Avusturya’daki göçmenler, aşırı sağcı FPÖ’ye oy vermeli mi?

Avusturya 29 Eylül Pazar günü yeni Ulusal Konsey üyelerini seçecek. Seçim tarihinin yaklaşmasıyla, siyasi partilerin popülist söylemlerinin yanı sıra akla ziyan ve anayasal olarak imkânsız vaatleri, seçmenin tercihini etkilemek için kamuoyunda propaganda aracı olarak kullanılmaktadır.

Ülkede son hızıyla devam eden seçim kampanyalarının, 180 bin seçmeni olduğu sanılan Türkiye göçmeni Avusturyalılarda bulduğu yankı, kısmen ideolojik olmakla birlikte, geçmişe dönük siyasi güvensizliğin oluşturduğu ve aidiyet boşluğundan doğan kimlik arayışı, bireysel marjinalleşmeyi tetikleyen, kendi içerisinde kendisini dejenere eden, doğal asimilasyonu hızlandıran getto yaşam alanları ve nihayetinde; “zaten bizi temsil etmiyorlar” olarak görülmektedir.

El yordamıyla sandık başına giden, sandıkta kullandığı oyun demokratik kudretine hiçbir dönem inanmayan Türkiye göçmeni Avusturyalılar, temsiliyet verdiği yani seçimlerde tercih ettiği siyasi partiyi ne tam anlamıyla tanımış ne de oy verdiği partinin kendisinin vatandaşlık haklarını savunacağına inanmıştır.

Bu nedenle, Avusturya özelinde siyasi bir duruş sergileyemeyen Türkiye göçmeni Avusturyalılar, ülkenin siyasi partileri tarafından göçmenlerin içerinden seçilen siyasi adaylar tarafından, “kerhen” Avusturya siyasi arenasına, gösterilen partiye oy kullanması direktifiyle dahil edilmeye çalışılmıştır.

1980’den sonra başlayan Avusturya’da yurttaşlık bilinci, 1995’lerin sonlarında siyasete müdahil olmak ve seçilen unsur görevini üstlenmek gibi pratik çalışmalar, Türkiye göçmenlerinde misafir olmaktan kalıcı sürece geçmenin siyasi anlamda “pasif” bir hareketliliği başlamıştır.

Türkiye göçmenlerinde 1980’lerin ikinci yarısında başlayan siyasi uyanış, 12 Eylül 1980 Askeri Darbe sonucunda ülke dışına çıkan donanımlı siyasetçilerin etkisiyle oluşmuş, Avusturya’daki Türkiye göçmenleri arasında yükselen siyasi bilinç veya etkilenme, tamamen Türkiye odaklı gelişmiş ve bunu herhangi bir yansıması Avusturya siyasi arenasında hayat bulmamıştır.

Tarihsel miras olarak kabul edilen Türkiye merkezli siyaset anlayışı 2024 yılına kadar kendisini taşımış, bu taşıma beraberinde, Avusturya siyasetine olan sübjektif güvensizliği de beraberinde getirmiştir.

Türkiye göçmeni Avusturyalıların seçimlere katılım oranı zaten en geri noktalarda, yüzde 25 olarak kayıtlara geçerken, bu etnik gurubun siyasi bir yaptırım gücü olmadığı halde, olağanüstü ve kibirle kavrulmuş özgüveni, kendi içerisinde yarattığını sandığı ütopik güçten kaynaklanmaktadır.

Türkiye göçmenlerinin miras olarak aldığı “ekonomik” güçlenme konusunda büyük bir yol aldığı yadsınamaz bir gerçektir. Ancak, sadece ekonomik gücün yeterli olmadığı Avusturya’da, kültürel gelişim sağlayamayan Türkiye göçmenleri, her ne kadar büyük kapitallere sahip olsalar da içine dönük getto yaşamlarında “işçi ruhundan” kopamıyor, işçilerin içerisinde “Türkiye halkının deyimiyle” Almancı yani sonradan görme, kültürel yozlaşmaya maruz kalmış, meta üzerinden varlık göstermeye çalışan sınıfsal bir statüleri olmayanlar olarak varlıklarını sürdürmektedirler.

