AB’nin ‘kader seçimi’ mi?

28 Avrupa Birliği (AB) ülkesinde yaklaşık 500 milyon seçmen Avrupa Parlamentosu milletvekillerini belirlemek üzere dünden itibaren sandık başında.

AB’nin ‘kader seçimi’ mi?

Yücel Özdemir 

Beş yılda bir yapılan seçimler, ülkelere göre farklı günlerde yapıldığı için pazar günü tamamlanacak.

Avrupa genelinde siyasi haritanın ne durumda olduğu konusunda fikir verme açısından “siyasi barometre” olma özelliği taşıyan seçimlerden çıkacak tablo üzerinden önümüzdeki hafta daha somut ve net tanımlamalarda bulunmak mümkün olacak.
Ancak seçimler öncesi hava ve kamuoyu yoklamaları, ülkelere göre kimi farklılıklar arz etmekle birlikte, şimdiden nasıl bir tablonun çıkacağını az çok gösteriyor. Bunların başında AB’nin izlediği politikaları eleştiren, bu nedenle de “Euroskeptiker” olarak tanımlanan sağ popülist partilerin öncesinde göre daha güçlü parlamentoya girecekleri ve grup kuracakları geliyor. 
Son yıllarda kıta genelinde yükseliş içinde olan bu akımların söylemlerinin başında sığınmacı, yabancı ve İslam düşmanlığı gelirken, AB elitlerine karşı söylem de sıkça kullanılıyor. 
Ancak bu akımların sözde karşı çıktıkları “elitler”le içli dışlı olduğu, tekellerden bağış aldıkları Avusturya’da ortaya çıkan “İbiza Skandalı”yla görüldü. Bu nedenle skandalın yarattığı “siyasi deprem”in sağ popülist partilerin oyları üzerinde bir etkide bulunması da bekleniyor.

Buna rağmen AB’yi gözü kapalı savunan sosyal demokrat ve Hristiyan demokrat partiler kaybedecek, açıktan eleştirenler kazanacak. 

Bunun başlıca nedeni, AB’nin izlediği baskıcı, militarist, Brüksel merkezli ve demokratik kontrol mekanizmalarının dışında tutulan uygulamaların kıta halkları arasında tepki ve hoşnutsuzluğun büyümesine yol açmasından başka bir şey değildir.

AB’nin asıl derdinin sermayenin ve tekellerin çıkarlarını korumak olduğu, bu süreçte halkların ise kaybettiği uzun zamandan beri biliniyor. En son

AB ordusu kurma adına atılan adımlar çerçevesinde, üye ülkelere silahlanmaya daha fazla bütçe ayrılması dayatıldı.

Bunun sonucu olarak sosyal alanlarda, eğitimden, sağlıktan kısıtlamalar olacağı da biliniyor.

Yanı sıra AB’nin artık daha çok Alman-Fransız sermaye gruplarının çıkarlarını dünya genelinde koruyan ve geliştiren bir birlik olduğu gerçeği de bariz hale geldi. 

Bu yılın başında diğer AB ülkeleri dışlanarak imzalanan Aachen Anlaşması bunun yazılı belgesinden başka bir şey değil. Bütün bunlar AB’ye güvensizlik nedenlerinin öncesinde göre çoğaldığını gösteriyor.

Seçimi yapılan parlamentonun çok fazla yetkili olması da günümüz koşullarında yurttaşların büyük bir bölümü, oy kullanmakla bir şey değişmeyeceğini düşünerek, sandık başına dahi gitmeye gerek görmüyor. Uzun yıllardır katılım oranı yüzde 50’nin altında seyrediyor.
Katılım düşük olduğu için en fazla seçmen/taraftar kitlesini sandık başına götürmeyi başarabilen partiler, AP seçimlerinde genellikle ülke ortalamasının üzerinden oy alıyorlar. Mevcut tablonun sorumlusu yıpranmış sermaye partileri genellikle oy kaybetmeye devam ediyor.
Örneğin Büyük Britanya’da, Donald Trump’ın yakın arkadaşı Nigel Farage liderliğinde kurulan “Brexit Partisi”nin açık arayla birinci olacağına kesin gözüyle bakılıyor. İşçi Partisi ve Muhafazar Partinin ise dibe vurması bekleniyor. Benzer bir tablo Almanya’da da söz konusu. Özellikle Sosyal Demokrat Partinin oy kaybedeceği tahmin ediliyor.

Seçimler öncesinde büyük partiler, sermaye örgütleri ve basının önemli bir bölümü, aşırı sağın AP’de büyük bir grup kurmayla karşı karşıya olduğunu, bunun da AB’nin geleceği için büyük bir tehlike olacağını ifade ederek geniş bir kampanya yürüttü. Yaratılan havaya bakılırsa sanki bu seçimler “AB’nin kader seçimi”.

“Eurospektiker”lerin kazanması durumunda AB’nin dağılacağı havası estirilerek halk sandık başına çağrılıyor. Bu anlayışla geçen hafta sonu Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın değişik kentlerinde mitingler düzenlendi.
Ülkelere göre farklılık olmakla birlikte işveren dernekleriyle sendikaların merkezinde olduğu birlikler kuruldu ve vatandaşlara sandık başına gitme çağrısı yapıldı. Tekeller tarafından gazetelere boy boy ilanlar verildi. Almanya’da bu amaçla kurulan “Dünyaya açıklık, dayanışma, demokrasi ve hukuk devleti için -hoşgörüsüzlüğe, insan düşmanlığına ve şiddete karşı ittifak” inisiyatifinde başta Alman İşverenleri Birliği ve

Alman Sendikalar Birliği (DGB) olmak üzere çok sayıda örgüt ve kurum yer aldı.
Aradaki görüş ve çıkar farklılıkları bir yana bırakılarak AB’ye sahip çıkma asıl söylem haline getirildi. Halbuki, mevcut AB’de sermaye ile işçilerin çıkarları arasında büyük farklılıklar var. 

Bu fark bilince çıkarıldığı takdirde ancak tekellerin değil, emekçilerin çıkarının korunduğu bir Avrupa’dan söz edilebilir.

Gerisi sermayenin emekçileri “aşırı sağ korkusu” üzerinden yedeklemesinden başka bir şey değildir.

 

Yayınlama: 24.05.2019
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.