Annesiz anneler gününüz kutlu olsun!
| Adem Hüyük
Toprak nasılda sarmalar ve bırakmak istemez ağacı. Ağacı kesmek kolaydır, zor olan ise onun kökünü topraktan ayırmaktır. Toprak son gücüne kadar direnir, can verdiği ağaç kökünü bırakmamak için. Doğanın diyalektik ilişkiler sarmalında hiçbir maddenin değişim karşısında şansı olmadığı gibi, ağaçta toprağın bağrına emanet ettiği köklerinden vaz geçerek, toprağa adeta bir evlat acısı yaşatmak zorundadır.
Üç yıl önce annemi kaybettim. Ancak 14 yaşından beri annemden zaten ayrı yaşayarak, yılda bir ay, bazen üç hafta annemin yanında kalabiliyordum. Sizin anlayacağınız “gurbetçi” tanımlamasındaki insan topluluklarının bir bireyi olarak ana vatandan ayrı kalmakla beraber, zaten kaybettiğim babamın yanı sıra, yaşayan annemden de küçük yaşta ayrı kalmıştım. Amacım duygu sömürüsü yapmak değil. Zira bunu yapacak yaşı ve koşulları geçeli uzun yıllar oldu.
Annesiz anneler gününüz kutlu olsun!
Annesiz anneler günü kutlamak; daha doğrusu bugün de var olan anne hasretinin katmerlenerek artmasını yaşamak, Avusturya’ya hayat mücadelesi vermek için gelen bizler için kaçınılmaz bir eksiklikti.
1994’lerde akrabaları tarafından Avusturya’ya getirilen genç insanların anneleri Türkiye’deydi… O zamanlar uzun bekleyişler sonrasında telefon kulübelerinde bir görüşme yapılıyordu. Ve mektup vardı… Annemize mektup gönderiyorduk.
Dört arkadaş birlikte mektup yazıyorduk. Yazım güzel diye bütün mektupları ben yazıyordum. Birlikte mektup yazıyor, birlikte hüzünleniyorduk. Ve ben dört defa üzülüyordum.
İzmir çok uzaktaydı… Ve Avusturya’da kokan bir körfez yoktu… Yeşildere deri fabrikaları ve kaderim olan Kemeraltı sokakları artık yoktu…
Belki bize gelen mektuplar, Sofie Amundsen’in posta kutusuna gizemli bir şekilde gönderilen mektuplar gibi değildi. Ve yine, mektuplarımızın içeriliği, antik Yunan felsefesinden modern felsefeye kadar felsefe tarihini keşfetmeye yönlendirmiyor, yaşadığımız Avusturya giderek garip ve fantastik hale gelmiyor ve gerçeklik hakkında derin düşüncelere sürüklenmiyorduk. Çünkü henüz Sofie’nin Dünyası romanını okumamıştım.
Okumadan öğrendiğim, Avrupa’da anneler günü çok önem taşıyan bir gündü…
Ancak aynı anneler günü, Avrupa ülkelerine çalışmak için gelen insanlar için, ayrılık ve hasretin günü, bugünün acımasız temsilcisi olarak, annesinden ayrı kalan işçileri, adeta kapitalizmin acımasız üretim ilişiklerinde sömürülmesi gibi, içten içe duygusal yok oluş yaşıyorlardı. İçinde bulunduğu ekonomik koşullara isyan ederek, isyanın verdiği tedirginliğin korkusuyla yine hasret duyduğu uzak diyarlardaki annesine sarılıyordu.
Bu kısır döngü annesiz, anneler günü kutlayan-kutlayamayan insanların diyarı olan buraların hikayesiydi.
Telefonla Türkiye’den bizleri arayan olmazdı. Şayet aranmışsanız bu çok acı bir haberin size ulaştırılması anlamına gelmekteydi.
Annelerini kaybeden gurbetçiler, telefonun diğer ucundaki ağlamaklı ses tonuyla ülkeye gelmesi gerektiği bilgisini alırdı. Ben dahil onlarca arkadaşım annelerinin ölümünü bu ses tonuyla öğrenmiş ve ilk ulaşım aracıyla, annelerinin sadece cenaze namazlarına yetişebilmişlerdir.
Yaşadığı ülkede yabancı, geldiği ülkede gurbetçi gibi sıfatlarla ötekileştirilen bizler, arafta kalmanın çaresizliğiyle, ait olma arayışının annesizliğinde, annesiz anneler günü kutluyoruz…
Şayet yanınızda anneniz varsa, uzanın ellerine ve sıkıca tutun. Çünkü onlar sizin elinizi hiç bırakmadı, bırakmayacak…
Bütün annelerin ellerinden öpüyorum…| ©DerVirgül