Avrupa’nın en güçlü partisi SPÖ neden toparlanamıyor?
| Adem Hüyük
Avusturya’da, meşrutiyet mücadelesi 1848 Devrimi’nin etkisiyle başladı ve 70 yıl sürdü. İkinci meşrutiyet denemesi 1849, üçüncü meşrutiyet denemesi 1859 ve dördüncü meşrutiyet denemesi 1867’de gündeme geldi. Monarşi, tam dört meşrutiyet ilanını boşa çıkardı ama, Avusturya’da cumhuriyete geçiş bu mücadelelerin eseri oldu.
Avusturya Sosyal Demokrat Parti [SPÖ], Avusturya’nın birinci cumhuriyet ilanından da önce kurulan ve imparatorluk topraklarında kurulan ilk siyasi partidir. 1889’da kurulan Sosyal Demokrat İşçi Partisi [Sozialdemokratische Arbeiter Partei –SDAP], 1945 yılında isim değişikliğine giderek bugünkü ismi olan SPÖ olarak tanımlanmıştır.
Günümüzde Halk Partisi [ÖVP] olarak bilinen ve ülkeyi dönüşümlü olarak SPÖ ile yöneten bu partinin ilk temelleri ise, 1893’te Hıristiyan Sosyal Parti [Christlich Sozialen Partei – CSP] olarak kurulmuştur.
Ludwig: “Burjuvazinin bir bulvarı varsa, Proletaryanın da bir caddesi var”
Avusturya Sosyal Demokrat Parti [SPÖ] kuruluşundan günümüze uzanan tarihi, dünyanın diğer ülkelerindeki sosyal demokrat parti ve hatta sosyalist partilere ilham kaynağı olmuş ve hep örnek alınmıştır.
Nazi Almanya’sına karşı sokak çatışmaları başlatan, İtalyan modeli faşist hükümete karşı duran ve silahlı çatışmalara varan direnişler sergileyen SPÖ, Avusturya Marksizm’in “Austromarxismus” kendi öz anlayışıyla direniş sağlamış ve siyasal felsefe hem de pratik siyasette, Marksizmin bekle ve gör politikasına (Attentisme) doğru sınıflandırılan determinist, fatalist yorumlanması olarak nitelendirilmesini sağlamıştır.
Sosyal Demokrat Partinin [SPÖ] Viyana’da vazgeçilmez olmasının yanı sıra ülkede ve sosyal demokratlar enternasyonalinde de vaz geçilmez kılınmasını sağlayan en önemli faktörlerden birisi, cesur hamleleriyle bilinen 1970’lerden 1983 yıllarına kadar ülkeyi yöneten SPÖ lideri Bruno Kreisky olmuştur. Kreisky militan geçmişi ile siyaseti harmanlamayı iyi becermiş ve SPÖ’nün ülkedeki vazgeçilmez parti olmasına önemli katkı sağlamıştır.
İktidar olsa da SPÖ’nün dibe vuruşu
Ülkeyi dönüşümlü olarak ancak koalisyon kurarak yönetmek zorunda olan SPÖ ve ÖVP’nin birbirlerine olan zorunluluğu, her iki partinin zorunluğa karşı gelişen ihtirasları nedeniyle, bugün engellenemeyen aşırı sağcı FPÖ’yü güçlendirmiş ve Nazi subaylarının kurduğu partiyi iktidara taşımışlardır.
İkinci Cumhuriyet döneminin yeni siyasi partisi olarak 1956’dan itibaren sahnedeki yerini alan FPÖ, bugün genelde kıta Avrupa’sının, özelde ise göçmenlerin korkulu rüyası olmuştur.
SPÖ’nün uzun dönem güç kaybetmesi ve ÖVP’nin güçlenmesi, FPÖ’nün iki partinin birbirine olan koalisyon zorunluluğunu kaldırmasıyla başlamış ve FPÖ’nün bunu sağlaması için gereken gücü ise 1971’de SPÖ mutlak çoğunluk elde edince, küçük partilere meclis yolu açan bir yasayı çıkarmasıyla verilmiştir.
Yugoslavya iç savaşının başlattığı mülteci akını FPÖ’yü güçlendirirken, SPÖ’nün güç kaybetmesini sağlamıştır. ÖVP ise merkez sağ parti pozisyonunda kalarak, 1995 sonrasında Avrupa birliği üyesi olan Avusturya’nın denge partisi olma görevini yerine getirerek, kimi zaman aşırı sağcı, kimi zaman ise SPÖ’den daha solcu politikalar izlemiştir. ÖVP’nin eski başbakan Kurz döneminde bariz görülen bu oportünist tutumu, ona hiç güç kaybettirmemiştir.
Öte yandan, 1986’dan başlayarak Ulusal Meclis’in yeni partileri olmuş Yeşiller Partisi ve NEOS’da oylarını SPÖ seçmeninden alarak, ülkenin ilk partisinin geleceğe dair olumsuz kaderini çizmeye yardımcı olmuşlardır.
2000 yıllarının ÖVP-FPÖ krizi, 2008 ekonomik buhran ne FPÖ’den ne de ÖVP’den hiçbir şey götürmezken, SPÖ kendi içerisinde kan kaybeder olmuş, iktidarın birinci partisi olsa da etkin ve sosyal demokrat otoritesini kaybetmiştir.
2017 erken genel seçimlere gidilmek zorunda kalınması şansölye Christian Kern’e siyaseti bıraktırmış ve giderken de “parti içindeki entrikalarla baş edemiyorum” dedirtmiştir.
Keza yine Kern’den sonra SPÖ genel başkanı seçilen Pamela Rendi-Wagner’de bir süre sonra siyaseti bırakmıştır.
SPÖ’nün tarihini incelediğimizde partinin sol kanadını temsil edenlerin siyaseti bıraktığını görüyoruz. Ancak sağ kanat olarak değerlendirilen Viyana Belediye Başkanı Michael Ludwig, “onların burjuva bulvarı varsa, bizim de proletarya bulvarımız var” diyebiliyor ve “Viyana’yı yöneten Avusturya’yı yönetir” diyerek Viyana’nın kızıllığına güveniyordu.
Her ne kadar kendisine sosyalist olarak tanınan yeni bir genel başkan seçmiş olsa da SPÖ, her gecen gün güç kaybediyor ve bu gücü geri alabilmek için, ÖVP ve FPÖ siyasetinden esinlenerek daha fazla sağ parti çizgisine yaklaşıyor.
Sonuç olarak bu gidişat, SPÖ’ye umutlarını bağlayan göçmenler ileriki dönemlerde hayal kırıklığına uğramayacaklarının kimse garantisini veremez. | ©DerVirgül