Konfüçyüs Okuyup Arabesk Dinliyorum

Günümün tüm yorgunluğumu, elimde tuttuğum ve yudumlamak üzere olduğum demli bir çaya yüklerken, bana eşlik etsin diye açtığım kanallardan birinde takılıyorum.     BBC Türkçe.. Konfüçyüs. Evet.   Dikkatimi çeken bir konu oldu nihayet dercesine iki yudumla bitirdiğim çayımı tazeleyip çarçabuk ekran karşısına tekrar geçiyorum..    Yayın Konfüçyüs’ü anlatmaya; O’nun, oğullarını kaplanların kaçırdığı bir kadınla konuşmasını aktararak […]

Günümün tüm yorgunluğumu, elimde tuttuğum ve yudumlamak üzere olduğum demli bir çaya yüklerken, bana eşlik etsin diye açtığım kanallardan birinde takılıyorum.  

 

BBC Türkçe.. Konfüçyüs. Evet.

 

Dikkatimi çeken bir konu oldu nihayet dercesine iki yudumla bitirdiğim çayımı tazeleyip çarçabuk ekran karşısına tekrar geçiyorum.. 

 

Yayın Konfüçyüs’ü anlatmaya; O’nun, oğullarını kaplanların kaçırdığı bir kadınla konuşmasını aktararak başlamıştı. 

 

Konfüçyüs kadına ”madem bu bölgede kaplan tehlikesi var neden terk etmiyorsun?” diye sorduğunda kadın ” bu bölgede kaplanlar var ama bölge iyi yöneticilere sahip” diye karşılık vermiş. 

 

Aslında bu çok doğru bir tercihtir. 

 

Çünkü Konfüçyüs’ün bütün anlattıklarının genel bir özeti niteliğini taşımaktadır.
 

”Kötü bir yönetim insan için kaplanlardan bile tehlikelidir.”
 

Kimilerine göre bir peygamber, kimilerine göre bir ateist, kimilerine göre bir politikacı, kimilerine göre de bir filozoftur O. 
 

Şu var ki bir çok yazar ve tarihçinin görüşlerine karşın Konfüçyüs, bir din kurucusu olmaktan ziyade bir ahlakçıdır.
 

Konfüçyüs’e sormuşlar: ”bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız ilk işiniz ne olurdu”  Büyük filozof:”dili gözden geçiririm. 
 

Dil kusurlu olursa düşünceyi iyi anlatmaz. Düşünce iyi anlatılmazsa yapılması gerekenler doğru yapılmaz. 
 

Ödevler gereği gibi yapılmazsa kültür bozulur, adalet yolunu şaşırır.

Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez.

İşte bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.
 

Konfüçyüs’ün hayatı, düşünce biçimi, öğretileri kendimi bildim bileli dikkatimi çekmiştir.

Eminim ki ben O ‘nun döneminde yaşamış olsaydım, ne yapıp edip O’nun öğrencisi olmak için uğraşırdım.
 

Aklıma gelmişken söylemek istiyorum. 
 

 

Biliyor musunuz ben bu sıralar çok arabesk dinler oldum….
 

Hocam Konfüçyüs demiş ki memleketin nasıl yönetildiğini anlamak mı istiyorsunuz; onun müziğine kulak veriniz. 
 

‘’Nerede güzel eserlerden oluşmuş uyum vardır, orada adalet ve erdem hüküm sürer.”

İşte öyle bir müzik tarzı benimkisi. 
 

Neden mi arabesk dinliyorum? 
 

Çünkü geçinemiyorum. 
 

Markete her gittiğimde cüzdanım, içinin boşalmasından rahatsızlık duyar moda geçiyor. 
 

Ee bu mod da beni etkiliyor. 
 

İster istemez uzun yıllar beraberliğimizin söz konusu olduğu bir eşyamdır kendisi. 
 

Boşalan cüzdanımı eve gelir gelmez teselli etmek istercesine her zaman yaptığımın tersine 45 dereceden daha kocaman açıyorum ağzını.. 
 

 

O Ne!!!
 

Bir not var içinde vaktiyle tıkıştırmış olduğum bir not;
 

“Bir devlet, aklın ilkelerine göre yönetiliyorsa, düşkünlük ve yoksulluk yüzkarasıdır. 
 

Bir devlet aklın ilkeleriyle yönetilmiyorsa, o zaman da zenginlik ve şan şeref utanç verici şeylerdir.”
 

Hocam haklısınız….
 

Şu da var tabi…

 

Konfüçyüs o çok istediği devlet yetkileri verilseydi yöneticiliğin kitabını yazmayı bırakıp diktatörlüğün uygulayıcılığına soyunacak bir “bilgeydi”.

 

Hükmedenlere saydırarak geçirdiği öğreti yıllarından sonra hüküm sürmekte olan LU hanedanlığından gelen bakanlık teklifini geri çevirmedi ve adalet bakanı oldu.

 

Nihayet bilgeliğini uygulayacak bir fırsat bulmuştu. 
 

O’nun döneminde neredeyse hiç soyguncu kalmadı. 
 

Ancak bazı fikirleri adaleti sağlamak için fazla sertti.

 

Örneğin, erkekler yolun solunda, kadınlarsa sağında yürümeliydi.

 

Üstelik belirlenen kıyafetleri giymezseniz anında ölüm cezasına çarptırılabilirdiniz.

 

Soyguncuların da azaldığı, şiddetli adalet bakanlığı tutumundan anlaşılabilir.

 

Aşırıya kaçan tutumları sonucunda hanedanlık da rahatsız olmaya başladığında görevden alındı.

 

Bir süre sonra hırsızlık gibi suçlar tekrar artmaya başladığında tekrar çağırıldı.

 

Bu kez adalet bakanlığının da üstünde bir mevkiye getirildi.

 

Ancak Konfüçyüs’ a göre fazla demokratikleşen hanedanlıktaki bu görevinde yapabilecekleri daha sınırlıydı.

 

Mevki yüksek ancak yetki azdı.

 

Bu durum karşısında üzülerek istifa etti. 

 

Öğrencileriyle birlikte Çin’in bir ucundan diğer ucuna yürümeye karar verdi. 

 

Bu esnada fikirlerini uygulayabileceği, yetki sahibi olabileceği bir hanedanlık bulursa da ne mutluydu O’na.

 

On yıl süren yolculuğu sonunda WE diyarına vardığında tam aradığı hükümdarı bulmuştu.

 

Ancak bu kez de üstüne atılan bir iftira sonucu hayatının tehlikede olduğunu anladı ve yolculuğuna devam etti.

 

Belirtmek isterim ki, iftirayı atanların hükümdara yaklaşmasını istemeyen üst mevkilerdeki kişiler olabileceği yüksek ihtimal.

 

67 yaşına geldiğinde hala kendisine devlet kademelerinde iyi bir mevki ararken bunun bir hayal olduğunu anlaması uzun sürmedi ve o anda öğrencilerine “ah, beni tanıyan hiç kimse yok” dedi.

 

Her “yaşlanan” beyin gibi fikirlerinin sonraki kuşaklara aktarılamayacağına olan üzüntüsünden bahsedip durdu.

 

72 yaşında ölmeden önce son sözleri ise “Taşıyan şehri çökecek, büyük ağaç devrilecek ve bilge geçip gidecek solmuş bir çiçek gibi”
 

Sağlıcakla kalın efendim.

 

Yayınlama: 20.08.2018
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.