Avusturya’daki göçmenler neden “Biz böyle değiliz” demek zorunda kalıyor?
Geçtiğimiz cumartesi günü, Avusturya’nın Villach kentinde gerçekleşen bıçaklı saldırıda 14 yaşındaki bir genç hayatını kaybetti, biri Türk vatandaşı beş kişi ise ağır yaralandı. Yemek kuryesi Aladeen Alhalabi, saldırganı fark ederek aracını ona doğru sürdü ve muhtemelen daha büyük bir felaketi önledi.
Alhalabi, saldırıda hayatını kaybedenlerin yakınlarıyla birlikte yas tutuyor ve Avusturya’daki Suriyeliler hakkında olumsuz düşünceler oluşmasından endişe duyduğunu belirtiyor.
“Ama biz böyle değiliz.” İnsanların şunu görmesini çok istediğini söylüyor: “Biz sadece burada, çocuklarımız ve ailelerimizle huzur içinde yaşamak istiyoruz.”
Defalarca “Biz hepimiz böyle değiliz” diyor, Villach’taki saldırganı durduran Suriyeli yemek kuryesi.
“Ben, her insanın yapması gerekeni yaptım” diyor Aladeen Alhalabi. Kendini bir “kahraman” olarak görmüyor.
Saldırı anında kayıtsız kalarak yoluna devam etmek gibi bir seçeneği olmadığını söylüyor: “Eğer böyle bir şey görürsem, bir şey yapmalıyım” diyor. Pazar akşamı ZiB 2’de Stefan Lenglinger ile yaptığı röportajda, bugünlerde sıkça söylenmesi gereken bir cümleyi dile getiriyor: “Biz hepimiz böyle değiliz” ve ekliyor, “Bu aptal insanlar belki de dini yanlış anlıyorlar.”
Bu durum, göçmen toplulukları içinde en çok yaşanan adaletsizliklerden biri. Avusturya’da 60 yılını tamamlayan Türkiye kökenlilerin çok yakından bildikleri bu durum, her dönem hiç değişmeden devam etmiştir.
Ancak adaletsiz olan ise, göçmenlerin ülkeye veya topluma yararlı eylemleri, tüm göçmenleri kapsayan bir övgüye layık görülmemesidir.
Aladeen Alhalabi gibi insanlar, sadece günlük yaşamlarını sürdürmek ve huzur içinde yaşamak isterken, başkalarının hatalarının veya suçlarının bedelini ödemek zorunda kalıyorlar. Bir saldırganın ya da suç işleyen bir grubun kimliği, tüm bir topluluğu temsil etmeye başlıyor.
Ne acıdır ki bu durum, özellikle göçmen kökenli insanların sürekli olarak “Biz böyle değiliz” demek zorunda kalmasına neden olmasıdır.
Göçmenlerin, diğer bir göçmen grup veya bireylerden farklı olduklarını ispat etme çabası, çok onur kırıcı olmakla birlikte göçmenler içinde düşmanlık tohumları ekilmesine ve ayrışmaya neden olmaktadır.
Buna neden olan bugün bir terör saldırısı olarak görülmekte. Ancak bu durum 60 yıldır değişmeyen bir algı operasyonun sonuçlarıdır.
Bu insanlar, sadece kendi hayatlarını yaşamak isteyen bireylerken, bir yandan da başkalarının hatalarının gölgesinde kalıyorlar. Viyana saldırısında bir polisi kurtaran genç, sokakta saldırıya uğrayan kadın polisi savunan göçmen, sel felaketinde gönüllü çalışan eller… Hepsi, “vatanım vatanıma yardım ediyor” diyerek, Avusturya’yı kendi yurdu olarak benimsemiş güzel insanlar.
Ancak onların hikâyeleri genellikle sessizce geçip giderken, bir kişinin suçu koca bir topluluğa mal ediliyor.
Yanlış anlaşılma korkusunun ötesinde, “kendi insanlarının” yarattığı algıyı düzeltme çabasıyla da büyük bir yük taşıyorlar. Kimi zaman kimliklerini saklıyor hatta utanıyorlar, hedef gösterilen ulus kimliklerinden.
Sürekli olarak “Biz böyle değiliz” demek zorunda bırakılmaları, bireysel iyi niyet ve fedakârlıklarının görülmemesi, onların varlıklarını hep bir açıklama yapmak zorunda kalacak şekilde tanımlıyor. Bu da büyük bir güven kaybına neden oluyor.
Oysa kimse başkasının hatalarından sorumlu tutulmamalı. İyilik de kötülük de bireyseldir, milliyetlere, dinlere veya göçmenlik statüsüne indirgenemez.
Bir suçlunun kimliği, aynı ulustan insanları bağlamaz. Ancak toplumsal önyargılar, göçmen kökenli insanları sürekli bir savunma durumuna sokuyor.
“Biz de buradayız, biz de bu toplumun bir parçasıyız” demek zorunda kalmaları bile başlı başına bir adaletsizlik.
Bu yüzden, sadece yanlış yapanların değil, iyilikle örülen hikâyelerin de anlatılması gerekiyor.
Çünkü bir toplumu sadece suç hikâyeleriyle tanımlamak, o toplumun içinde doğan umudu ve dayanışmayı görmezden gelmektir.
Göçmenlerin sürekli olarak toplumun üretici ve yararlı bir parçası olduklarını kanıtlamak zorunda bırakılmasına neden olanlar, yalnızca terör saldırısı düzenleyen göçmen bireyler değildir. Asıl sorun, bir göçmenin olumsuz davranışını bir milyondan fazla göçmene mal edenlerdir.
Tamam iyilikte, kötülükte her ne kadar bireysel olsada, bazı eylem ve davranışlar içinde sosyalize olduğun toplumun etkisi ile şekillenir. Islami motiflerle işlenen suçlar sadece bireye mal edilemez. Örneğin bizim dinimiz böyle değil diyerek arabayı eli bıçaklı kişinin üstüne sürende müslüman olduğunu söylerken, eylemcide aynı dinden olduğunu iddia ederek bu eylemi yapıyor. Yıl 2025. Ve biz hâlâ din konuşuyoruz?