İki Ayrı Din, İki Aynı Niyet ve Dondurmacı
Bir şeyi düzeltmek için tüm imkanlara sahip olsanız da bu imkanların işe yaramayıp olaya çözüm bulamadığımız anlar vardır. İşte bu anlar, kendi varlığının ve evrenin üstünde hâkim bir kudretin varlığını hatırlatır. Her insan olmasa da, dünyada büyük bir çoğunluk, çaresiz kaldığında, o güce sığınma ihtiyacı hisseder. Çünkü insan doğası gereği kendisinden üstün çok yüce ve […]
Bir şeyi düzeltmek için tüm imkanlara sahip olsanız da bu imkanların işe yaramayıp olaya çözüm bulamadığımız anlar vardır.
İşte bu anlar, kendi varlığının ve evrenin üstünde hâkim bir kudretin varlığını hatırlatır.
Her insan olmasa da, dünyada büyük bir çoğunluk, çaresiz kaldığında, o güce sığınma ihtiyacı hisseder.
Çünkü insan doğası gereği kendisinden üstün çok yüce ve sonsuz bir gücün varlığını kabule eğilimlidir.
Bu nedenle çaresiz kaldığında, üstün sonsuz güce sığınır ve ondan yardım ister.
Bu yardımın isteniş şekli duadır.
Dua Allah’a sunulacak talepleri sözlü veya yazılı olarak dile getiren metinlere dua denilir.
İslâm literatüründe ise Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesi, sevgi ve tazim duyguları içinde lütuf ve yardımını dilemesi anlamına gelir.
Bu konuyu köşeme taşımamın sebebi tabi ki, inançların ibadet ve yakarış şekillerine yorum yapmak değil.
Değinmek istediğim, çaresizlik anında dua etmek, bir diğer deyişle yakarışın evrensel boyutu ve insan üzerinde oluşturduğu yardım severliktir.
Gazeteci arkadaşımla, Viyana Türk Büyükelçiliğindeki 15 Temmuz resepsiyonundan çıkmış, bir dondurmacının bahçesinde oturuyorduk.
Nasıl olduğunu anlayamadığımız bir kaza sonucu, bir çocuk düştü ve kaşı açıldı.
Annesi, yavrusunun o haline bakamadan kendisinden geçti.
Babası biraz daha uzaktaydı, geç fark edebildi.
Herkes panik halinde yardım amaçlı kalktı.
Zira çocuğun kaşının açılması sonucu akan kan, gözlerini kapatmış, herkeste gözüne bir şey oldu endişesi doğmuştu.
Her şey saniyeler içerisinde oluyor ve çaresiz kalan anneye ve çocuğa yardım edilmesi gerekiyordu.
Tam çocuğu kucağıma alacaktım ki, dondurma almak için oluşan sırda gördüğüm genç bir kadın benden önce davrandı ve çocuğu bağrına bastı.
Kanı durdurmaya çalıştık ve durdurduk. Ambulans arandı.
Çocuğun gözünde bir şey olmadığını görünce de herkes rahatladı.
Benim dikkatimi çeken başka bir şey oldu (…)
Genç kadın kanlar içindeki çocuğu bağrına basarak, hem anneyi hem de çevredekilerin paniğini bitirmişti.
Genç kadın hiç durmadan dua okuyordu. Kendi çocuğu gibi sarıldığı çocuğa, soğuk kanlılıkla ‘’geçti, geçti’’ diyor, daha sonra dua okumaya devam ediyordu.
Çok da yadırganacak bir şey yoktu. Müslümanlar, iyi veya olumsuz her şeyde dua eder, şükreder veya yakarırdı.
Ambulansı beklerken, bir diğer kadın dikkatimden kaçmadı.
Usulca yanına sokuldum.
Bu kadın sonradan gelmişti.
Yanına yaklaştığımda onunda dua ettiğini fark ettim.
Sonradan öğrendiğim kadarıyla, Sırp asıllı Hristiyan – Ortodoks inancına mensuptu.
İki ayrı dine inanan iki kadın, aynı çocuk için dua ediyordu.
Bu durum evrensel bir değerin, dondurmacının bahçesinde sergilenmesi gibi bir durum ortaya çıkartmıştı.
Edilen dua, farklı dinlerin kendi iç dinamikleriyle dile getiriliyor, canı yanan bir çocuğun daha fazla canının yanmaması konusunda birleşiyordu.
İki kadında çocuğun canının yanmasına yapabilecekleri bir şeyin olmadığının farkında olarak, tek yapabildikleri şeyin inandıkları güce yakarmak olduğunu biliyorlardı.
Din psikolojisinin kurucularından William James, dua “ilahi kabul edilen bir güçle her türlü içsel paylaşımdır” der.
James, “insanların belirsiz bir evrenle uzlaşmak, başa çıkmak için dua etmek zorunda olduklarını” düşünür.