Dünya artık çarenin sosyal devlet ve hatta sosyalizm olduğunu mu gördü?
Koravirüs salgını sorasında yaşananlar bize ne gösterdi? Kapitalist sistem insanlığı yarı yolda mı bıraktı? Çözüm daha fazla sosyal devlet, belki sosyalizm ve hatta komünizm mi?
Dünya devletleri sadece kriz dönemlerinde değil krizden sonra da ellerinin altındaki dev servetleri yoksul ve imkanları kısıtlı kesimlere paylaştırmaya ve onlara bir takım destekler sunmaya devam etmeli mi?
Salgın sırasında sağlık gibi sektörlerde yaşanan kilitlenmelerin nedeni özelleştirmeler mi?
Gıda ve hayati malzemelerdeki fiyat artışlarının sorumlusu kuralları ve vicdanı olmayan piyasa ekonomisi mi?
Meseleye bu açıdan bakma eğiliminde olan uzman kişilere neden böyle düşündüklerini sorduk ve dünya genelinde başlayan tartışmanın iktisadi, tarihi ve sosyolojik argümanlarını öğrenmeye çalıştık.
Konuyla ilgili ilk olarak Prof.Dr. Aziz Konukman’ın fikirlerine kulak verdik:
Virüs dönemi sonrası daha sosyal bir devlet sistemi tüm dünyada kaçınılmazdır
Toplumun ortak yön duygusunun yeniden inşa edildiği bir sürece girildi. İnsanlar şunu fark etti; Demek ki, bu sistemin içinde piyasalar tökezlediğinde ben ortada kalıyorum.
Ortada kalmamam için güvenceler lazım bana. Daha kontrollü, sosyal güvenceli bir döneme gidemezse kapitalistler, bu sefer çok daha keskin ‘sosyalizm, hemen şimdi’ talepleri ortaya çıkacak.
Ancak ne olursa olsun bundan sonrasında sosyal devlet taleplerinin yükselişi ve dünya sisteminin de bu yöne evrilmesi kaçınılmazdır.
Ezberler bozuldu
Bugüne kadar bize dayatılan ezberler vardı. Türkiye bunu 80 sonrasında somut şekilde gördü. Farklı siyasal partiler aynı politkaları uygulamaya devam etti.
Alternatifim diyenler bile bu neo-liberal politkaları savundu. Ne var ki, tüm dünyada bu ezber bozuldu. Bu kadar piyasalara güvenmek sorunu çözmüyor.
‘Washington Uzlaşması’nın sonucu’
Tarihsel olarak piyasaların ilk tökezlemesi değil elbette. Piyasa başarısızlıkları daha önce de oldu. 1930’dan 2008’e pek çok küresel kriz yaşandı.
90lı yıllarda Rusya, Meksika ve başka ülkelerde farklı tarihlerde arka arkaya krizler ortaya çıktığında hemen hemen tüm çevre ülkeler dediler ki ‘Washington Uzlaşması’ krizle sonuçlandı.
Neydi bu ‘Washington Uzlaşması? kabaca üç madde: Bir, devlet küçültülecek. İki, bu çevre ülkelerdeki tüm Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) özelleştirilecek ve üç, deregülasyona yani serbestiyete, kuralsızlığa gidilecek ve piyasayı bozucu ne kadar düzenleme varsa tasfiye edilecek.
Bunun için faizler serbest bırakılacak, sermaye hareketleri serbest bırakılacak.vs.
İşte bu model 90’larda tökezlediğinde o zaman ne denmesi lazımdı? ‘Sorumlu IMF ve Dünya Bankası’dır o nedenle bu politikaları terk edelim’ denmesi gerekiyordu.
Ancak tam tersine dediler ki ‘Washington uzlaşmasının eksiklikleri varmış onları tamamlayalım’.
Adına da ‘post-Washington Uzlaşması’ (İngilizcesi ‘Extended Washington Concensus’) dendi.
