Başaramadığını kabul etmek çok mu zor?
Bilinen bir söylem vardır: “Yanlış yoldayım ama bu kadar da yürüdüm, dönemem artık!”
Bu düşünce, “sunk cost fallacy” [batık maliyet yanılgısı] olarak bilinir; yani bir şeye ne kadar emek veya zaman harcarsanız harcayın, yanlış bir yolda ilerlemeye devam etmenin doğru bir şey olduğu yanılgısıdır.
Peki yanılgının, yanılgı olduğu neye göre ve kimler tarafından belirleniyor?
Siyahın tanımı, karanlık ve dolayısıyla insanın karanlığa karşı bedensel zafiyetinin açığa çıkmasının sonucunda yapılmıştır. Siyahın tanımlanması, beraberinde karşıtı olan beyazın tanımlanmasına neden olmuştur. İnsan siyah karşısında zafiyet gösterdiğinden, beyaz siyaha karşı tercih edilen oldu. Oysa, siyahın temsil ettiği gece ile beyazın temsil ettiği gündüz, arasında materyalist mantık acısından bir fark yoktur. Zira her iki doğal gelişme, doğanın dengesini tamamlayan bir gelişmedir.
İnsan bu doğa olayında, en çok işine yarayan ve hayatta kalmasına yardımcı olanı seçmiştir.
Siyah her zaman cümle içerisinde olumsuzluğu temsil ederken, beyaz temizlik/aydınlık/saflık gibi olumlu örneklerin temsilcisi olmuştur.
Başarısızlıkla başarı arasındaki diyalektik bağda, aynen bunun gibidir. Başarının anlaşılması için başarısızlığın bilinmesi veya yaşanması gerekmektedir.
Daha iyisini görmeden, elindeki objenin en iyisi olduğunu düşünmen kadar normal bir şey yoktur.
Felsefi acıdan bakıldığında, başarmak veya başaramamak diye kati yargıların olmaması, başarının karşısında bir başarısızlığın olması gerektiğini bize gösterir. Ayrıca bu yargıya varan toplumsal koşulların tarih karşısındaki hükmünü sorgulayarak, kimi zaman başarısızlığın bir başarı olabileceği düşüncesinin kapılarını da aralar. Bu nedenle felsefe başarısızlığı tanımlarken, sadece başarı için koyulan hedefi baz almaz.
Belki de başarısızlığı felsefi acıdan değerlendirmiş olmamız, dışarıdan bakıldığında bariz bir şekilde görülen başarısızlığı görmemizi engellemiş ve Virgül’ün inatla haber yazmasına vesile olmuştur.
Şu günlerde sekizinci yılını dolduracak olan Der Virgül haber sitesinin olduğu yerde sayması ve hatta daha da geriye gitmesinin, bizler tarafından görülmemiş olması/görülmek istenmemesi de bir zafiyetin göstergesidir.
Kuruluşunun üzerinden sekiz yıl geçmesine rağmen, halen tek başınaysan ve gözlerinin bozulmasına aldırmadan her şeye yetişmeye çalışıyorsan; bu bir başarı veya fedakârlık değildir.
Bu benim Virgül’ü içselleştirdiğimin, kimseye güvenmediğimin, sekter ve bencil olmamın bir sonucudur. Bu Virgül’ün başarısız olmasının tek nedenidir.
Varoluşsal felsefeye göre, bireyin kendi başarısızlıklarıyla yüzleşmesi, kendini anlaması için bir fırsattır. Yüzleşmenin sonucu olarak; başarısız olan Virgül değil, Virgül ile duygusal bağ kuran, Virgül’ün gönüllü emekçilerine karşı “farkında olmadan” sekter yaklaşım sergileyen bizzat benimdir.
Sekizinci yılda sorulması gereken soru ise: Virgül neden var?
Varlığı topluma ne gibi katkı sağlıyor?
Sekiz yıl içerisinde 1200 köşe yazısı, 970 yorum/analiz haberi yayımlamışız. Avusturya’da yaşayan Türkiye kökenli nüfusa dair yüzlerce içerik üretmiş ve özel haber yapmışız.
Sonuç olarak istediğimiz okuyucu sayısına ulaşamamış, sosyal medya fenomenleri kadar bile geniş kitlelere erişememişiz.
Her yolculuk deneyimdir ve her deneyim bize bir şey öğretir.
Zor olan kısım, verdiğiniz emeklerin boşa gitmiş gibi görünmesidir.
Ancak düşünüyorum da yanlış yolda daha fazla ilerlemek yerine, doğru bir yön belirlemek aslında gelecekteki emeklerimizin karşılığını daha iyi almamızı sağlayacaktır.
Yani hatadan şimdi dönmek, ileride daha doğru bir yere varma şansımızı artıracağı inancındayım…