Hrant’ın Anısına…
Türkiyeliyim..Ermeniyim… İliklerime kadar da Anadoluluyum. Bir gün dahi olsa, ülkemi terk edip geleceğimi “batı” denilen o “hazır özgürlükler cenneti”nde kurmayı, başkalarının bedeller ödeyerek yarattıkları demokrasilere, sülük misali yamanmayı hiç düşünmedim. Kendi ülkemi de o türden özgürlükler cennetine dönüştürmek ise temel kaygım oldu. Şu anda yaşayabildiğim yada yaşayamadığım haklara da bedavadan konmadım. Bedelini ödedim, hala da […]
Türkiyeliyim..Ermeniyim…
İliklerime kadar da Anadoluluyum.
Bir gün dahi olsa, ülkemi terk edip geleceğimi “batı” denilen o “hazır özgürlükler cenneti”nde kurmayı, başkalarının bedeller ödeyerek yarattıkları demokrasilere, sülük misali yamanmayı hiç düşünmedim.
Kendi ülkemi de o türden özgürlükler cennetine dönüştürmek ise temel kaygım oldu.
Şu anda yaşayabildiğim yada yaşayamadığım haklara da bedavadan konmadım.
Bedelini ödedim, hala da ödüyorum./HRANT DİNK
İki katlı evimizde yaşardık ben ve ailem.
Evimizin önünde küçük bir bahçe vardı…
(Garin) Erzurum’un sert geçen kışına, serin esen yaz rüzgarına inat annem fasulye yetiştirmeye çalışırdı bahçede.
Severdi annem bağ bahçe işleriyle uğraşmayı.
Daha 7-8 yaşlarındaydım bahçeden kaba doldurduğum toprağa, ikiye kestiğim 2-3 körpe soğanı basıp “Bu da benim bahçem” diyerek ektiğim soğan kabını duvarın kenarına yada güneş alabilecek bir yere koyardım genelde.
Henüz mahalle mektebine gittiğim o dönemler, mektepten çıktı mıydı arkadaşım Xemşe’yle, eğitim gördüğü Sanasaryan okulunun önünde buluşurdum.
Sonrasında O’nu arkamdan koşturarak bir an önce soğanımın ne kadar büyüdüğünü görme telaşına kapılırdım.
Evimizin karşı yolunda…
Çok uzak değil hemen çaprazındaydı evleri.
Xemşe, iki abisi ve anne babasıyla tek katlı ve o günkü çocuk gözüyle kocaman bir bahçesi olan evde yaşıyordu.
Adını hiç unutmadım ki…
Xemşe…
Evet, unutmam mümkün değil adı xemşe’ydi.
En yakın arkadaşımdı…
İlk dostumdu O.
Birlikte oynardık, birlikte mahallede gezerdik her yere birlikte giderdik yalnızca…
Yalnızca ben kardeşim İle birlikte kuran kursuna giderken; O, yaslandığı bahçe duvarından ,bizi ve bizle gelen diğer çocukları seyrederdi.
Yüzünde anlamsız bir ifade olurdu.
Tıpkı o, ailesiyle arada Gez köydeki Surp Minas kilisesine gittiğinde benim yüzümde beliren ifade gibi.
Büyüklerimize amca ve teyze diye hitap ederken xemşe’nin babası Vavo ve annesi Madam’a ismiyle hitap ederdik.
Çünkü mahalleli de aynısını yapardı.
Hiç kızmazdı ki amca dememe hiç kızmazdı ki Vavo…
Çenesinde ufak bir sakalı vardı ama babamın yada dayımın sakalından farklıydı.
Gözleri çakır mavisiydi.
Hep takım elbiseli ve kravatlı dolaşırdı Vavo.
Mahalledeki kadınların kendi aralarındaki konuşmalarından duymuştum gençliğinde çok yakışıklı olduğu şimdiki halinden belliymiş.
Sarraftı kendisi.