Her türlü sosyal statüde arafta kalan ve sınıf bilincine sahip olamayan bu toplum, ülkenin siyasi gelişmelerine etki etmek istemediği gibi, oportünist bir yaklaşımla her iktidarın yandaşı olarak, hayata karşı bir duruş sergileyemediler.

Bu tutarsızlığa hükmeden irade sahibi seçmen için, seçimlerde tercih edeceği siyasi partinin, geçmişi-geleceği veya ideolojik anlayışı gibi belirleyici tespitlerin bir önemi olabilir mi?

Her seçmenin sübjektif koşullarından doğacak reaksiyon-tepki sonucu siyasi tercihini kendi lehine kazandırmaya çalışan siyasi partilerin gördüğü bir gerçekliği, bizler göremiyoruz,- belki de görmek istemiyoruz…

Türkiye göçmenleri, Avusturya nezdinde “ülkeye çok önceden geldiği” gerçekliğini, kendisinden sonra gelenlere karşı üstünlük sağlamak için kullanmaktadır. Şu günlerde bu üstünlüğü siyasi arenada destekleyen bir partinin olması ise, üstün olduklarının onaylandığı duygusu yaratıyor ve onaylanmanın verdiği, yıllarca yok sayılmanın ezikliği altından doğan fark edilme duygusu, çok tehlikeli olan geçici aidiyet hissiyatını pratik yaşamda uygulanmasını tetikliyor.

İşte tam da bu süreçte karşıtların birliği teorisinin ispatı gibi, birbirlerini tamamlayan iki ayrı zıt şeylerin zaman zaman birlikte hareket ettiklerini görmekteyiz.

Yabancı düşmanı bir siyasi parti, bütün siyasi argümanlarını göçmenlere karşı nefret politikalarından oluşturuyor ve yerli halka karşı göçmenleri hedef gösteren bir stratejik bir yol izliyor. Ve göçmenlerden oy alabiliyor…

Türk seçmeninin yeni gözdesi | Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ]

FPÖ’nün nüvesi olan ilk örgütlenme, 25 Mart 1949 yılı içinde, “dernek” statüsüyle ve “Verband der Unabhängigen-VdU” [Bağımsızlar Birliği] adıyla gerçekleşti.

Kimdi peki kurucuları bu derneğin?

Faşizm döneminde orduda, devlet kademelerinde yöneticilik yapmış, dönemin faşist partilerinin çalışmalarına katılmış örneğin Avusturya NSDAP, Heimwehr, Landbund, Heimkehr [Vatana Dönüş], Heimatvertrieben [Sürgünler] gibi Nazi ve Austro-faşist partilerin, fraksiyonların, silahlı milis gruplarının eski yöneticileri ve üyeleri. Ama içlerinde, faşizm saflarını terk edip direniş hareketine katılanlar da vardı, liberal bir hatta yer alanlar da.

İkinci Cumhuriyet’in ikinci genel seçimi, 9 Ekim 1949’da yapıldı. FPÖ’nün ilk nüvesi olan “Verband der Unabhängigen-VdU” küçük bir ad değişikliğiyle, “Wahlpartei der Unabhängigen–WdU” [Bağımsızların Seçim Partisi] adıyla bu seçimdeki yerlerini aldılar.

Bu, İkinci Cumhuriyet Parlamentosu’nun en önemli gelişmelerinden biri oldu. Artık mecliste, üç değil (ÖVP, SPÖ ve KPÖ), dört parti [+WdU] olacaktı.

Avusturya, yeniden bağımsız ve egemen bir devlet haline geldikten sonraki süreçte WdU bir dönüşüm sürecine girip, 3 Kasım 1955’te yeni bir isim aldı: “Freiheitliche Partei Österreichs-FPÖ“ [Avusturya Hürriyet Partisi]. Kuruluş kongresi, 7 Nisan 1956’da gerçekleşti ve partinin ilk başkanı Anton Reinthaller oldu.

