Kendi tanrılarımızı mı yaratıyoruz?
Prof. Dr. Uğur Batı Independent Türkçe için yazdı…
Ben Profesör Doktor Uğur Batı.
Karar Bilimi Uzmanı ve After Parti En Genel Başkanıyım.
Daha sorulurken cevaplanamayan soruların köşesine hoş geldiniz.
öyle düşünüyorum. Koyunlara vurulan alelade boyaların ince yağmurlarda akıp gitmesi çıldırtıyor, sözde çobanları!
Yalan mı? Bakın etrafınıza.
Etrafıma baktığımda gördüğüm şey, farkında olarak ya da olmayarak herkes kendi tanrılarını yaratmaya çalışıyordu!
Ülkemin her alanda illüzyon “azizleri” var.
Ben buna sadece illüzyon bile demiyorum. Bence bu “hüloğsinasyon!”
Yani olmayan şeyleri uydurmak, olan kötü şeylere ise dantel örtüler sererek saklama sendromu. Sonucunda, gerçek olmayanı gerçek sanmak.
Güzel ülkemizde çok sık görülüyor. Neredeyse 2 kişiden birinde var. Durum öylesine ciddi.
En iyisi sormaktır, öyle başlayalım:
İnancın nereden akıp geliyor?
Sabahattin Ali, “İçimizdeki Şeytan” kitabında şöyle diyor:
İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslenmek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır.
Devam edelim;
Ebu’l Ferec İbn-i Cevizi “Tarih”inde zahiri bir dönüşüm hikâyesi söyler:
Tanrı, Enoh’u kendi nezdine yükselttiği zaman oğlu veya torunu olan Asklepious son derece mahzun oldu. Çünkü yeryüzü ve sakinleri onun bereketinden ve hikmetinden mahrum olmuştu. O da onun, semaya yükselen bir adam şeklinde akıllara hayret veren bir resmini yaptırmış ve ibadet ettiği mabede Hermes’in bir heykelini koydurmuştu.
O Tanrıların habercisiydi ve İnsanlara yüce dağlardan selam getiriyordu. Mabede girdikçe, sağlığında nasıl karşısına geçip oturursa öylece oturuyor ve böylece feyiz alıyordu. Denilir ki yeryüzünde heykellere tapınma ilk kez bununla başlamıştır. Çok zaman sonra da Yunanlılar bu heykelin Asklepious’a ait olduğunu zannederek ona son derece saygı göstermeye ve onun huzurunda ant içmeğe başladılar. Hipokrat her tabibin onun adıyla konuşmaya başlamasını ve her tabibin ona benzemeye çalışmasını isterdi.
Bugün de sanat, kültür, sermaye, siyaset, spor ya da diğer alanlardaki güç zehirlenmesi içinde olan erkler açıkça tanrılaşmaya çalışıyor ve onların peşinde koşan devamcıları açıkça bir köle-efendi ahlakı inşa ediyorlar.
Bir örnek; Fransa Kralı 15. Louis kusursuz bir güç kirlenmesi içindeydi.
Ve bu onu korkunç güçsüz kılıyordu.
Onun ünlü sözü; “Benden sonra tufan”, politika yazınında uzun yıllar benzer durumlarda vücut buldu.
Ya da Alman Kaiser’i geziye çıkmadan önce herkesi yıkanmış paklanmış görsün diye Almanya’nın dört tarafına haber salındığında, Kaiser’in buyruklarına göre düzenlenmiş uydurma bir hayatı yaşamaktansa kendi oyunlarını sürdürmek isteyen çocuklar direnir, yıkanmak istemezlermiş. İnsanın dış gerçekliği algılayamamasının bireysel bir yetersizlik değil, toplumsal bir sorundur.
Bu duruma ilişkin nörobilim yazınında “kazanma etkisi” diye bir olgu bile mevcut.
Bu, bir biyoloji terimidir aslında. Zayıf düşmanlar karşısında her daim kazanan hayvanların, daha sonra karşılaşacakları daha güçlü düşmanları ile girişecekleri mücadeleden büyük bir olasılıkla galip çıkacaklarını ifade eder.
Oysaki gücün pek fazlasını elinde tutanı izole etme eğilimi gösterir.
Önünde sonunda, gerçeklikle olan bağlantılarını kaybederler.
Fakat şu olmalıydı;
Güç; yaşama, iyi olana meyletmeli, yardımcı olmalıydı.
Çünkü güç, yalan söyleyebilecekken doğruyu söylemekti!
Ya da haklı olanın siz, haksız olanın o olduğu aşikâr olduğu halde onu affetmekti!
Güç iyi olmalıydı!
Yıktığınız her şeyi yeniden kurabildiğinizi, kurabileceğinizi hayatınızla gördüğünüz an hissettiğiniz “Geldim, ben artık buradayım” diyebilmekti güç.
Ve güç en çok kontrol ve bilinçti.
Elinizde güç olduğunu bilmezseniz güçsüz olursunuz.
Veya gücü kullanırsanız güçsüz kalırsınız.
Bu kadardı!
Halbuki bilsek ki, güç kaynağını güçsüzlükten alır.
Güçsüzlüğünün farkına varan ve kabullenen insan artık güçsüz değildir.
Gücünün farkına varan ve kabullenen insan artık güçlü değildir.
Bu iki kavramda insan yapımı olduklarına göre yine insan tarafından, yok edilebilirler.
Lakin insanoğlu bu kavramlarla o kadar bütünleşmiştir ki varoluşunu veya var olmayışını bu iki kavramla açıklamıştır.
Kendi yaratısı olan bu iki kavramı kendisinden bile eski görmüş, yarattığı uygarlığını bu kavramalar üzerine kurmuştur.
İnsanoğlu uygarlığını var olmayan bir şeyin üzerine kurmuştur.
Ve yarattığı şeyin kurbanı olmuştur!
Karar biliminde şöyle deriz:
Güç genelde kötünün elindedir.
Kötülük kendiliğindendir, iyilik ise çaba ister.
En iyilerin ise genellikle hiç inancı yoktur; en kötüler ise büyük bir tutkuyla bağlanır.
Neyse. Bitiriyorum, bitiyorum!
Başlarken demiştim;
Ben Profesör Doktor Uğur Batı.
Karar Bilimi Uzmanı ve 3 boyutlu düşünce ahtapotuyum.
Ve hepinize şöyle sesleniyorum:
Biz size düşünmeyin demiyoruz, hobi olarak yine düşünün.
Ve büyük düşünün ki seneye de düşünürsünüz!