Aldıkları yeni tedbirler neydi? Yeniden düzenleme (reregülesyon) getirelim ve kuralsızlaştırmayı yine bir kural denetimi yapan kurumlara bırakalım dendi.
BDDK, SPK, Tarım Kurulu, şeker Kurulu, Enerji Kurulu gibi özerk kamu otoriteleri eliyle olsun dendi.
Bunlara da düzenleyici örgütler (regulative bodies) denildi.
Bu ‘kalkınmacı devlet’e geri dönüş demek değildi. Politkalar aslında aynen devam edecek ama devletin hakemliği ve gözetiminde edecek.
Sistem çalışanlar için bile yoksulluk üretti
Bu programlar yoksulluk üretti. Sadece piyasalardan dışlanan kesmilerde değil üstelik.
İş gücü içerisinde yoksullaşma yaşandı. ‘Çalışan yoksulluğu’ diye bir durum oluştu. Sürekli kemer sıkma politkaları sonucu emekçiler geçinemez hale geldi.
IMF gibi kurumların raporlarında dikkat edin ‘yoksulluğun azaltılması’ ifadesi geçer hep. Yani elemine edilmesi, ortadan kaldırılması değil.
O tür ifadeler ancak Birleşmiş Milletler’in olaylara piyasacı bakmayan bazı yapıları vardır onların raporlarında yer alır.
Yani bu bize neyi gösteriyor? IMF ve Dünya Bankası kendi programlarının sürdürülebilirliğini sağlamak için yine kendi programları sonucu ortaya çıkan yoksulluğun yönetilmesini istiyorlar.
Tüm bunlar için ‘yönetişim’ (governance) diye bir ilke getirdiler.
Bu nedir? Siyaseti ekonomiden uzaklaştırmak.
Karar mekanizmalarına sermaye yerleşti
Bunun için de karar süreçlerine üçlü bir yönetim getirelim dediler.
Kim bunlar? Sivil Toplum Kuruluşları (STK), doğrudan sermaye temsilcileri ve uluslararası finans piyasaları tarafından akredite edilmiş bürokratlar.
Sorun şu ki; üçü de sermaye tabanlı ve onun kontrolünde. STK’nın asıl açılımı ‘Sermaye Tabanlı Kuruluşlar’dır.
Karar mekanizmalarına DİSK’in veya TÜRKİŞ’in davet edildiğini göremezsiniz.
Bürokratlar da uluslararası sermayenin onayından geçmiş kişiler hep tabi. Üç koltuğu da sermayeye verdik.
Siyaseti ekonomiden ayırıyoruz adı altında karar mekanizmalarına sermayeyi oturtmuş oluyoruz.
Sonuç olarak da eğitimden sağlığa her alanda özelleşmeye gidiliyor ve bir kriz vurduğunda sistem de krize giriyor.
Atipik istihdam biçimleri tipik istihdam biçimlerine dönüşebilir
Dolayısıyla bugünkü kapitalist ve sosyalist sistem tartışmalarını son derece anlamlı buluyorum.
Çünkü salgın krizi ile birlikte bir takım şeylerin olabilirliği görüldü. Eskiye dönüş kolay kolay söz konusu olamaz.
Mesela atipik istihdam biçimleri tipik istihdam biçimlerine dönüşebilir bundan sonra. Ben mesela hocayım ve evden üniversiteye ders verebiliyorum. yarın normale bile dönsek bu mekanizmalar kalıcı hale gelebilir.
Bu nedir?
Yıllardır atipik istihdam modeline itiraz eden sol çevreler açısından farklı bir durum yaratıyor.
Sendikalar iş sözleşmelerindeki esnekleştirici hükümlere hep itiraz ettiler ancak şimdi mücadele hem bu tür bir istihdam modelini kabul ettirmek hem de bunu varolan hakları kaybetmeden ve hakedişler düşürmeden kabul ettirmek.