1990 yıllarına kadar seçimlerde bir varlık gösteremeyen FPÖ, Yugoslavya iç savaşı sonrasında başlayan mülteci akını üzerinden, mültecilere karşı bir tavır göstererek, Avusturyalı işçilere “işiniz ve maaşınız elinizden gidecek” propagandasıyla oylarını artırdı.

O günlerde üç yaşında olan ve Bosna’dan ailesiyle gelerek Avusturya’ya sığınan Alma Zadić, bugün Avusturya Adalet Bakanı olarak görev yapmakta.

FPÖ, Adalet Bakanı Zadić gibi binlerce sığınmacının Avusturya’ya olan katkısı ve toplumsal yaşam içerisinde kültürel bir kaynaşmayla göze batmamasından dolayı, FPÖ için bir argüman olmaktan çıkmıştır. Ancak göç ve göçmenlerin ulusal kimlikleri değişmiş olsa da FPÖ için bunun bir önemi yoktu. 2015 yılında Suriyeli mülteci akımı, Ekim 2017 erken genel seçimlerine ÖVP ile kurulan koalisyon hükümetiyle FPÖ’yü iktidara taşımasıyla sonuç bulmuştu.

17.06.2020 günü benim de bizzat orada olduğum Viyana Eyalet Hükümeti Seçimleri mitinginde, ‘’Kur’an, Koronadan daha tehlikelidir’’ sözü sarf edildi.

Dönemin FPÖ Lideri Norbert Hofer, ülkede yaşayan Müslümanları hedef alarak, Koronadan korkmadığını söyleyerek, ‘’Kur-an, koronadan daha tehlikelidir’’ ifadelerini kullanmıştı. Zira IŞİD çeşitli ülkelerde saldırı düzenliyordu.

Türkler entegre oldu. Oldu-mu?

FPÖ’nün, diğer ülkelerdeki milliyetçi-muhafazakâr aşırı sağcı partilerden farklı olduğunu bilmemizde yarar var.

Her şeyden önce FPÖ’nün milliyetçilik anlayışı zaman içerisinde değer kaybeden bir karakter yapısına sahiptir. Çünkü etnik bir kökene dayandırılarak ulus devleti olarak kurulmayan Avusturya cumhuriyetleri, monarşinin sağladığı prenslerin evlilikleriyle oluşturulan bir siyasi birliğin devamına hükmetmektedirler.

Örnek verecek olursak; 1900 yıllarında göçmen tuğla işçileri olan Çekoslavaklar, o günlerde yabancı sayılırken, günümüzde yerli halk olarak hüküm sürmektedirler. Bu işçilerin bir çok torunlarının soy isimleri Çekçe olarak kalmış olsa da kimse onlara ayrımcılık yapmayı düşünemiyor bile.

FPÖ’nün milliyetçilik anlayışı, sürecin belirlediği bir politikanın sonucu olmaktan ileri gidemez. Bu nedenle, Türkiye göçmenleri de kendilerinden sonra gelen göçmenlerin gölgesinde değer kazanmaya başlayacak, toplumsal katmanlar içerisinde doğal asimilasyona uğrayarak yerli olmaya kabuk bağlayacaktır. Dolayısıyla FPÖ’nün seçimlerde oy istemesi de normal bir istem olarak kabul görecektir.

Ancak şu günlerde bu öngörüler için çok erken.

Bu nedenle ben diyorum ki; Ömrümün yarısı faşizme karşı fiili savaşla geçti. Irkçılık, ayrımcılık, yok sayma, ötekileştirme gibi insani duygulara darbe vuran düşünceye karşı çıkmaya çalışıyoruz.

FPÖ’nün seçimlerde desteklenmesi kapsamında, konjonktürel veya sübjektif koşullar üzerinden üretilen teori ve tespitler, demagojinin ötesinde, geniş kitleleri manipüle etmektir.

Makalede yer alan bazı bilgiler, Hüseyin A. Şimşek tarafından Der Virgül için yazdığı [Avusturya Siyasi Partiler Tarihi | Dosya 3] araştırmasından alınmıştır.

Yayınlama: 26.09.2024
Düzenleme: 26.09.2024
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.