Yaşantımızı İleriye Erteleyen Gurbetçiler Değiliz Artık!
Avusturya’da yaşayan Türkiye göçmenleri açısından yakın tarihte iki kırılma noktası yaşandı. Göçmenler üzerinde maddi manevi baskı unsuru olan Ankara ve Viyana yönetimleri, kırılma noktalarının arka planını oluşturduğu gibi, şimdilerde sorumlulukta üstlenmiyorlar. Son yıllarda Avusturya’da giderek artan bir yabancı düşmanlığı yaşanıyor. Avusturyalılara da farklılığa karşı genel bir duyarlık olduğu gözlemleniyor. Bu duyarlılık olumsuz […]
Avusturya’da yaşayan Türkiye göçmenleri açısından yakın tarihte iki kırılma noktası yaşandı.
Göçmenler üzerinde maddi manevi baskı unsuru olan Ankara ve Viyana yönetimleri, kırılma noktalarının arka planını oluşturduğu gibi, şimdilerde sorumlulukta üstlenmiyorlar.
Son yıllarda Avusturya’da giderek artan bir yabancı düşmanlığı yaşanıyor.
Avusturyalılara da farklılığa karşı genel bir duyarlık olduğu gözlemleniyor.
Bu duyarlılık olumsuz bir yön izleyerek, davranışlara ve hatta saldırganlığa dönüşüyor. 1964’de başlayan göçten günümüze, farklılığa alışmış olan Avusturya zaman zaman, farklığa olan tepkisi boyut değiştiriyor.
İçinde bulunduğumuz süreç, Avusturyalıların farklıklara karşı olumsuz davranışlara girmesini ve saldırgan olmasını, alt-üst ilişkilerinde bulmak mümkün.
Toplumun büyük bir çoğunluğunu, alışılmışın dışında algılamalara iten, radikal toplumsal değişikliklerin yaşanmasıdır.
Veya değişiklik yapılmak istenmesidir.
Radikal toplumsal değişimlerin yapılabilmesi için, kitlelerin içinde bulunduğu olumsuz şartların sebebini başka noktalarda aramasını sağlamaktır.
Avusturya’da yabancılara ve özellikle Türkiye göçmenlerine karşı, ayrımcı ve ayrıştırıcı tavırlar içerisine giren Viyana hükümetinin amacını analiz edebilmek için, sistemi iyi bilmek gerekmektedir.
Geniş kitleler sistem bilgisinden yoksun olurlar.
Zira kitlelerin bu bilgiye sahip olmaları da sistemin hiyerarşik mantığınca zaten istenmez.
Bu sayede kitleleri istenildiği gibi yönetmek olanaklı duruma gelir.
Avusturya hükümetinin ileriye dönük yapmak istediklerini göremeyen, görmesi çeşitli algılamalarla engellenen topluma, yaşanan ve yaşanacak sıkıntıların kaynağı olarak yabancılar gösterilir.
Hükümet ortakları, seçmenlerine verdikleri yabancı düşmanlığı sözlerini tutarken, hedef saptırıyor, Avusturya sermayesinin isteklerinin doğuracağı sıkıntıların önünü yabancılarla ilgili konularla kesmek istiyor.
Hükümetin strateji; Avusturya için en köklü ama en sorunlu yabancılar Türkiye göçmenleridir.
Türkiye göçmenlerinin, anavatanlarıyla olan duygusal bağını çok iyi bilen Avusturya, tamda bu noktadan hedef alıyor.
Yabancılar yasaları kapsamında, hak ihlalleri uygulayarak Türkiye göçmenlerinin gerici ve ırkçı bir çerçevede bir araya gelmelerini sağlamak istiyor.
Kısmen de başarılı oluyor.
Gerici bir çerçevede toplanacak göçmenlerin, Türk ırkçılığı etrafında politika üreteceğinden, hükümet Avusturyalı çalışanların haklarında çıkardığı ve çıkarmak istediği kısıtlamalarla dolu yasalara gelecek tepkileri, yabancıların ırkçı girişimlerini göstererek, tekrar hedef şaşırtacak.