Kapitalistler bu tür atipik istihdamları sosyal hakları geriletmek için kullanıyordu.
Esnek istihdam sendikaların örgütlü yapılarını kırmak için getirilmişti.
Ama şimdi teknolojinin bu olanaklarından faydalanmamak niye kardeşim?
Hem faydalanacağız hem de hakkımızı hukukumuzu koruyacağız.
Belki bu şekilde daha az saat çalışacağım ama ücretim düşürülemez, sosyal haklarım tasfiye edilemez çünkü ben görevimi böyle de yerine getirebiliyorum.
Dolayısıyla sol da bu istihdam biçimine itiraz aşamasını geçti artık.
Yeni dönem bıçak sırtı: fırsatlar ve riskler birarada
Bu durum yeni bir fırsat doğurabileceği gibi tersi de olabilir ve neo-liberalizmin çok otoriter formları hayatımıza da girebilir.
Kişisel verilerimiz farklı şekillerde kullanabilir ve bazı özgürlüklerimiz kısıtlanabilir. Bu bir bıçaksırtıdır ve bunu iyi görmemiz gerekir.
Yaşanan tartışmalara ilişkin fikirlerini sorduğumuz Prof.Dr. Yalçın Karatepe’nin görüşü de mevcut piyasa ekonomisi anlayışının yara aldığı yönünde:
Her bireyin kişisel menfaatini gözetmesi halinde toplumsal faydanın da artacağı düşüncesi önemli bir yara almıştır
COVID-19 salgınıyla birlikte mevcut ekonomik sistem de sorgulanır hale geldi.
Odağında her bireyin kişisel menfaatlerini gözetmesi halinde toplumsal faydanın da artacağı düşüncesi olan mevcut piyasa ekonomisi anlayışı önemli bir yara almıştır.
Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler yaklaşımı küresel sorunların sonuçlarının ağır olmasına yol açmaktadır.
Toplumsal menfaati kollayan düzenleme ve karar süreçlerine ihtiyaç var
Hatırladığımız tarih boyunca ortaya çıkan krizlerin büyük çoğunluğu uygulanan yanlış ekonomik programların bir sonucuydu.
Oysa şimdi karşı karşıya kaldığımız problem doğadan gelen ve tüm insanlığı sağlık ve ekonomik olarak tehdit eden bir olaydır.
Bu nedenle alınması gereken önlemler ve ihtiyaç duyulan kaynak tahsisi konusu mevcut sistemin sorunlarının daha net biçimde ortaya çıkmasına ve bu sorunların çözülebilmesi için toplumsal menfaati kollayan düzenleme ve karar süreçlerine ihtiyaç olduğunu açık bir biçimde önümüze koydu.
Sosyalizm gelmeyecek ama sosyal devlet anlayışı talep edilecek
Buradan kastettiğim şey bu salgın sona erdikten sonra kapitalist sistemin sosyalist ya da komünist bir sistem ile değişeceği değildir. Sosyal devlet anlayışı talep edilecek ve karşılık bulacaktır.
Daha çok göreceğimiz kamusal hizmetlerin öneminin arttığı ve bu alanlara önemli yatırımlar yapıldığı olacaktır.
Sağlık, eğitim, çalışma hayatı, sosyal güvenlik vb alanlara daha fazla kaynak aktarılacaktır.
Çalışma koşullarında ve ücretlerde önemli düzenlemeler yapılacaktır. İnsanlar daha ucuzu aramak yerine daha “iyiyi” aramaya başlayacaktır.
Fastfood restoranda hamburgeri ucuza yemek tercih olmaktan çıkıp, orada çalışanların sağlık ve gelir koşulları daha fazla önem verilen konulardan olacaktır.
Vergi sisteminde de kökten bir revizyon gerekecek
Bunların finanse edilmesi ise vergi sisteminde kökten bir revizyona gitmek ile mümkün olacaktır.
