Kime Oy Vereceklerine Onlar Karar Verdi
Siyasi tercihleri, Ankara-Viyana arasında adeta işkence gören Türkiye göçmenleri, zaten ilgisiz kaldığı Avusturya siyasetine, el yordamıyla da olsa oy kullanarak- daha doğrusu telkinlerle katılmış oldu. Avusturya siyasetini kurumlar sayesinde: Türkiye ile diplomatik ilişkiler ekseninde, üstüne hızlıca giyip çıkarabildiği, hayatında çok da önemli bir yeri olmayan, daha çok bu eksen odaklı bir konu olarak ele alan […]
Siyasi tercihleri, Ankara-Viyana arasında adeta işkence gören Türkiye göçmenleri, zaten ilgisiz kaldığı Avusturya siyasetine, el yordamıyla da olsa oy kullanarak- daha doğrusu telkinlerle
katılmış oldu.
Avusturya siyasetini kurumlar sayesinde: Türkiye ile diplomatik ilişkiler ekseninde, üstüne hızlıca giyip çıkarabildiği, hayatında çok da önemli bir yeri olmayan, daha çok bu eksen odaklı bir
konu olarak ele alan Türkiye göçmenleri, bu seçimlerde de, bütün politik kimliğini kendisine ‘gösterilen’ doğru partiyi veya kişiyi seçme çabasına indirgemiş oldu.
Türkiye demokrasi geleneğinden kurtulamayan kurumlar, her ne kadar dernek tüzüklerinde ‘’demokratik’’ oldukları vurgulansa da, siyasi kararlarda tepeden inme bir yönetim biçimine
sahiptirler.
Türkiye göçmenlerinin oluşturduğu sivil toplum kurumlarının hiç birisinde, Avusturya seçimleri kapsamında, hangi partiyi neden desteklemeliyiz gibi, üyelere açık toplantı yapılmamıştır.
Yapılan tüm toplantılarda, biz şunu destekliyoruz denilerek, üyelerin desteklemesi istenmiştir.
Yani üyelere sorulmamış, biz karar aldık şu parti desteklenecek ve sizlerde çalışma yürüteceksiniz denmiştir.
Sağ-Sol-Muhafazakâr ayırt etmeksizin, hepsi kendi kitlesine desteklenecek siyasi partiyi bildirmiş, onlarla beraber karar almamıştır.
İstisnasız, bütün Türkiye kökenli derneklerin iç işleyişi, anti-demokratiktir.
Onlar için, herkesin politikayla uğraşması gerekmez.
Çünkü politika özel bir ilgi ve beceri alanıdır.
Onunla haşır neşir olacak zümre, bu konu üzerine eğitim almış ve ona derin bir ilgi duyan ve zaman ayırabilecek kişiler olmalıdır.
Seçim veya ona benzer etkinliklerde, sivil toplum kurumu üyesi, bu anlık politik eylemden sonra kendini hemen politik kimliğinden arındırıp, sosyal hayatına dönmeli ve politikayı uzmanların
sorumluluğuna teslim etmelidir ki, yenilginin ve yanlış stratejinin hesabını soramasın.
Oysa, Demokratik düşünce, J. J. Rousseau’nun deyimiyle ‘genel iradenin’ tayinidir.
Demokrasilerde yurttaşlar kanunun hem nesnesi hem de öznesidirler. Yani, kanunu hem yapmakla hem de ona uymakla görevlidirler ve bundan dolayı da demokrasilerde halk iradesini aşan
başka bir irade olamaz.
Genelde böyle olan kural, demokratik kitle derneklerinde ise, üyeler karar alan ve karara uyanlardır.
Alınan kararlar hakkında bilgilendirilen değil.
Demokrasinin İki Ayağı, Çoğunluk ve Çoğulculuk arasındaki diyalektik bağı kurmayan sivil toplum örgütleri, çoğunluğun seçtiği yönetim kadrolarıyla, o kadroları seçenlerle baş başa kalmış,
sadece o kesimi sandığa, dolaysıyla işaret ettiği siyasi partiye oy verdirebilmiştir.
