Menderes 1957’de Seçim Kanunu’nda değişiklik yapmasa CHP iktidar olabilirdi

1957 seçimleri yaklaşırken Demokrat Parti’de gerginlik hâkimdi. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) ve diğer muhaliflerin bir ittifak ile Demokrat Parti’ye (DP) karşı seçime girmesi büyük bir felakete neden olabilirdi.

Menderes 1957’de Seçim Kanunu’nda değişiklik yapmasa CHP iktidar olabilirdi

Adnan Menderes’in önünde iki seçenek vardı ya ‘çoğunlukçu sistem’den vazgeçerek ‘nispi sistem’e geçecekti yahut bir şekilde muhalefetin kurduğu ittifakı dağıtması gerekiyordu.

Esasen geçmişte -1946 ve 1950 seçimlerinde- Demokrat Parti, kurumsal olarak ‘nispi sistemi’ savunuyordu ama ‘çoğunlukçu sistem’ DP’nin ülkeyi çok daha rahat yönetmesini sağladığı için bu fikri terk etmişti. 

Nispi sitemde seçime girilse DP’nin birinci parti olacağı aşikârdı ama iktidarı elde edecek çoğunluğu kaybedebilirdi.

Çoğunlukçu sistemde ise muhalefet bir blok kurarsa iktidar muhalefete geçebilirdi ama bir şekilde ittifakı dağıtacak bir yöntem bulunursa bu kez çoğunlukçu sistem Demokrat Parti’nin işine yarayacaktı.

Nihayet Menderes siyasi mirasına zarar vermek pahasına 12 Eylül 1957 günü Resmî Gazete ilanlı 7037 numaralı kanunda belirtildiği üzere Milletvekili Seçim Kanunu’nda önemli bir değişiklik yaptı:

Seçime katılacak olan siyasal partiler il ya da ilçe teşkilatları tüm seçim çevreleri için aday göstermek zorundadır.

Bu kanun, muhalefetin İttifak halinde seçime girmesini engelliyordu. Muhalefet, tüm ülkede ya bir parti çatısında girecekti ya da bölünerek Demokrat Parti karşısında hezimet yaşayacaktı.

Bu şartlarda en mantıklı yol muhalefetin CHP çatısı altında seçime girmesiydi.

Oysa diğer muhaliflerin çoğu ya DP’den kopan kimselerdi yahut da geçmişte CHP’nin siyasi zulmüne uğrayan kimselerdi.

Kendi seçmeninin elinin CHP’ye oy vermeye varmayacağını düşünen muhalifler CHP çatısında seçime girmeyi reddetti.

18 Eylül 1957 günü CMP yaptığı resmi bir açıklama ile “CHP çatısı altında seçime girmeyeceğini ama seçimde yardımlaşacağını” duyurdu.

Bu tam da Demokrat Parti’nin beklediği açıklamaydı. Adnan Menderes karşısındaki bloku dağıtmıştı.

Seçim sonuçları da son derece ilginçti. Demokrat Parti yüzde 48,6 oy oranı ile 424 milletvekili çıkartmıştı, CHP yüzde 41,4 oy oranıyla 178, CMP yüzde 6,5 ile 4 ve HP yüzde 3,5 ile 4 vekil çıkartmıştı.

Eğer ki seçim sistemi değişmeseydi ve ittifak kurularak seçime gidilseydi, Demokrat Parti’nin seçimi kaybetme ihtimali çok güçlü görünüyordu. 

Demokrat Parti 1946 ve 1950 Seçimlerinde kendisine yapılan haksızlığı bu kez muhaliflere karşı yapmış olsa da seçimi kazanmayı başarmıştı.

Film şeridini biraz daha geriye sararsak, seçim sisteminin sebep olduğu haksızlıkları daha iyi anlamış olacağız.

Türk demokrasisinde yapılan ilk çok partili seçim “1950 Genel Seçimleri” olmadığı gibi, CHP’ye karşı kurulan ilk parti de Demokrat Parti değildi. 

Mustafa Kemal’den sert tepki: Bu fırkanın programını gizli eller çizdi

Cumhuriyet döneminde CHP’ye karşı ilk ciddi siyasi parti 17 Kasım 1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası idi. 

Partinin genel başkanı Kurtuluş Savaşı’nın kahramanı Kazım Karabekir Paşa ve genel sekreteri Ali Fuat Paşa’dır.

eni kurulan partiye en sert tepkiyi hem cumhurbaşkanı hem de CHP Genel Başkanı görevini yürüten Mustafa Kemal vermiştir.

