Dünyayı Ceplerimizde Taşımak: Cep Telefonları Üzerine Bir Deneme
Teknik yanlarıyla üretim sisteminin akılcılığı, Sosyal yanlarıyla üretim sisteminin akıldışılığıyla at başı gitmektedir. Özgürlükten Kaçış-E. Fromm… Hüseyin Bozdağ yazdı.
Hüseyin Bozdağ
Cep telefonu hayatımıza hızlı sayılabilecek şekilde girdi.
Telefonun en eski hallerini bir kenara bırakırsak; internetli, sosyal medyalı dokunmatik ekranların geçmişi o kadar da eski değil.
Fakat bu alet hayatımızda vazgeçilemeyecek bir yeri şimdiden aldı.
Şarjı biten telefonlarla birlikte durgunluğa kapılıp, ne yapacağımızı şaşırarak hemen akümüzü doldurma gayreti içine girdiğimizi sanırsam kendimize itiraf etmeliyiz.
Adeta telefonla birlikte, bizim de akümüz bitiyor.
Burada benim içimi dökeceğim konunun sınırları ise şöyle.
Telefonda aradığımız şey ne?
Ve neden ondan vazgeçemiyoruz?
Bu soruları kendi kendime sorduğumda, aklıma asla teknik şeyler gelmiyor.
Birini aramak, bir haber okumak gibi işlerle sınırlı değil telefonun işlevi.
Yani iletişim ihtiyaçlarımızın fazlasını sunuyor – şu anda telefonlar bize.
Ne sunuyor olabilir ki?
Sohbet arasında bile beş dakika bakma ihtiyacı duyuyoruz bu telefonlara.
Aradığımız şeyin kesinlikle bir haber veya arkadaş hatta ayakkabı olmadığını düşünüyorum.
Belki de aradığımız, kaybettiğimiz doğal bağlarımızdır.
Gerçekten birbiriyle iletişim kurmayı, dertleşmeyi bilmeyen ve her türlü insani hissi yaşayamayan bizler; sistemin yalnızlaştırdığı bireyler olarak telefonlara ihtiyaç duyuyoruz.
Telefon ise bunları ekran karşısında bize hissettiren birer alettir.
Belki de şirinlerin köyünde yaşasaydık, buna ihtiyaç duymazdık.
Doğayla bütünleşmiş, ormanların arasında ve tepemizde bekleyen, kar üzerine kurulu bir sistem ve onun baskısı olmadan yaşasaydık.
Öyleyse şu çıkarsamaya varabiliriz belki de: İlk aradığımız şey, gerçek bir iletişim.
Karşımızdakini beğenilecek bir fotoğraf olarak görmek ile kendimizi beğenilesi bir fotoğrafa dönüştürmek de sanırsam insani.
Zira işin içine çıkar elde etme ve pazarlama girerse, ilk baştaki masumiyetini yitireceği de bir gerçek.
Fakat hepimizin yaptığı fotoğraflarla da verdiğimiz mesaj budur.
Beğenmek ve beğenilmek…
Bunun beynimize verdiği mutluluk, bizi telefonlara yakınlaştıran bir diğer neden olabilir.
Bu da yazımızın ikinci çıkarsaması olabilir.
Telefonsuz geçirdiğimiz vakitleri hatırlayalım.
Hemen içimizi bir boşluk hissi kaplıyor.
Buradan yola çıkarak, belki de ikinci çıkarsamamıza kapı aralayabiliriz.
İçimizde doldurulamaz boşluğun nedeni, hayatımızı daha anlamlı hale getirme isteği olabilir.
Evet, anlam arayışımız bizi telefona yakınlaştırıyor.
Sosyal olaylara ilgimiz, haksızlığa karşı yaptığımız “like”lar hep bu gerçeğin göstergesi.
Fakat kendimiz anlamlandırma isteğimizi, bütünsel bir dünyanın içinde yapmak istiyoruz.
Çünkü, maddi gerçeğiyle dünya, hala bizim en büyük gerçeğimiz.
Ve aradığımız şey: Anlamlı bir dünyanın, bütünsel bir parçası olma isteği olabilir mi?
Böylelikle üçüncü ve son çıkarsamamızda şekillendi.
Aidiyet ihtiyacımızı karşılamak ve kendimizi anlamlandırmak, belki de günümüz insanının en çok ihtiyaç duyduğu iki önemli mesele.
Sistemin bizlere sunduğu teknik gelişimin, bizlerde yarattığı sosyal-ekonomik tahribatı gidermediği ortada.
Bizler, sadece birer sargı bezi işlevi gören telefonlarla yaralarımız kendimiz tedavi etmeye çalışıyoruz.
Bil hassa bu dönem, son teknoloji bombaların, insanlığın yoksulluğuna nasıl bir çare üreteceği sorusu kafamızı meşgul etmekte.
Sizi üretim sisteminin akıldışılığı ile baş başa bırakarak, selamlıyorum…(virgül.at)