Yüksek gelir gruplarında bulunanların çok yüksek oranlarda vergilendirilmesi yapılacaktır. Bu, halk tarafından talep edilecektir.
Bugün var olan mevcut düzende dünyanın en zengin 2000 kişisinin toplam servetinin 4,5 milyar insanın toplam servetinden daha fazladır.
Var olan eşitsizliğin temel göstergelerinden birisi de budur. Bu nedenle kamusal ihtiyaçların finanse edilmesi için zenginler daha fazla vergilendirilecektir.
Küreselleşme de sorgulanacak
Küreselleşme de bu dönemin sonunda sorgulanacaktır. Özellikle tedarik zincirleri yeniden yapılandırılacak, ulusal üretim önem kazanacaktır.
Fayda maliyet analizleri sadece ekonomik olarak değil, aynı zamanda ulusal çıkarlar da gözetilerek düzenlenecektir diye düşünüyorum.
ÖDP eski genel başkanı, iktisatçı ve endistri mühendisi Prof.Dr.Hayri Kozanoğlu “Eğer bu kadar finansallaşma ve piyasa toplumunun bu kadar derinleşmesi olmasaydı insanlık bu krizin ekonomik sonuçlarını daha kolay atlatırdı diye düşünüyorum” diyerek bundan sonraki gelecekte iki eğilimin çatışacağını şöyle anlattı:
Salgınlar önemli sosyal dönüşümleri sağlayabilir ama gerekli olan bu yönde bir arzunun toplumda zaten birikmiş olması.
Biz de tam böyle bir dönemi yaşıyoruz.
Tarihte de görüldüğü gibi salgınlar önemli sosyal dönüşümlerin tetikleyicisi olabilirler ama böyle bir dönüşümün gerçekleşmesi için zaten sistem içerisinde bir değişim arzusunun birikmiş olması lazım.
17. yüzyıldaki veba salgını feodalizmin sonunu getirdi ancak zaten bunun öncülleri görülmekteydi. Aynı şekilde 19. yüzyılın ortasında kolera salgını sanayi devrimini hızlandırdı ama bunun da objektif koşulları oluşmaktaydı.
Benzer şekilde düşünürsek salgın öncesinde de dünyada hali hazırda gelir ve servet dağılımı derin uçurumlara sahipti.
Bu sadece işçi sendikalarında değil Davos gibi dünya forumlarında ve Foregin Affairs gibi dünyanın en bilinen düşünce kuruluşlarında da kapitalizmin geleceği tartışılıyordu.
ABD’de gençler arasında sosyalizmi kapitalizme tercih edenlerin oranı çok daha yüksekti.
Evrensel temel gelir gibi konular popüler olmuştu.
Dünyanın en zengin insanları bile artık teknolojik gelişmelerin gelecekte insanlara yaşanabilir bir gelir veya bir yaşam standardı sunamayacağını fark etmişlerdi ve bunu dile getiriyorlardı.
İşte böyle bir dönemde salgın söz konusu oldu.
İtalya ve İspanya çok açık iki örnek oldu
İşte İtalya ve İspanya’da sağlık sisteminin özelleştirilmesi ile temel sağlık hizmetlerini herkese verebilmek yerine parası olanların talepleri doğrultusunda bir hizmet altyapısı oluştuğu görüldü.
Örneğin estetik için veya cinsel yetersizlik gibi şeyler için tasarlandığı ama en yoksullarda görülen en temel hastalıklarla bir salgın durumunda cevap verecek şekilde düzenlenmediği görüldü.
Genel olarak hayatta da lüks lokantaların, her gün makyaj veya alış-veriş yapmanın hiç de öyle temel gereksinimler olmadığı görüldü.
Yani insanlar geçmişe dönüp temel ihtiyaçlarını tekrar düşünmek zorunda kaldılar.