Mustafa Kemal, Terekkiperver kurucularını “cumhuriyet karşıtı” olmakla suçlamış hatta kurdukları partinin kendi iradeleri dışında birileri tarafından kurulduğunu iddia etmiştir.

Mustafa Kemal Paşa bu oluşumun kendisine karşı yürütülen bir komplonun parçası olduğunu düşünüyordu.

Muhaliflerse cumhurbaşkanının hem parti başkanı hem reis-i cumhur makamını bir arada yürütmesini yanlış buluyor, Mustafa Kemal’in tarafsız kalması çağrısında bulunuyordu.

Mustafa Kemal Paşa ise muhaliflere olan eleştirisini artırmış ve şu ifadeleri kullanmıştır:

Malum olduğu veçhile Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası diye bir fırka teşkil ettiler.

Bu fırkanın gizli eller tarafından çizilen programını da ortaya attılar. Cumhuriyet kelimesini telaffuzdan dahi içtinap edenlerin cumhuriyeti doğduğu gün boğmak isteyenlerin teşkil ettikleri fırkaya ‘Cumhuriyet’ ve hem de ‘Terakkiperver Cumhuriyet’ unvanını vermeleri nasıl ciddi ve ne dereceye kadar samimi telakki olunabilir?

Rauf Bey ve arkadaşlarının teşkil ettikleri fırka muhafazakâr unvanı altında meydana çıksaydı belki manası olurdu. Fakat bizden daha ziyade cumhuriyetçi ve bizden daha ziyade terakkiperver olduklarını iddiaya kalkışmaları bittabi doğru değildi. ‘Fırka efkâr ve itikad-ı diniyeye hürmetkardır’ düsturunu bayrak olarak eline alan zevattan hüsnü niyet intizar olunabilir miydi?…

Muhalefet partisi Ankara’da hiç iyi karşılanmamıştı. Başta Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal olmak üzere, basın, meclis ve hükümet yeni oluşumun üstüne tüm gücüyle gitmekteydi.

Yeni oluşum kendisini “Cumhuriyetçi” olarak tanımlamasına rağmen, partiye dair birçok iddia söz konusuydu:

Arkalarında Cavid Bey ve Kara Kemal gibi İttihatçıların aklıyla hareket etmeleri, şeriatçı bir tutum takınmaları, hilafetçi olmaları gibi isnatlar bu iddialardan bazılarıydı.

Şeyh Sait İsyanı ise partinin sonunu getiren hadise olmuştur.

İstiklal Mahkemesi’nin fırkayı kapatmak üzere harekete geçeceğini anlayan mebuslar gergin siyasi ortamda daha fazla politika üretemeyeceğini anlayarak partiyi 3 Haziran 1925 yılında kapattı ama bu karar giriştikleri işin bedelini en ağır bir biçimde ödemelerini engelleyememiştir.

Başta Kurtuluş Savaşı kahramanı Kazım Karabekir Paşa olmak üzere, partinin önde gelen isimleri ve kurucuları İzmir Suikastı’nı tertiplemek iddiasıyla tutuklanmış ve yargılanmışlardı. Pek çoğu bir daha siyasi hayata aktif olarak dönememiştir.

İkinci bir teşebbüs yine hüsran: Serbest Halk Fırkası

Mustafa Kemal, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapanma sürecinde üstlendiği sert rol uluslararası politikada itibar kaybetmesine ve bazı basın yayın organlarında diktatör olarak lanse edilmesine sebep olmuştur.

Bunun yanında Mustafa Kemal Paşa’nın CHP üzerindeki hâkimiyeti azalmış ve kendi ismini kullanarak birçok kimse Paşa’nın onaylamayacağı işlere bulaşmıştır.

Mustafa Kemal durumu dengelemek adına CHP’nin karşısında yeni bir fırkanın kurulması gerektiğini düşündü, bunun için Paris elçisi olarak görev yapan Fethi Bey’e yeni bir partinin kurulması için teklifte bulunmuştur.

O süreçte Başbakan olarak görev yapan İsmet İnönü, Mustafa Kemal’in bu teşebbüsünü şöyle yorumlamıştır:

Yine nüfuz suiistimali, memleketin, idarenin şikâyetleri… Atatürk’e yakınlık iddia eden birçok insan(ın) hallerinden, hareketlerinden şikâyet yapılması almış, yürümüştü. Atatürk’ün bulduğu tedbir yeni bir fırka teşkil etmek olmuştur.

Fethi Okyar, henüz hatırası canlı olan Terakiperver Cumhuriyet Fırkası tecrübesinin bir benzeri kendi başına da gelmemesi için Mustafa Kemal ile mektuplaşmalarını yayınlayarak yeni bir siyasi parti kuracağını kamuoyuna ilan etti.