Özgürlük Partisi (FPÖ), kendi tabanını 12 saat iş gününe ikna edene kadar, Türkiye göçmenleri hakkında defalarca olumsuz yasa teklifinde bulundu.
CETA anlaşmasına, seçimlerden önce hayır diyen FPÖ, şimdi imza attı. Bütün bunların parti tapanına ve seçmenlere bir şekilde izah edilmesi gerekmektedir.
FPÖ, yabancı düşmanı tabanına daha güzel hediyeler sunarak, özellikle Türkiye göçmenlerine her fırsatta saldırıyor.
Son olarak Türkçe ehliyet sınavına son verileceği duyuruldu. Öte yandan, çalışanların yıllık beş hafta olan izin haklarını sessiz bir şekilde dört haftaya çekmeyi planlıyorlar.
Hükümet göreve geldiğinde çok büyük umutlar besleyen seçmen, çıkarılan esnek çalışma yasaları üzerine hayal kırıklığına uğramış durumda.
Başarısızlığı koalisyonun ana niteliğine bağlamaktansa, sahte hedefler mazeret olarak sunulmaktadır. Bu sahte hedefler genelde yabancılar, özelde ise Türkiye göçmenleridir.
Yukarıda bahsettiğim iki kırılma noktalarından birisi, 2017 Avusturya erken genel seçimleri olmuştur.
Yabancılar üzerinden seçim propagandası yapılarak iktidara gelinmiş, Türkiye göçmenleri seçim sürecine, bir Türkiye seçimleri kadar dikkatlerini vermemişlerdir.
Bunu yapmadıkları gibi, gerici politikaların esiri olup, yabancılara yaklaşım politikalarında kötülerin içinde iyi olan partilere oy verilmemesi propagandası yapılmıştır.
Türkiye’nin yapmış olduğu son üç seçim, Avusturya’da yaşayan Türkiye göçmenlerinin ikinci kırılma noktası olmuştur.
Avusturya penceresinden bakıldığında, Türkiye seçimlerinin Avusturya’da bıraktığı izler, bu izler kırılma noktasıdır.
Türkiye’de yaşayan seçmenlerden daha arzulu ve istekli bir biçimde, seçim çalışması yürüten ve seçimlere katılan ‘Avusturyalı Türkiyeliler’, Avusturya yönetiminin yıllarca entegrasyon fonlarıyla geliştirdiği birlikte yaşam projesini boşa çıkarttığı görüldü.
SPÖ/ÖVP koalisyon hükümetinde bakanlık yapan bir siyasetçiyle yaptığımız ikili konuşmada şunları söylemişti; ‘’300 bin Türkiye göçmeninin neredeyse yarısı Avusturya vatandaşı, Türkiye seçimlerine gösterilen ilginin, on da biri Avusturya seçimlerine gösterilmedi.
Biz boşuna uğraşmışız yada yanlış yapmışız.’’ Eski bakanın ifadelerinin son bölümü ‘’yanlış yapmışız’’ bölümü, entegrasyon politikalarının, biçimsel ve yüzeysel olduğu konusunda yaptığımız eleştirileri bir kez daha önemli kılmaktadır.
Avusturya’da yaşayan Türkiye göçmenleri neden Erdoğan’a oy veriyor tartışmalarına tekrardan girmeyeceğiz. Bir çok gazetenin de kaynak olarak kullandığı ‘’ Avusturya Medyasının Peşine Düştüğü Yanıt’’ başlığıyla yayınladığımız analiz yazımızda değinmiştik.
Türkiye seçimleri bir başka gerçeği de gün yüzüne çıkartmış ve binlerce Türkiye göçmeni yasadışı olan çifte vatandaşlık kapsamında mağdur olmuştur.