Bir de tabi bulaşıcılık meselesi ‘her koyun kendi bacağından asılır’ veya ‘gemisini kurtaran kaptan’ tarzı düşüncelerin yeterli olmadığını, başka insanların yaşadığı risklerin kendileri için de risk oluşturduğunu gösterdi. Kısaca birçok şeyin sorgulanması için uygun bir ortam oluştu.
Çatışacak olan iki eğilim
Ben bu durumda iki eğilimin çatışacağını ve insanların tavırlarına göre bir yönelimin ortaya çıkacağını düşünüyorum.
İşte eğilimlerden biri sosyal devletin ve ihtiyaçların kamu kaynakları ile temin edilmesinin öneminin anlaşılması.
Meselenin Çin ile ilgili değil tüm insanlığın kaderinin ortak olmasıyla ilgili olduğunun görülmesi. Sınır ulus tanımayan problemler karşısında daha eşitlikten, özgürlükten, dayanışmadan, enternasyonalizmin hüküm sürdüğü bir eğilim egemen olabilir.
Diğer eğilim ise işin riski; çünkü bu salgınla mücadele çok sıkı bir disiplin gerektiriyor.
Yurttaşların devletleri tarafından gözlemlenmesini, denetlenmesini ve kural dışı davrananların cezalandırılmasını gerektiriyor.
Bu tip dönemlerde bilgilerin merkezileştirilmesi, ülkeleri yönetenlerin bütün gücü elde toplamak istemesi, otoriterleşme eğilimlerinin güçlenmesi tehlikesi söz konusu.
Türkiye de bunlardan biri. Dayanışma çabalarının tek elde toplanmaya çalışılması, ‘Biz bize yeteriz’ söylemiyle milliyetçiliğin körüklenmesi bunlara örnek.
Macaristan ve Brezilya gibi yerlerde de bunları görebiliyoruz.
Aşırı sağın sınırların kapatılması, ulusal kimliklerin ortaya çıkmasını, enternasyonel ve kozmopolit eğilimlerin ne kadar tehlikeli olduğunun propogandasını yaptıklarını görüyoruz.
Bu tezlere de güç kazandırabilecek olan bir ortam var.
Sol siyasetçi, hukukçu ve yazar Hüseyin Aygün de sosyal medyada attığı bir tivit ile konuyu gündeme getirenlerden biri oldu ve Mansur Yavaş için söyledikleri dikkat çekti.
Aygün’den de kısaca konuyu değerlendirmesini istedik:
Komünizmin kötü mirası nasıl aşılır bilmiyorum ama korona gibi krizler buna yardımcı oluyor.
Korona’dan önce zaten bir kriz hali vardı dünyada. Bu kapitalizmin kriziydi ve onun yarattığı siyasi bir yönetememe hali vardı.
Korona bu krizi şiddetlendirdi ve bir avuç mutlu azınlıkla yaşam kaygısı olan çoğunluğun arasındaki çelişkiyi şiddetlendirdi.
Sağlık sektörünün son 30-40 yılda her yerde özelleştirilmiş olması ve devletlerin bu hastanelere 20-30 senedir desteklediği gerçeği de eklenince buna bir sağlık krizi de eşlik etti.
Her gün bin civarı insan batı demokrasilerinde ölüyor. Bu nedenle komünizme olan ilgi son derece artmış durumda.
Yalnız batıdaki gençler arasında bu ilgi artarken Rusya’da falan artmaması benim ilgimi çekiyor.
Sosyalizmi deneyimleyen ülkelerde komünist partilerin hatta komünist fikirlerin bile yükselmemesi dikkat çekici.
20.yy’da komünizm insanlığın kendisine tanıdığı fırsatı çok hovardaca harcadı.
Bu nedenle o kötü miras nasıl aşılacak ne zaman aşılır bilemiyorum. Ancak korona gibi krizler buna yardımcı oluyor.
Ben Mansur Yavaş tivitini o yüzden attım yani bir ironi yapıyordum. (Gülüyor) /Euronews