Biz ‘gurbetçi’ değiliz!
Avusturya ve AB ülkelerinde yerleşik hayat süren Türkiye kökenlilerin, Türkiye’de ve kıta Avrupa’sında statü olarak yeniden tanımlanması yadsınamaz bir zorunluk haline gelmiştir.
“Gurbetçi” ya da “Alamancı” gibi çoğunlukla pejoratif [aşağılayıcı, küçültücü] anlamlar içeren tanımlamalar, AB ülkelerinde yerleşik hayat süren Türkiye kökenlileri, Türkiye coğrafyasından uzaklaştırırken, onlara karşı ırkçı bir yaklaşım sergilenerek ötekileştirmektedir.
Artık kendi yaşam alanlarını oluşturan ve misafir olmaktan çıkarak yerli olan Türkiyeliler, hasret/ gurbet gibi sübjektif kavramlarla arabesk analizlerin ögesi olmaktan çıkmışlardır.
Öte yandan AB ülkelerinde yerleşik hayat süren ve birinci ve ikinci kuşakların kendilerine bıraktığı ekonomik kalkınma [kâr hırsı] mirasını kambur gibi taşıyan üçüncü ve dördüncü kuşak, Avusturyalılar veya Alman toplumu içerisinde yakalayamadıkları sosyal kabul ve sosyal statüyü Türkiye’de yaşamak gibi bir davranış sergilemektedirler. Bu davranış, Türkiye’de yaşayan toplum tarafından kabul görmediği gibi, onları “gurbetçi veya Almancı” gibi tanımlamalarla “sonradan görme” gibi aşağılayıcı ifadelerle dışlanmasına neden olmaktadır.
Avrupa Birliği ülkelerinde yerleşik hayat süren Türkiye kökenliler, Türkiye’deki harcamaları, tüketimdeki bilinçsiz savurganlığı, dışarıdan bakıldığında fakirlikten dolayı gittiği Avrupa’dan geri dönerek, geçmiş yoksulluğunun öcünü alması olarak değerlendiriliyor. Ancak sosyal statü olarak bakıldığında, “gurbetçiler” Türkiye’de yeni bir ara sınıf oluşturduğu da inkar edilemez.
Ankara hükümetlerinin arka bahçesi olarak görülen “gurbetçiler” olarak tanımlanan milyonlarca insan, AB ülkeleriyle diplomatik ilişkilerin en önemli piyonları olarak görülmüş ve bu yönlü kullanılmıştır. Bu durum AB ülkeleri içinde geçerli olmakla birlikte, onlarda ülkelerinde yerleşik hayat süren binlerce Türkiye kökenliyi diplomasiye kurban etmekten kaçınmamışlardır.
Tatillerini Türkiye’de geçiren Avrupalı Türkler, artık acılı arabesk içeren söylemlerden uzaklaştığı, Türkiye’de kaldıkları süre zarfında geldikleri ülkeyi özlediklerini ifade ediyorlar.
“Gurbet” kavramı birinci ve ikinci nesilde kendisini hissettirmiş ancak üçüncü ve dördüncü nesilde süreç, bu duygunun yaşanmasını sağlayan bütün ihtiyaçları boşa çıkarmıştır. Çünkü, üçüncü ve dördüncü neslin özlem duyacağı birinci dereceden kan bağı olan bütün yakınları artık yanındadır. Nesnel olarak Türkiye’de özlem duyacağı kimse kalmamıştır.
Sosyal medya üzerinden “vatan sevgisi” sergileyenler veya mevcut iktidarı saplantılı savunanları saymazsak, “gurbetçilerin” vatan sevgisi; “Türkiye hep güçlü olsun-var olsun ama orada olsun” dur. Tabi ki toplumun tamamı böyle düşünüyor diyemeyiz. Ancak kimse yaşadığı ülkeden [istisnalar hariç] emekli olmadan Türkiye’ye dönmeyi düşünmüyor.
Türkiye’den Avusturya’ya göçün 60. Yılında, Türkiye özlemi eskisi gibi değildir. Almanca bilmeyen ve biraz para kazanarak köyüne dönmek isteyenlerin torunları, buralarda işletmeler açarak köyünü satın alabilecek kadar para kazandılar. Avusturya’ya misafir işçi olarak gelen ancak yıllar boyunca bir türlü gerçekleşmeyen “vatana dönmek” kararı sonrasında, yerleştikleri bu ülkeye aidiyet geliştirmişlerdir.
Türkiye’ye dair ailelerinden duyduklarının dışında herhangi bir bireysel yaşam deneyimi olmayan Avusturya’da yaşayan üçüncü ve dördüncü nesil için, Türkiye algısı doğal asimilasyona uğramış ve değişiklikler görmüştür.
Avrupa’da yaşayan Türkiyeliler ile Türkiye’de yaşayanlar arasındaki kopan bağın yeniden kurulması tabii ki önemli. Ancak bunu yapabilmek için Türkiye toplumunun zihnindeki “gurbetçi” anlayışının değişmesi gerekmektedir. Acı, hasret ve gurbet üçlemesinden çıkartılması gereken Avrupalı Türkler, Türkiye ile Avrupa arasında bir köprü olarak görülmelidir.
Siyasi otorite ve Türkiye toplumunun kabul etmesi ve tespitlerinde dikkate alması gereken en önemli konu ise, Avrupa’da yerleşik hayat süren ve neredeyse beşinci nesle ulaşacak Türkiye kökenli nüfusu, “Türkiye’ye her gün özlem duyan, hasret çeken ve arabesk müzik dinleyen ama yine de Türkiye’ye dönmeyenler ekseninde tanımlamaktan vazgeçmektir.
Yaklaşık beş milyon Türkiye kökenlinin artık Avrupa’ya da ait oldukları kabul edilmelidir.
Türkiye’de görüştüğümüz her iki kişiden ikisinin “Gurbetçi” olarak tanımladığı Avrupalı Türkiye kökenlilere anlamsız bir nefretinin olduğunu üzülerek gördük.
Bu nefretin doğmasında medyanın etkisi olduğu gibi, “gurbetçilerinde” etkisi olduğunu biliyoruz. Ancak hiçbir davranış ve söylem, Avrupalı Türkiye kökenlileri ötekileştirmeye bir neden olamaz… | ©DerVirgül