Din Adına Katliamlar Olmasaydı Ne Olurdu?

Paskalya Bayramı’nın son gününde Sri Lanka’da Hristiyan azınlığın gittiği üç kiliseye ve dört otele düzenlenen saldırılar, 14 Mart’ta Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde Avustralyalı bir faşistin iki camiye düzenlediği ve 50 insanın öldüğü saldırının intikamını almak için yapıldığına dair iddialar gündeme geldi.

Din Adına Katliamlar Olmasaydı Ne Olurdu?

Yücel ÖZDEMİR

 

Paskalya Bayramı’nın son gününde Sri Lanka’da Hristiyan azınlığın gittiği üç kiliseye ve dört otele İslamcı teröristler tarafından aynı anda düzenlenen saldırılarda 350’nin üzerinde insan yaşamını yitirdi.

Saldırının, 14 Mart’ta Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde Avustralyalı bir faşistin iki camiye düzenlediği ve 50 insanın öldüğü saldırının intikamını almak için yapıldığına dair iddialar gündeme geldi.

İnsanlık tarihi bu tarz ilkel intikam duygularıyla yapılan katliamlar ve cinayetlerle dolu.

Özellikle de dinler tarihinde.

Yeni ortaya çıkan her din öncekine savaş açmış ve bu uğurda katliamlar yapmış, böylece kendisine alan açmış.

Din adına verilen bütün savaşlar, yapılan katliamlar kutsandı “davanın gereği” olarak halk kitlelerine sunuldu, sunulmaya da devam ediliyor.

Bu nedenle hangi din adına yapılırsa yapılsın, her katliam insanların din etrafında daha fazla kenetlenmesine yol açtı.

Batılı emperyalist devletlerin İslam ülkelerinde yaptıkları işgal ve katliamlarda yüz binlerce insanı öldürmelerinden sonra radikal İslamcı akımlar hızla güç topladı.

Din adına yapılan savaş ve katliamlar bu nedenle farklı inançlardan halklar arasında düşmanlıkları körüklerken, dinciliğe de güç katıyor.

Süddeutsche Zeitung’da yer alan habere göre, 1 Kasım 2017-31 Ekim 2018 arasında toplam 4 bin 305 Hristiyan inancı nedeniyle öldürülmüş.

 

Eğer geçmişten bugüne din adına savaş ve katliamlar yapılmamış olsaydı, bugün insanoğlunun dinle ilişkisi de farklı olurdu.

Büyük olasılıkla din bir ideoloji olmaktan çıkar, kültürel bir biçime dönüşürdü. Dolayısıyla bölünmeden çok yakınlaşmaya hizmet ederdi.

Bunun ipuçları da var. 

Özellikle de Hristiyanlar arasında.

Der Spiegel (20.04.2019) dergisinin bu hafta Paskalya dolayısıyla “Wer glaubt denn sowas?/Böyle bir şeye kim inanır?” başlığı ve “Neden Hristiyanların daha fazla Tanrıya ihtiyacı yok?” alt başlığıyla yayımladığı kapak yazısında ilginç sayılabilecek bilgiler ve araştırma sonuçları var.

Örneğin, Kanada’da 2 milyon üyesi bulunan Protestan kilisesinin West Hill Şubesi Yöneticisi Gretta Vosper ateistliğini kabul ettirerek bu göreve gelmiş.

Kilise artık bölgedeki insanlar için bir inanç merkezinden çok iyi bir yaşam için Hristiyan-human değerlerin yayıldığı bir mekan.

Zira 2000 yıl önce söylenenlerin günümüz gerçeklerine uymadığını herkes yaşayarak görüyor.

Der Spiegel’in Almanya içinde yaptırdığı araştırmada bu konuda ilginç sonuçlar elde edilmiş: 2005 ile kıyaslandığında Katolik (yüzde 75) ve Protestanlar (67) arasında tanrıya inanların oranı yüzde 10 azalmış.

Ülke genelinde tanrının varlığına inanların oranı sadece yüzde 55. Ölümden sonra bir yaşamın olduğunu inananların oranı yüzde 40. Yaş arttıkça ikinci bir hayatın olduğuna inananlar azalıyor.

 

Papa Franziskus her fırsatta “şeytan”den söz etse de Almanların sadece yüzde 26’sı buna inanıyor.

Zira Katolik Kilisesi son yıllarda ortaya çıkan çocuk suistimali olaylarından ötürü zaten güven erozyonuna uğramış, üye sayısı azalıyor.

Papazların yaş ortalaması 62. Gençler arasında papazlığı tercih eden yok gibi…

Dini bir kimliğe ihtiyaç azalıyor. “Din araştırmacıları bunun özellikle sanayileşmiş ülkelerde arttığını saptıyor” (Der Spiegel). Lozan Üniversitesi Din Sosyolojisi Öğretim Üyesi Prof. Jörg Stolz, “Yaklaşık 200 yıldır her nesil kendisinden öncekinden daha az dinci” tespitinde bulunuyor.

 

Almanya ve İsviçre gibi ülkelerde azalan dini değerler yerine sosyal devlete, tıbba, sigorta şirketlerine ve psikoterapistlere inananlar artıyor.

Bu da “İnsanların artık daha çok günlük yaşamda karşılaştığı sorunlara çözüm odaklı yaşadığı” şeklinde yorumlanıyor.

Elimizde İslam dünyasında bireyle din arasındaki değişime ilişkin çok fazla veri yok. 

Ama muhtemel odur ki, bu ilişki Müslümanlar arasında da eski çağlardaki gibi değil ve sürekli bir değişim içinde.

Normal koşullarda bütün dinlerden insanlar arasında sürmekte olan benzer eğilimlerin, hızla farklı kültürlerden ve inançlardan emekçiler arasında ön yargıların aşılmasına hizmet etmesi gerekiyor.

Ancak bundan rahatsız olan egemen sınıflar ve terör örgütleri sürekli dini kendi siyasi çıkarları uğruna suistimal ederek, düşmanlıkları körüklüyorlar.

Bu nedenle, savaş ve terörle tarihsel düşmanlıkları canlı tutmanın çabası içindeler.

Ne var ki, insanlık tarihinin akışı bu türden örgüt ve akımların giderek marjinalleşeceğini, farklı inançlar arasında tarihsel ön yargıları aşarak bir arada yaşamak isteyenlerin çoğaldığını gösteriyor.

Farklı inançlardan emekçilerin bir arada barış içerisinde yaşaması ise bütün egemen sınıfların, kışkırtıcıların, terör örgütlerinin en büyük korkulu rüyasıdır.

 

Bireyle din arasındaki ilişkideki değişim, onlar için tehlikenin büyüdüğünü gösteriyor.

Yeni Zelanda’da ve Sri Lanka’da inanç merkezlerinde yapılan katliamlar, düşmanlığı körükleyerek ömürlerini uzatma çabasından başka bir şey değildir.

Yayınlama: 26.04.2019
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.