Öteden beri biçimsel entegrasyon yasaları etrafında, göçmenleri entegre etmek adına yasakçı politikalar üreten Avusturya, fırsatları çok iyi değerlendirerek, Türkiye karşısında diplomatik üstünlük sağlama adına, kendi ülkesinde emek harcayan göçmenleri kullanmıştır.
Avusturya her fırsatta entegre olmakta sorun yaşayan yabancılar statüsüne koyduğu Türkiye göçmenlerini, özünde kendi haline bırakmış ve Türkiye bağlantılı gerici örgütlenmelere yem ettirmiştir.
Avusturya, atası olan ünlü diplomasi ustası Klemens von Metternich taktiğiyle, Türkiye göçmenleri içerisinde her türden gerici örgütlenme faaliyeti yürüten akımlara göz yummuş, göçmenlerin kendi aralarında ideolojik ayrışmaları fırsata çevirerek bunları bugün baskı unsuru olarak kullanmaktadır.
Avusturya istihbaratı bünyesinden edinilen net bilgiler, Avusturya’da Türkiye gericiliğinin örgütlenmesine göz yumulduğunu işaret etmekte.
Gülen cemaati başta olmak üzere, yeşil sermayenin para akışı ve çeşitli isimler altında örgütlülük çalışmaları yürütmesi, üstün Türk ırkı propaganda çalışmalarının ırkçılık temelinde yükselmesi, açılan okullarda verilen eğitimin boyutları gibi, bir çok konulara vakıf olan Avusturya, bütün bunlara yol vermiştir.
Bütün bunların oluşum sürecine müdahale etmeyen Avusturya, bugün yeni bir gelişmeymiş gibi camiler, imamlar ve derneklerin daha çok denetleneceğini, bu tür yerlerin Avusturya değerleri açısından tehlike arz ettiğini söylemekte.
Avusturya, göçmenler arasında pekişen gerici örgütlenmenin pekişmesini an ve an izledi.
2017 erken genel seçimleri kampanyasında, milli görüş geleneğinden ve işveren tabanlı kişilerle samimi pozlar veren Sosyal Demokrat Parti (SPÖ) Başkanı Kern’nin bu davranışı bizlere, Avusturyalılar cephesinde, göçmenlerin iç ideolojik çatışmasının bir anlamının olmadığını göstermiştir.
Başbakan Sebastian Kurz’un geçmişte, Alevi derneklerine ve camilere yaptığı ziyaretlerde verdiği iyi niyet mesajları da, bu günün siyasal yapısına taşınmış değirmen sularıdır.
Göçmenleri kendi objektif durumundan bağımsız, oy potansiyeli olarak gören siyasiler, her kesimden göçmene göz kırparak, göçmenlerin içine dönük yaşam sürmelerinin önünü açmışlardır.
Avusturya’da yaşayan Türkiye göçmenlerinin ‘sınıf bilincinin’ olmadığını bilen siyasiler, ulus ve din bilincinden yola çıkarak, onların içinden öne çıkmış kişileri siyasette piyon olarak kullanmışlardır.
Yabancılar hakkında alınan bütün kararların altına atılan imzaların içinde, göçmenler içinden çıkmış milletvekili veya siyasetçilerinde imzası bulunmaktadır.
Sınıf bilinci olmayan Türkiye göçmeni, 12 saat iş yasasına evet diyen ve iktidarın büyük ortağı ÖVP milletvekilini, sırf kendi mezhebinden olduğu için desteklemeye devam edebiliyor.
Bu bilinçsizlik öyle bir hal almıştır ki, sözüm ona sınıf mücadelesi verdiğini söyleyen, işçi sınıfının sosyalizmle kurtulacağını her fırsatta dile getiren bazı kesimler, ÖVP içerisinde aktif rol oynayan bir siyasetçiyi açıktan savunabiliyor.