Kitlesiyle bütünleşemeyen, onların güncel ve yerel sorunlarını iyi tespit edemeyen kurumlar, seçimlerde olduğu gibi, Avusturya özgülünde hiçbir alanda varlık gösterememişlerdir.
29 Eylül seçimlerinde, kitlesini sandığa taşımak için binlerce afiş basan, videolar hazırlayan sivil toplum örgütü, daha düne kadar düşman ilan ettiği Avusturya siyasi partilerine oy verilmesi
gerektiğini savundu.
Çoğulcu demokrasi adına önemli bir adım olarak değerlendirdiğim bu eylem, sandık başında aynı sivil toplum örgütü mensuplarıyla yaptığım konuşmalar ve gördüklerim, yanıldığımı
göstermiştir.
Türkiye seçimlerinden alışkın olduğumuz görüntüler: Özellikle Türkiye göçmeni seçmenlerin yoğun yaşadıkları bölgelerde kurulan sandık binalarının etrafında, küçük bir kağıda yazılmış bir bilgi
dolaşıyordu.
Kağıdın içerisinde, oy verilecek parti ve tercihli oy verilecek adayın ismi yer almaktaydı.
Bu durum, yukarıda sözünü etiğim, iradeye müdahale- sen siyasetten anlamazsın oyunu buna ver mantığının bir göstergesidir.
Sivil toplum örgütleri tabi ki, kitlesine öncülük etmelidir.
Bu öncülük onları kafa sayısı olarak kullanma veya potansiyel bir güç olarak göstermek için olmamalıdır.
Öteden beri, aktif siyasete uzak olan göçmenler, kendisine yakın gördüğü sivil toplum örgütlerinin işaret ettiği yoldan gitmiş, kurumların fikirlerini kendi fikri gibi savunmuştur.
Sivil toplum örgütleri ise, siyasi ideolojik bağları olan bir üst mevkiinin işaret ettiği çizgiden giderek, kendilerinin fikri olarak kabul etmişlerdir.
Dolayısıyla, sivil toplum örgütlerinin hep savunduğu, ‘aşağıdan yukarı doğru örgütlenme’ şekli sadece bir fikir olarak savunmada kalmıştır.
Yaklaşık 140 binin üzerinde seçme hakkı olan Türkiye göçmeni, 20 bine yakın tercihli oy kullandığı seçim kurulunun resmi listesinde mevcut.
Artık kaç kişinin sandığa gittiğini tahmin etmek bile istemiyorum.
Dip not olarak şunu da söylemek isterim ki, seçimlerde aday olan ama oy kullanmaya gitmeyenlerin olduğunu biliyorum.
Yeni bir hareketin doğması gerekmektedir: Ama gerçekten aşağıdan yukarıya doğru örgütlenen.
Bütün ideolojik, mezhepsel ve özellikle Türkiye siyasetinden arınmış, Avusturya özgülünde, Avusturya’nın objektif şartlarından yükselen ve beslenen bir hareket.
Avusturya’da yaşanan ırkçılığa karşı durabilen, ama aynı zamanda Türkiye’yi de kapsayan geniş bir anti-ırkçı yelpazeye sahip olmalıdır.
Bütün bunların ışığında, demokratik irade ile işlevlik kazandığını söyleyen, Devlet, Hükümet, Siyasi Parti ve Sivil Toplum Kurumları – bu bağlamda, demokrasiler için sorulması gereken ve
iradeden daha öte bir yerde duran soru, halk iradesinin nasıl bir süreç sonrası ortaya çıktığı ve bu iradeyi benimseyen çoğunluğun bu iradeyi oluştururken kendi görüşlerini sorgulamaya ne kadar
açık olduğu sorusudur.
Bu soruyu önce kendinize, sonra içinde bulunduğunuz sivil toplum kuruluşuna sorunuz…