Partinin Mustafa Kemal Paşa’nın bilgisi ve kontrolü altında olduğunu ilan eden en önemli gelişmelerden biri de Mustafa Kemal Paşa’nın kız kardeşi Makbule Hanım’ın partinin kurucu üyeleri arasında yer almasıdır.

Gerekli koşullar sağlandıktan sonra Fethi Okyar, 12 Ağustos 1930 yılında partiyi kurduğunu ilan etti. 

Kurulan bu parti liberal bir ekonomi modeline dayanak zararlı unsurlarla yan yana gelmemeye dikkat edecekti.

Danışıklı bir siyasi oluşum olduğu kamuoyuna açık bir şekilde deklare ediliyor hatta yeni kurulan partinin sonraki seçimde kaç vekille meclise gireceği tartışılıyordu.

Fethi Bey 120 vekil talep ediyor Başbakan İsmet İnönü 50 vekilden fazlasını veremeyeceğini söylüyordu.

Tartışmanın büyümesi üzerine Mustafa Kemal devreye girerek orta yolu bulmuştur. Buna göre, sonraki mecliste Serbest Cumhuriyet Fırkası meclise 70 milletvekili ile girecektir. 

Yeni parti macerası planladığı gibi gitmedi. Fethi Bey’in Ege turu toplumun CHP’ye karşı olan öfkesini ortaya çıkardı.

Özellikle İzmir’de yaşanan hadiselerde Mustafa Kemal tarafsız bir konuma geçerken CHP içinden Serbest Cumhuriyet Fırkası’na sert tepkiler geldi.

Partinin “şeriatçıları cesaretlendirdiği” söylenirken, partinin kapatılması için harekete geçilmesi çağrıları yapıldı.

Fethi Okyar’ın partisini kapatma kararı 15 Kasım 1930 yılındaki meclis oturumunda gerçekleşmiştir.

Polis güçlerinin yerel seçimlerde CHP’ye oy verilmesi için vatandaşa karşı cebir uygulamasını gündeme getiren Fethi Bey İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın istifa etmesi talebiyle gensoru vermiştir.

Mecliste bir başına kalan Fethi Bey’i kendi vekilleri dahi muhafaza etmeye cesaret edememiştir.

CHP’li vekiller ise Fethi Bey’i cumhuriyet düşmanı olmak, Atatürk’e hakaret etmek ve zararlı unsurlarla iş birliği içinde olmakla suçlamışlardır.

Fethi Bey, kendisi yapmazsa partisinin hukuki yollardan kapatılacağını anlayarak partinin feshedileceğini duyurmuştur.

Bu da çok partili hayatın bir kez daha başarısız olmasına sebep olurken Türk siyasi hayatı için önemli bir yerde duran bir partinin daha kapanmasıyla sonuçlanmıştır.

Sistem savaşları Demokrat Parti ile başladı

II. Dünya Savaşı sonrası dünya düzeni yeniden şekillenirken Batı blokuna yakın bir çizgide duran Türkiye’nin tek parti rejimi ile yönetilmesi uluslararası kamuoyunda elini zayıflatıyordu.

İsmet İnönü, 19 Mayıs 1945 yılında yaptığı bir konuşmada çok partili hayata geçilebileceğinin mesajını vermesi Demokrat Parti’nin önünü açan gelişme olmuştur.

Celal Bayar, Refik Koraltan, Fuat Köprülü ve Adnan Menderes 7 Haziran 1945’te CHP Meclis Grubu Başkanlığı’na bir önerge sundu. Bu önerge daha sonra Dörtlü Takrir olarak anılacaktı.

Dörtlü Takrir’de mebuslar ülkenin demokratikleşmesi açısından bazı talepler dile getirmişlerdi. 

CHP vekilleri ve basın, teklife sert tepki göstermiştir. Bu isimlerin muhalif duruşu “Çiftçiyi Topraklandırma Yasası”nda daha da artmıştır.

Daha sonraları bir kesim bu vekillerin ihraç edilmesini isterken bir kesim de kendi partilerini kurmalarını tavsiye etti. 

Demokrat Parti’nin kurucu genel başkanı olacak olan Celal Bayar’ın İsmet İnönü ile yıldızı hiç barışmamıştır.

Mustafa Kemal’in vefatında başbakan olarak görev yapan Bayar, büyük bir incelik göstererek İsmet İnönü’ye Cumhurbaşkanlığı yolunu açmış ama ikili arasında rekabet hiç bitmemiştir.