O’nu altın işlerken seyretmeyi çok severdik Xemşe’yle.
Bunu bir oyun haline getirmiştik.
O’nun bizi görmeden işine yoğunlaşması bizde heyecan yaratıyordu.
Her an yakalanabilirdik. Küçük bir gözlükle altınları narince işlerdi.
Arada işlediği altınları biraz öteden tutar kendisi de geriye doğru gidip şöyle bir bakardı.
Tepkisi tek kelime şeklindeydi.
“Hımmmm”
Hatırlıyorum Madam da çok tatlı bir kadındı.
Civardaki kadınlar üst üste giyinip üzerlerine ehram(yöresel çarşaf) çekip gezerken Madam’ın kolları boynu ve saçları açıktı.
Arada pantolon giyerdi.
Upuzun saçları vardı Madam’ın.
Onları dört örük yapar; arkaya bırakırdı.
Beline kadar inen örüklerine arkadan dokunmayı çok severdim.
Mahallede hiç akrabaları yoktu.
Arada Kars’tan misafirleri gelirdi.
Uzaktan akrabalarıymış, babaannem öyle diyordu.
Her geldiklerinde Madam’a satılması için bal getirirlerdi.
Gelen misafirlerden arıcılıkla uğraşan olmalıydı.
Bir gün babaannemle birlikte Madam’ın evine bal almak için gitmiştik.
Xemşe kapıyı açtı annesine seslendi.
Annesi elleri bulaşıklı bir vaziyette bizi içeri buyur etti.
Elini kenarda duran bir bezle kurulayarak eğilip beni öptü.
Ardından boş bulunmuş olacak ki yanak yanağa öpüşmek için babaanneme yöneldi.
Babaannem gerisin geri durdu.
Madam hiç bozuntuya vermedi.
Kenardaki yenilerde boyanmış kokusu üzerinde sandalyeye ilişti.
Evleri bizimkinden güzeldi.
Babam Vavo’ nun işlerinin iyi olduğunu söyler ve eklerdi.
“Ermeniler genelde sarraf olurlarmış bizim memlekette”.
Vavo da onlardan biriydi.
O gün babaannemle Madam sohbette dalmışlardı.
Babaannem Madam’ı çok severdi ama onunla öpüşmemesine o an için anlam verememiş aynı zamanda Madam’ın olgun davranışını da anlayamamıştım Çocuk aklı,bu düşüncelerimden sıyrılıp Xemşe’yle oyuna dalmıştım.
Bez bebeklerimizle oynarken Madam mutfağa gidip bal kabıyla içeri girdi.
Hürmetten olacak ki eliyle balın kenarından kırdı, babaanneme uzattı. babaannem onun uzattığını değil tabaktaki balı kırıp tadına baktı.
Madam bu duruma da alışmış olmalıydı ki hiç tepki vermedi.
Sonraki günler evimizin üst katından gördüklerim karşısında çok şaşırmıştım.
Birkaç kadın Madam’ın evinin bahçesinde onun uzattığı balı almak için ellerine eldiven geçiriyorlardı.
Madam balı yere bırakıp kenara geçti.
Komşularının kendi elleriyle balı almalarını mahzun bir şekilde seyretti.
O an yerimde duramadım Doğruca alt katta elinde şişlerle patik ören babaannemin yanına koştum
-Babaanne Neden!? Neden!? diye sordum.
Babaannem önce neyi sorduğumu anlamadı.
Ben gördüklerimi anlattım ve bunun sebebini sordum.
Hatta o gün neden Madam’ın yüzünü öpmediğini dahi sordum.
Aldığım cevapla ÖTEKİ…ÖTEKİLERİN varlığını ilk kez fark etmiştim.
Babaannem:
– Yavrum onlar Ermeni…. Onlar mundar…..
Ne demekti bu şimdi.
Ağzımdan tek bir cümle çıktı.
Dolan gözlerimin söze vurmuş haliydi cümlem.
-Ama ..ama ..onlar da İNSAN…