Neden kötü insan olmak varken iyi insan olmaya çalışırız?

Neden kötü insan olmak varken iyi insan olmaya çalışırız?

| Adem Hüyük

Sokrates, Platon, Pisagor, Heraklitos, Hegel, Karl Marx, Engels, Kant, Nietzsche, Darwin, Freud gibi filozofların düşünsel ve felsefik çalışmaları günümüzde, “iyi/kötü” ikileminin ayrılmaz bir bütün olduğunu ve özellikle materyalist mantık savunucu Marx, karşıtların birbirini beslediğini ve birinin olmayışı, diğerinin de olamayacağı anlamına geldiğini savunmuştur.

Ancak şeylerin var oluşunu karşıtları beslerken, şeylerin toplum içerisinde nasıl yankı bulacağı ise, aynı zamanda şeylerin karakter yapısını belirleyeceği kaçınılmazdır. İşveren bir patronun verdiği ücrete sorgusuz biat eden işçiyle, bu ücret az diyen işçi, sistemin öngördüğü kötü ve iyi arasındaki somut karşıtların savaşını başlatmaktadır. Kime ve neye göre kötü veya iyi?

İyiliği günümüz koşullarında tanımlamak için, karşısına kötüyü koymak zorunda kalmak bile kendi başına kötülük değil midir?

İyilik kendi başına yetersiz olduğundan, kıyaslama yaparak karşıtı olan kötüyü örnek göstermek zorunda kalıyoruz. Ancak kötüyü belirlerken, mevcut sistemin dayatmalarından kopamıyoruz. Demek ki iyilik nedir sorusunun yanıtını sistemin belirlediği kötülüğü yapmadan bilemiyoruz.

Toplumun veya bireyin “iyi veya kötü” olup olmadığını sorgulamak derin bir felsefi ve sosyolojik mesele olduğunu ileri sürerken, birey kötü ile iyi arasındaki ayrıma nasıl varabilir?

Toplumsal sosyo-ekonomik yapının belirleyicisi olan Kapitalist üretim ilişkilerine hakim olan toplumda, yani içinde bulunduğumuz yaşam dayatmasında, kötü ve iyi neye göre belirleniyor? Çok genel söylemler olan bu soruları daha basit ve günlük yaşama indirgemek mümkün.

Örnek olarak: 30 yıl boyunca çalışan bir işçi, bankaların her gün kendisine çeşitli reklam dayatmalarıyla “iyi yaşam” ütopyasına kapılarak bankalardan kredi çekiyor. Kredi çeken işçi, aylık kredi tutarını faiziyle geri ödemesini yaptığı sürece çok iyi…

Aynı işçi ekonomik kriz bahanesiyle işten atılıyor ve kredisini ödeyemiyor. Kredisini ödeyemeyen ve artık işsiz olan işçi, sitem karısında “kötü” olarak niteleniyor ve hayatın her alanında yaşam standartları kısıtlanıyor. Hatta kendi sınıfı olan dar gelirliler tarafından bile dışlanmaya varan bir baskı uygulanıyor. Kredisini ödeyemeyen işçi sistem karışında “kötü” olarak niteleniyor ve yargılanıyor. Peki işçi gerçekten kötü mü?

İşçinin içinde bulunduğu üretim ilişkilerinin vermiş olduğu sonuçlar üzerinden belirlenen “kötü/iyi” değerlendirmesinin, sosyalist üretim ilişkilerinin hâkim olduğu sistemlerde bir karşılığı olmadığı gibi böyle bir banka borçlandırılması bile söz konusu olamaz. Bu durumda işçiyi suçlu kulan, işçinin sübjektif koşullarımı, yoksa bu koşulları yaratan sistem mi?

Bireysel kötülük ve iyilik

Felsefenin bana göre mutlak yanıt veremediği bu konu, çok göreceli ve kendi içerisinde her iki ithamı beraberinde getirmesinden ve karşıtların birbirini var etme teorisi gereği, tartışmaya açık kapı bırakılması gereken konuların başında gelmektedir.

18 yaşlarımda okuduğum bir kitaptan hatırladığım “soyut” bir değerlendirmeyle başlamak istiyorum konuya; “Kimse kötü değildir. Aynanın karşısında ben kötü bir insan mıyım diye sormayan insan, kötüdür” diyordu. Alman filozof Nietzsche zihnimde oluşan soru işaretlerini daha sonra yanıtlamıştı. Bu arada söylem yanlış değil…

“Kötü insan” olmak gibi kavramlar ve ithamlar son derece sübjektif ve kişisel algılara dayanır. İyilik ve kötülük, bir toplumun içinde birbirine karışmış/birbirini var etmiş sürekli değişen ve evrilen kavramlardır. Toplumsal yaşamı belirleyen üst akıl, toplumun her birey de en derinlere inemese de kötü/iyi anlayışını etki altına alabilmektedir.

