Bir de benden okuyun Virgül’ü

Der Virgül’e yedi yıldır köşe yazısı yazan Esra Can’ın Virgül’le büyüyen kızı, bize ilk makalesini göndererek, Virgül’ün gönüllüler kervanına katıldı…

Bir de benden okuyun Virgül’ü

Bir de benden okuyun

Sevgili virgül okuyucuları…

Ben 17 yaşında, üniversite sınavına hazırlanan Elif Can.

Türkiye’de yaşayan bir genç kızım. Aynı zamanda uzun yıllardır annemden dolayı bir Virgül takipçisiyim.

Biliyor musunuz 7 rakamı bana hiç bu kadar anlamlı gelmemişti. Açıkça konuşmak gerekirse bu rakamı bu kadar düşüneceğim de aklıma gelmemişti.

Evet, koskocaman bir 7 rakamı. Virgülün 7. Yılı benim 17. Yaşım takvimlerimizin ise, 2024’ü göstermeye az kaldığı günler…

2024’e girmemize günler kaldı.

Sevdiklerimizle bir araya geleceğimiz, keyifli sohbetlerin döndüğü o akşam yemeği…

Hoş sevdiklerimizle görüşmeyi bile artık günlere bağlar olduk. İletişimlerimizi ise minimum seviyeye indireli de yıllar oldu – bu durum gün geçtikçe daha da normalleşiyor.

Tamam tamam bunlar hepimizin bildiği şeyler; şirkette çay şıkırdatan bıyığı yukarı kıvrılmış ve bilhassa o kuduralı amca gibi, zaten hepimizin bildiği şeyleri ısıtıp ısıtıp tepsiyle önünüze sunmayacağım ya da sizinle altın gününde oturup kısır yerine kocamı yemeyeceğim.

Bu günkü konumuz 7 rakamı, evet 7 rakamı, bu rakamın altını doldurmayı düşünüyorum.

Aslında bunu benimle sizin de yapmanızı, kendinizden bir şeyler katmanızı, geçmişe bir pencereden bakmanızı ve azıcık da olsa tebessüm etmenizi istiyorum.

Hayatımızın en temel öğrenimlerini, 7 [yedi] yaşımıza kadar öğrendik; Konuşmayı, yürümeyi, yemek yemeği, ağlamayı, gülmeyi, iltifat aldığımızda kikirdeyip kaçmayı, saf sevgiyi, hoşlantıyı […]

O kadar çok şey sayabilirim ki. Belki sizin için farklı olabilir ama ben annemi çok iyi tanıdığımı düşünüp meğersem onun hakkında hiçbir fikrimin olmadığını da ilk 7 yaşımda öğrendim. Annemi tanımıyor onunla çok iletişim kuramıyor, anaokulunda aile tanıma ödevi verildiğinde boş boş sayfaya bakıp annem ne yemek sever bilmiyordum. En sevdiği içecek ne onu da bilmiyordum – “Babam ne seviyor ise” aynısını annem için yazıyordum. Ta ki 14 yaşıma kadar…

Annem artık konuşuyor, kendi fikirlerini bana ifade ediyor kendi sevdiği yiyecekleri yapıyor, kendi sevdiği içecekleri içiyordu. İşte o yıllara denk gelir annemle gerçek anlamda tanışmamız.

Annemi tanıdıkça kendime rol model yapar olduğumu fark ettim. Artık evde gülme sesleri, müzik sesleri vardı. Masada konuştuğumuz konular; klasikler, filozoflar, aşk, bilim ve hatta ilişkiler olmuştu. Ev, siyah beyaz değil; renkli mis kokulu duvarlarla çevrilmiş bir alan olmuştu. Odamda rahat oturabiliyor, odamı seviyordum. Anneme boş bakışlar değil; hayran bakışlar atıyor, annemle övünüyor ve “Benim annem yazar!” diyordum…

Ve o yıllardan sonra en yakınım, ailem, sırdaşım, destekçim olmuştu o.

Bir şey söylerken korkmuyor çekinmiyordum. O, şarap gibiydi yıllandıkça güzelleşiyor, keskinleşiyor, değerleniyordu. Bu yeni yılın ona değer katacağını görmekten onur duyacağıma ise hiç şüphem yok.

