Kerhen Sosyalleşme
“Sosyalleşme, bireylerin içinde yaşadıkları topluma uyum sağlamaları, toplumsal normları, değerleri, dil ve davranış biçimlerini öğrenmeleri sürecidir. Bu süreç, bireylerin çocukluktan itibaren başlayan ve yaşam boyu devam eden bir öğrenme sürecidir. Sosyalleşme sayesinde bireyler, toplumun bir parçası haline gelir ve sosyal rolleri üstlenirler.”
Avusturya’da yaşayan Türkiye kökenlilerin neredeyse yüzde 80’nin Avusturyalılarla olan ilişkisi yüzeysel ve biçimseldir. Yerli halkla dolaylı ilişki kurulduğu ve bu temasın da karşılıklı günlük çıkar ilişkilerinin bir sonucu olduğundan, günün sonunda taraflar birbirlerine toplumsal kaynaşma noktasında bir katkıda bulunmadan kendi dünyalarına dönüyorlar.
Sosyalleşmede muhafazakâr olan Türkiye kökenliler, kendisi gibi olanlarla bir araya geliyor, kendisinden olmayanı “kültürel” anlamda, tanımak dahi istemiyor. Bu durum Türkiye kökenlilerin aynı ülkede yaşayan çok çeşitli etnik gruplarla ve özellikle yerli halkla, yukarıda belirttiğim “dolaylı ilişkiler” üzerinden temas kurmasını yaratıyor.
Göçmenlerin kendi içlerinde sosyalleşmeleri, yani benzer geçmişlere ve kültürel değerlere sahip insanlarla bir araya gelmesi, onların uyum sürecinde duygusal bir destek bulmalarını sağlaması gerekirken, Türkiye kökenlilerde bu durum ters etki yaparak yerli halkla mesafeyi koruyan bir kalkan görevi görüyor.
Yüzlerce dernek, cami, kahvehaneler, restoranlar gibi sabit alanlarda sosyalleşen Türkiye kökenliler, bu alanı kendisine yeterli kılıyor, bu alanı yetersiz gören genç kuşak ise, Türkçe konserler ve benzeri etkinlikler üzerinden sosyalleşiyor. Öte yandan düğünler ise hem sosyalleşme hem de dayanışmanın bir sembolü olmuş durumda.
Ancak bu sosyal faaliyetlerin tamamı, kendi içerisine dönük ve neredeyse dışarıya tamamen kapalıdır.
Avusturya restoranlarına ve yine Avusturyalıların konser ve benzeri etkinliklerine gidenlerin sayısı da yine yok denecek kadar azdır. Yani yerli halkla kaynaşacak kültürel ve sosyal aktivitelerden uzak durulmaktadır.
2000’li yıllardan sonra cami kermesleri ve düğünlerde sosyalleşen Türkiye kökenlilerin büyük bir çoğunluğu, dışarda yemek yeme veya Türk filmleri olması şartıyla sinemaya gitmeye başlamıştır. Zaman zaman göçmen tiyatroları sahne almış ve rağbet görmüştür.
Yapılan tüm sosyal aktivitelerde salonlar doluyor, ancak bu doluluğu yaratanın sosyalleşmeye olan özlemden kaynaklandığı görülmüyor.
Düğünlerde ve benzeri etkinliklerde sahneden en çok anons edilen uyarı; “lütfen çocuklarınızı yanınıza alın” dır.
Çocuklar sosyal alanda daha hareketli ve özgür davranıyor, biz bunu yaramazlık olarak tanımlıyoruz. Oysa göçmenlerin çocukları geniş alanlarda daha enerjik ve hareketli olmasının nedeni; 45 ila 65 metre kare evlerde yaşamak zorunda olmasıdır.
Kendi odası olmayan, kardeşleriyle aynı odayı paylaşmak zorunda kalan çocuklara 10 metre kare hareket alanı kalmaktadır. Dar alandan geniş alana çıkmak ve bunu her gün yaşamak, kendisini okullarda da gösteriyor ve bu dışarıdan asi veya yaramaz çocuklar olarak görülüyor veya görülmek isteniyor.
İçine dönük yaşamın etkileri eğitim alanında da kendisini gösteriyor ve pek çok dışlamaya maruz kalan Türkiye kökenli öğrencilerin iyi bir eğitim almasının önüne geçiliyor. Türkiye kökenli gençlerin çoğu orta okuldan sonra okumayı bırakıp, çalışmaya başlıyor.
Tuhaf olan ise, içine dönük bir yaşam süren Türkiye kökenlilerin birbirlerine olan güvensizlik ve anlamsız rekabet etme güdüsüdür.
Gıda tedarikçisi, su ve elektrik tesisatçısı, kapı pencere satıcısı, emlakçısı ve birçok ticari işletme sahiplerinin ilk cümlesi, “Türklerle iş yapmayacaksın!” veya “Ben Türklerle çalışmıyorum” olmuştur. “Çok güzel bir yüzme havuzu keşfettim. ‘Ama’ hep Türk dolu.” Bu ikilem Türkiye kökenlilerin neredeyse tamamında yaşanmaktadır.
Avusturya’daki farklı gruplar arasındaki eşitsizlikler – yani, çatışma teorisi perspektifinden bakıldığında, göçmenlerin kendi dillerinde haber yapan medyanın önemli bir sorumluluğu olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
Göçmen medyası, göçmenlerin kendi kültürel kimliklerini korurken aynı zamanda yaşadıkları toplumla köprü kurmalarına ve her iki toplum arasında karşılıklı bir anlayış geliştirilmesine de yardımcı olmalıdır. Ayrıca medya, göçmenlerin kendi kültürel kimliklerini, deneyimlerini ve toplumsal sorunlarını anlatmak, duyurmak ve bu konularda farkındalık yaratmak gibi amacı olmalıdır.
Medya, göçmenlerin gözü/kulağı olmak gibi bir misyon üslenmek zorunda olduğu gibi, Avusturya’ya dair haberleri doğru/anlaşılır ve yorum katmadan taşımalıdır. Zira medya dili, göçmenleri yerli halka, yerli halkı göçmenlere karşı önyargılı ve hatta düşman edebilir. Bu yüzden çok önemlidir. Aynı zamanda medya toplumsal olayları göçmenlere taşıyarak onların sosyalleşmesine de destek vermelidir.
Türkiye kökenlilerin eskisi gibi asimile olma korkusu da yok artık. Yaşadığımız bölgeyi içselleştiriyoruz, ancak ne sevdiğimiz belli ne de sevmediğimiz. Avusturya’ya o kadar çok sahip çıkıyoruz ki bazen Avusturyalılar da hayran kalıyor. Ancak bir o kadar da çabuk vaz geçiyoruz.
Bunun nedeni, yüzeysel ve biçimsel ilişkiler ağında günü kurtarmaya çalışılmasıdır…
Kaleminize sağlık,gerçekten sosyaleşme konusunda acı ama gerçeklerden bahsetmişsiniz …