri dönselerdi. Veya AB’ye 1995 yılında katılım sonrası, diğer birçok AB ülkesinin vatandaşlarının Avusturya’da çalışmasına yönelik yasaklar sadece geçici değil, kalıcı olsaydı. Bütün bunlar olsaydı, 1,970,300 göçmen Avusturya’da olmayacaktı.| ©DerVirgül