Çok şanslıydım ama maalesef ait hissedemiyordum. Orhan Pamuk’un kitabi olan masumiyet müzesindeki Kemal karakteri gibi aşkı sevgiyi insanlarda değil sokaklarda hatta müziklerde arıyordum. Eksiklik hissi bir türlü tamamlanamıyordu. Zaman zaman insanlar, zaman zaman şarkılar tamamladı eksik parçamı – ama günün sonunda ne insanlar kaldı ne müzikler.

Tek başıma, elim boş sokakta oturmuş, aramaktan yorulmuş bekliyordum. Hala da bekliyorum. Ne aramaktan vaz geçerim ne de sokaklarda beni bekleyen hayallerimden.

İki omzum düşük ve dudağım 7 yaşındaki bir çocuk edasıyla büzük bir şekilde aynadaki kendime küskündüm. Küskündüm çünkü yapamamaktan korkan “beni” kendime yakıştıramıyordum. Kıyasıyla giden bir at yarışında bütün varlığını bana yatırmış insanları hayal kırıklığına uğratmış hissediyordum… Bu bir gerçekti. Dışa vurduğum şu iki kelime “Ben yapabilirim” sözü tamamıyla bir kendini kandırmadan ibaretti.
Hayır yapamazdım. Korkuyordum… Yalnız kalmaktan, karanlıktan, tekrar buluşulmayacak vedalardan, aşık olmaktan, sevmekten, sevilmekten, sevileme-mekten, üzmekten, üzülmekten ve en çok da yapamamaktan… ve hayatıma daha fazla virgül koymaktan. Peki benim bunlardan niye korkmam gerekiyordu? Hayır, korkmamalıydım. Bu virgüllerin beni ben yaptığını onların üzerine gidersem onların beni daha iyi bir insan yapacağını bilmem lazımdı çünkü bu virgüller belki de hayallerimi gerçek yapacak korkmayacaktım. Çocukluk yıllarımdan bugüne dek dizilere hayranlıkla bakıp bende oyuncu olacağım, beni de izleyeceksiniz diyen küçüklüğüme pencereden bakıp ona hüzünlü ve gözleri dolu bir bakış atmaktan başka bir şey yapamıyor iken. Hoş, eğitimini almış olamama rağmen yaşadığımız şehir ve çevre etkenleri yüzünden bu hayalimin boynunu bükseler de 2024 yılına ellerimi açıyorum kim beni duyarsa ondan güzellikler ve bana ideallerimi yaşamam adına ince de olsa bir dal istiyorum.

Benim inancım tam. Benimle Kemal olan herkese bir şans meleği dokunacak biliyorum. Peki sizin inancınız tam mı?

Umarım nice 7. Yıllarımızın, nice güzel yaşlarımız dolduğu bir yıl olur. 2024 yılının hepimize bir polyanna pozitifliği, dünyamıza bolca zeytin dalları, sağlık ve mutluluk getirmesini diliyorum.

Aslında itiraf edeyim ki; bana sağlık getirmeyeceğine ve yılın ilk günlerini hastane de geçireceğime inancım yüksek. Adını dahi bilmediğim bir kafede, yarı düzelmiş boğazımla buzluktan yeni çıkmış kek ve kahve içiyorum. Bu 7 yılda öğrendiğim önemli bir durum ise; anne sözünü dinlemek olduğunu belirtmek isterim. Büyük olasılıkla bu yazıyı okuduktan sonra “e ben seni uyardım kızım hiç anne lafı dinlemiyorsun ki” lafına bolca maruz kalacağım.

Umarım yeni yılınız bu laftan da esirgenmiş bir şekilde geçer! Sağlıcakla kalın. Mutlu kalın VİRGÜL ile kalın.

Yayınlama: 08.12.2023
Düzenleme: 09.12.2023
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 3 Yorum
  1. duru dedi ki:

    ellerine saglik

  2. Zeynep dedi ki:

    Çok güzel bir yazı olmuş; kaleminize, yüreğinize sağlık.

  3. nisa dedi ki:

    cok guzel yazmıssın eline saglıkk