Seçim çalışmalarında, mevcut Ankara iktidarını savunduğunu söyleyen bir gazeteye reklam veren göçmen siyasetçi, muhafazakar ve Türk milliyetçi tabandan oy istiyor, aynı siyasetçi, Kürt derneklerinin organizesi olan Nevroz davetlerinde karşımıza çıkabiliyor.
İslami çizgisiyle bilinen bir gazetenin ve hatta, birlikte yaşam ve entegrasyona dair hiçbir tezi olmayan, Sosyal Demokrat Parti tabanlı göçmen memur aracılığıyla, Avusturyalı kurumlardan reklam alması ve Sosyal Demokrat Partinin buna ses çıkartmadığı görülmekte.
Göçmenler içerisinden çıkan siyasilerin, seçim zamanları döneminde, ilk ziyaret ettikleri iş adamlarının Türkiye bağlantılı siyasi görüşlerinin de hiçbir önemi olmadığı görülmektedir.Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Burada vurgu yapmak istediğimiz, Türkiye göçmenleri siyasal ve kültürel anlamda iki ayrı dünyaya bölünmesidir.
Göçmenlerin hayata karşı duruş sergilemeleri engellenmiş, Avusturya iç siyaseti ile Ankara iç siyaseti karşısında, göçmenler ikili oynamak zorunda bırakılmıştır.
Avusturya’da Sosyal Demokrat Partileri tercih ederken, Türkiye’de milliyetçi ve muhafazakar bir çizgide kalmıştır.
Bu durum göçmenler arasında, fikir sahibi olma, hür iradesiyle siyasi otoriteye karşı tavır koyma yeteneğini elinden almıştır.
Göçmenlerin bir türlü edinemediği sınıf bilinci, kendisinin hakkını yiyen Türk işvereni ve hangi partide olursa olsun Türk siyasetçiyi desteklemesine neden olmuştur. Bu nedenle de, Avusturya siyasi partiler, göçmenler arasında popüler olan her ismi, yadırgamadan aday olarak gösterme cesaretini kendilerinde bulmuşlardır.
Avusturya ve Türkiye yönetimlerinin farklı ifadelerle yaptıkları birlikte yaşam çağrısı, üzün de ayrıştırmanın bir parçasıdır.
Türkiye tarafının oluşturmak istediği Türk diasporası, Avusturya tarafının yasakçı entegrasyon yöntemleri, yerli halkla, göçmenleri daha çok bölüyor ve ayrıştırıyor.
Her iki tarafında unutmaması gereken bir gerçek var.
Avusturya’da yaşayan Türkiye göçmenleri çeşitli evrelerden geçerek, göçmen ve daha sonra azınlık statüsüne ulaşacaktır.
Bu durumda kalıcı olan göçmenler, Avusturya’da hayatın her alanında aktif olmak zorunda. Yaşantılarını ileriye erteleyen gurbetçiler değiliz artık.
Her iki yönetimin de istediği, göçmenlerin her konuda ayrı birlik veya örgütlülük sağlamasıdır.
Bu durum yabancı yerli ayrımını derinleştireceği gibi, karşılıklı ırkçı anlayışlarında palazlanmasına neden olacaktır.
Birlikte yaşam, birlikte yürümekle mümkündür.
Göçmenlerin başına veya sonuna ‘’Türk’’ ibaresi koymadan yapacağı bütün çalışmalar birleştirici rol oynayacaktır.
Keza Avusturyalılar cephesinde de, yabancı ibaresinin kullanılmasının önüne geçilmesi, birlikte yaşamı güçlendirecektir.
Bu günlerde bu sıfatları çok sık kullananların kimler olduğunu görüyorsanız! İşte birlikte yaşamın düşmanı ve ırkçı politikalar üretenler onlardır.
Göçmenlerin kurtuluşu ayrı örgütlenmek değil, Avusturyalı ileri sivil toplum örgütlerinde yer alarak birlikte, yabancı düşmanlığına karşı duruş sergilemekten geçmektedir.