Bilimsel veya teolojik acıdan bakıldığında toplumun bireyleri üzerinde, kötü ila iyi arasındaki ayrımı sistemin kendilerine dayattığı koşulların “gizli” zorunluluğunda kanıksatılıyor, bireylerin kendi düşüncesiymiş gibi özgüvenle destekleniyor. Oysa, kötü ile iyi birbirinden ayrılmayan bir kavramdır.

On bir bin yıl önce “tarım devrimi” ile başlayan özel mülkiyet bilinci, daha önce algılanan kötü ve iyi anlayışını doğa üzerinden alarak, insan üzerinden yapılmasını sağlamıştır. Artık güçlü iyi, güçsüz kötü olarak, güçlüler tarafından tanımlanmıştır.

Üretim ilişkilerinin daha güçlü insanlar için yarar sağlamaya çalışmasıyla, iyi ve kötü değerlendirmesi toplumsal bir evrim geçirmiş, daha önceki değer yargılarının yerini yeni toplumun sosyo-ekonomik yapısına uygun olarak kötü ve iyi belirlenmiştir.

İyilik ahlaki bir seçim midir yoksa evrimsel bir temeli var mıdır?

Araştırma yaparken karşılaştığım bir başlığı sizinle paylaşmak istiyorum.

“Dünyayı neden kötüler yönetiyor? İyiliği nasıl ayakta tutarız? Kötülüğü nasıl yeneriz?”

Dünyayı kötülerin yönettiği düşüncesine nasıl vardığımız burada çok önemli. Dünyayı iyiler yönetmiş olmalı ki kötülerin yönettiğine dair fikir üretiyor olabiliriz…

Toplumda iyi insan algısının temelinde teolojik bilgiler yatmakta. Ancak bu konuda dört büyük dinin yapıtlarına baktığımızda, kötü ile iyi arasında “mutlak” bir ayrım çizgisi çizmediği görülmektedir.

En basit örneği; Hz. Musa ile Firavun arasında gecen, Tanrıyı [Allah’ı] ispat yarışında, Hz.Musa bir defasında firavun karşısında yenik düşerek, peygamberlerin mutlak doğru veya mutlak iyi anlayışını teolojik acıdan çürütmüştür.

O zaman kötülük nedir? İyilik kötülük için mi vardır?

Kötülük ve iyilik, hem bireysel hem de toplumsal bağlamda değişen ve çeşitli şekillerde tanımlanan kavramlardır. Felsefe tarihinde kötülük, insan doğasının bir parçası olarak görüldüğü gibi, bazen de sadece dış koşullardan veya cehaletten kaynaklanan bir durum olarak değerlendirilmiştir. Örneğin, bazı düşünürler kötülüğün, iyiliğin yokluğu olduğunu öne sürmüştür; yani kötülük, aktif bir durumdan ziyade iyiliğin bulunmadığı bir haldir.

Birçok etik yaklaşımda, iyilik ve kötülük birbiriyle ilişkilidir. İyilik, kötülüğün varlığıyla daha anlamlı hale gelir; çünkü insanlar, neyin iyi olduğunu, kötüyle karşılaştırarak daha iyi kavrar. Bununla birlikte, bu, kötülüğün iyiliği var etmek için gerekli olduğu anlamına gelmez. İyilik, insanın kendini ve başkalarını geliştirmesi, fayda sağlaması, merhamet göstermesi gibi değerlere dayandırılırken; kötülük, bu tür değerlerin ihlali veya yok sayılmasıdır.

Diyalektik acıdan bakıldığında, kötülük/iyilik, birbirini var eden, biri olmadan diğeri olmasına imkan tanımaz. “Aydınlığın karşıtı karanlık olmasaydı, aydınlığın kıymeti bilinmezdi” teorisi, pratik anlamda karşılık bulmadığı davranışlarla karşılaşmaktadır. Karanlıkta görme yetisini kaybeden insan, aydınlıkta görme yetisine kavuşarak yaşamına karanlıkta devam etme stratejisi üretmiştir. Kötü ve iyi arasındaki diyalektik bağı kurarken bu örneği göz ardı etmemek gerekmektedir.

Zaman ve mekan karşısında göreceli olarak anlam değiştiren kötü ve iyi karşıtlığı, kimi zaman birlikte hareket ederek, insanların veya toplumların sübjektif koşullarına göre tanımlanmak için şekil alırlar. Zıtların birliği teorisinde olduğu gibi, karşıtlar aynı noktadan hareket eder ve ayrılarak birbirlerini besleyerek var olmalarını sağlar. | ©DerVirgül

Yayınlama: 09.09.2024
Düzenleme: 09.09.2024
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.