Avusturya’da eline cep telefonu alan herkes gazeteci oldu

Avusturya’da eline cep telefonu alan herkes gazeteci oldu

Yorum | Der Virgül

“Sosyal medya sayesinde herkesin görünür olduğu bir çağda, görünürlüğün gazetecilik sanılması kamusal alanı kirletiyor.”

Avusturya’da Türkçe gazetecilik, son yıllarda cep telefonlarının gölgesinde biçim değiştiriyor. Artık eline telefon alan, sosyal medya hesabı açan herkes kendini “gazeteci” ilan edebiliyor. İddiaya göre değil, gözle görülür biçimde durum böyle. Habercilikle hiçbir ilgisi olmayan birçok kişi, “canlı yayındayız”, “şimdi aldığımız bilgiye göre”, “son dakika” gibi ifadelerle hem kamusal hafızayı manipüle ediyor hem de gazetecilik mesleğini itibarsızlaştırıyor.

Ne haberin kaynağı belli ne bağlamı ne de sorumluluğu. Ama bolca ünlem var, bolca acelecilik, bolca ajitasyon.

Gazetecilik bir emek işidir. Olayları belgelemek kadar, onları anlamlandırmak da gerekir. Kaynak kontrolü, kişilik haklarına saygı, bilgi teyidi, hedef göstermemek gibi etik ilkeler, dijital kargaşada neredeyse tamamen unutulmuş durumda.

Özellikle Facebook, YouTube, Instagram ve TikTok gibi platformlar üzerinden yapılan “gazetecilik” örnekleri, kamuoyunu bilgilendirmekten çok birer kişisel gösteriye dönüşmüş durumda. Bazıları sadece görünür olmak, bazıları ise kendi politik ya da ticari ajandasını yürütmek için “haberci” kisvesi altında faaliyet gösteriyor. Kısacası tüccarlar gazeteciliğe soyunmuş durumda.

Bu ortamda gerçek gazeteciler ise sessizliğe mahkûm ediliyor. Yıllarını bu işe vermiş, toplumu doğru bilgilendirme amacı taşıyan insanlar; artık ya “etkileşim alamıyor” ya da “fazla ciddi bulunduğu” için dışlanıyor.

Halbuki gazetecilik, sadece bir görüntüyü çekmek değil; o görüntünün neden önemli olduğunu sormaktır. Olaylara mesafe koymak, her bilginin peşinden koşmamak, her tepkide hedef göstermemek; işte bütün mesele bu.

Kendilerine gönderilen basın bültenlerini dahi okumaktan aciz, hayata karşı bir duruş sergileyememiş bu insanlar, sokakta gazeteci olarak görülüyor ve haksız itibar kazanıyorlar.

Gazeteciler olarak Türkçe, imla, dilbilgisi, gramer konularında bilgili ve tüm bilim dalları konusunda aşinalığı olmalıdır. Psikoloji, felsefe, tarih, coğrafya, matematik, siyaset, politika ve en önemlisi yaşadığı ülke hakkında bilgi sahibi olmalıdır.

Daha da düşündürücü olan ise şu: Avusturya’daki bazı Türkiye kökenli sivil toplum kuruluşları, iş insanları, işletmeler ve hatta resmi kurumlar — elçilik ve başkonsolosluk dahil — bu kişileri ciddiye alıyor. Onlara basın mensubu muamelesi yapılıyor, özel davetler gönderiliyor, hatta kimi zaman röportajlar ve resmi açıklamalar da yalnızca bu “cep telefonu sözde gazetecilerine” veriliyor.

Bu durum sadece gerçek gazetecileri değil, aynı zamanda kurumsal duruşu da zedeliyor. Kimin neyi nasıl haberleştirdiği, hangi bilgiyi hangi niyetle dolaşıma soktuğu sorgulanmadan meşruiyet kazandırılıyor. Böylece bilgi değil, ilişki kazanıyor. Haber değil, kişisel bağlar dolaşıma giriyor. Bu da hem kamuoyunu hem kurumsal temsilin güvenilirliğini sarsıyor.

Avusturya’da zaten bir elin parmak sayısını geçmeyen gazetecilerin en büyük sorunu olan finansal durumu, bu sahte gazeteciler eliyle daha da darbe alıyor.

Hiçbir mesleki yeterliliği olmayan bu kişiler, reklam pastasından en büyük payı almakta; gerçek gazetecilerin ise yaşamlarını sürdürebilecekleri asgari destek dahi ellerinden alınmaktadır. Bu durum, gazeteciliğin kamusal niteliğini zayıflattığı gibi, mesleği sürdürülemez hale getiriyor.

Amacımız kimseyi aşağılamak, küçük görmek değildir. Zira bizlerde daha iyi gazeteci olabilmek için yeniden ve yeniden öğrenmeye çalışıyoruz. Amacımız gazetecilere hakkı olanı vermektir. Bir gazeteci içerik üretmek için bazen günlerce araştırma yapabiliyor. Köşe yazısı yazmadan önce onlarca kitaptan konuya dair araştırma yapabiliyor. Daha da önemlisi, basın toplantıları gibi ortamlarda “soru sorabiliyor”. Mikrofonu uzatıp, “düşüncelerinizi alabilir miyim” gibi karşı tarafa teslim olmuyor.

Sonuç olarak, Avusturya’da Türkçe medya adına yaşanan bu dağınıklık, sadece gazetecilik etiğini değil, toplumsal hafızayı ve kurumsal itibarı da tehdit ediyor. Toplumsal hafızayı korumak, halkın doğru bilgiye ulaşma hakkını savunmak ve gazeteciliği yeniden kamusal bir görev olarak tanımlamak zorundayız. Bu sadece gazetecilerin değil, haberi ciddiye alan herkesin sorumluluğudur.| ©DerVirgül

Yayınlama: 10.04.2025
Düzenleme: 10.04.2025
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.