Bayar ve arkadaşlarının mecliste icra ettikleri muhalefetin sert tepki ile karşılanması üzerine 7 Eylül 1945 yılında Celal Bayar milletvekilliğinden istifa etmiş, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü CHP Disiplin Kurulu kararıyla partiden ihraç edilmiştir.

Karardan iki gün sonra Refik Koraltan için de ihraç kararı çıkartılmıştır. 

Bu süreçten sonra hızla partileşme sürecine giren muhalifler Celal Bayar’ın evinde yaptığı toplantılar sonrası Demokrat Parti’yi kurma kararı almıştır.

İhraçlardan yaklaşık bir yıl sonra 7 Ocak 1946 yılında Demokrat Parti resmen kuruldu. CHP, henüz teşkilatlanmasını tamamlayamayan Demokrat Parti’nin güçlenmesini beklemeden Belediye seçimlerini erkene aldı.

Demokrat Parti bu durumda Belediye seçimlerine katılamayacaklarını ilan ederek boykot kararı aldı.

Bunun üzerine CHP mecliste bir hamle daha yaparak genel seçimleri de erkene alma kararı aldı.

Demokrat Parti, bu durum karşısında tepki göstermesine rağmen seçime girme kararı aldı.

Adnan Menderes, ortaya çıkan tabloyu şu şekilde eleştirecektir:

Bu memlekete hürriyet gelsin diye çırpındık. Dinlemediler. Bizi sorguya çektiler. Yedi saat küfrettiler. Bize kızmalarının yegâne sebebi, istedikleri yolda yürümeyişimizdi. Şark vilayetlerinde ve hudut vilayetlerimizde teşkilat yapmamamızı, köylere asla uzanmamızı istemediler. Halk Partisi’ne karşı hiç olmazsa 40-50 sene iktidara gelme iddiasında bulunmamamızı istediler. Görülüyor ki arkadaşlar, bizden beklenilen demokratik manzarayı tamamlayan bir süs olarak kalmak.

Menderes isyanında haksız değildi çünkü CHP’nin Seçim Kanunda yaptığı değişiklikler demokrasi tarihimize kara leke olarak geçecekti.

Öncelikle İkinci Meşrutiyet’in mirası olan iki dereceli sistemden tek dereceli siteme geçildi. Yani milletvekillerini halk doğrudan seçebilecekti.

Bu madde demokrasi ruhuna son derece uygun ve doğru bir karardı. Demokrat Partililerin bu karara herhangi bir itirazı olmadı.

Kimlerin oy kullanabileceği ve kimlerin seçmen olabileceğine dair de Demokrat Parti’nin herhangi bir itirazı olmadı.

Öte yandan 1946 seçimlerinde iki konu Demokrat Parti taraftarlarınca sert şekilde muhalefet uğradı.

İlk endişe seçim güvenliğiydi ki bu seçimde açık oy gizli tasnif meselesi tüm seçime gölge düşüren bir gelişme oldu.

Demokrat Partililerin diğer itirazı çoğunlukçu sisteme idi. Bu sistemin diktatörce bir yanı bulunduğunu düşünen Demokrat Partililer yüksek perdeden itirazını iletti.

Partinin o dönemde sözcüsü gibi hareket eden Adnan Menderes şu açıklamayı yapacaktı:

İktidar partisi, ne pahasına olursa olsun, muhalefete yer vermemek kararındadır. Uğradığımız yasa dışı davranışların meydana getirildiği ciddi durum karşısında baskılardan ve bunların doğuracağı sonuçlardan korunmak amacıyla seçimlerden çekilmek hatıra gelebilirse de böyle bir davranışta bulunmamayı ulusal çıkara daha uygun buluyoruz.

Çoğunlukçu sistemi eleştirirken seçimlerden çekilmeyi dahi tartıştıklarını belirten Adnan Menderes, 1957 yılında aynı talebi ileten CHP’lileri ülkeye anarşi getirmeye çalışmakla itham edecekti. 

1946 Genel Seçimlerinde Demokrat Parti bu şartlarda 16 şehirde vekil adayı gösteremediği gibi 465 vekil koltuğu için ancak 273 aday gösterebilmişti. CHP seçim kanunu sayesinde 397 milletvekili kazanarak iktidarını koruyacaktı.

Uzun sözün kısası seçim kanunlarında yapılan değişiklikler çok keskin bir bıçaktır ve bu bıçak önce kendi sahibine de zarar vermesiyle bilinir. / Mehmed Mazlum Çelik/Independent

 

Yayınlama: 17.03.2022
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.