Eşitmişiz gibi çek kanka…
İmamoğlu’yla Yıldırım’ın çıkacağı tartışmanın ortak yayında, tek moderatörle, 20’şer soru üzerinden yapılması konuşuldu. Erdoğan, TV tartışması için Yıldırım’a neden yeşil ışık yaktı?
Banu Güven
Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım’ın TV’de karşılıklı tartışma programına çıkacakları ilan edildi, herkesi bir heyecan sardı.
AKP’lisi de, CHP’lisi de hasret kaldıkları bir karşılaşmayı izleyecek.
Açıklamalardan ve sağı solu yoklayarak çıkardığım tablo şu: Programın TRT’de yapılacağı rivayetine rağmen, tartışmanın bağımsız bir platformda gerçekleşmesi ve yayının tüm kuruluşlarla paylaşılması söz konusu.
İmamoğlu’nun gönlü bu tartışmanın iki adayla sınırlı kalmaması, tüm adayların katılımından yana.
Ancak hafta sonu itibariyle konuşulan formüle göre, tartışma iki aday arasında geçecek.
Tek moderatörün yöneteceği ve kanalların ortak yayınlayacağı programda, her iki adaya da 20’şer soru sorulacak.
Ama bu tartışmayı izlemek için en az bir hafta daha bekleyeceksiniz. Bu sırada taraflar genel ilkeleri ve ayrıntıları konuşmaya devam edecekler.
Yıldırım’ın, bundan 17 yıl önce AKP Genel Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ı CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile birlikte bu tür bir tartışmada ağırlayan son gazeteci olan Uğur Dündar’ı istemesi ama Dündar’ın bu teklifi mealen “Bu işte bir iş var” diyerek geri çevirmesi malumunuz.
Türkiye, böyle bir programa katılmayı adayların değil de, ortamın güven telkin etmeyen gerginliğinden dolayı bir moderatörün reddettiği nadir ülkelerden herhalde.
(AKP’nin programın banttan yayınlanmasını istediği yönündeki iddiayı Uğur Dündar’a sordum.
“Yok böyle bir şey.
Asla.
Kimse hiçbir telkin ve tavsiyede bulunmadı, bulunamaz da.
Yazılanların tümü hayal ürünü” cevabını aldım.)
Pekiyi bu tartışma kararı bizleri neden bu kadar çok heyecanlandırıyor?
Düello da denen bu tür karşılaşmaların seçmen üzerinde nasıl bir etkisi oluyor?
İlk kez ABD’de 1960’da başkan adayları Nixon ve Kennedy ile başlayıp gelenek haline gelen bu tartışmalar, başka ülkelerde de uygulanıyor.
Kemikleşmiş seçmen davranışı üzerinde bir etkisi olması güç ama kararsızlar, partisine küsmüş olanlar, kararının doğruluğunu sorgulayanlar için adayları “çıplak” görmek açısından iyi bir fırsat.
Özellikle de Türkiye’deki gibi antidemokratik bir ortamda, tamamen iktidar ve ona bağlı iş çevreleri tarafından hükmedilen bir medya düzeninde, muhalefetin alt edilmeye çalışılan adayının eşit koşullarda kendini ifade edebilmesi, rakibiyle beraber doğru tartan bir teraziye çıkabilmesi önemli.
İktidar adayının sarıp sarmalandığı korunaklı ortamdan dışarıya adım atması, medyanın fotoşop yapamadığı bir ortamda kozların paylaşılması önemli.
İktidar medyasının neredeyse elinde sopayla “ağırladığı” muhalefet adayının kendisine ve mesleğe saygılı bir ortamda seçmenlere ulaşabilmesi, mesela oyların çalındığı iddiasının neden gerçeği yansıtmadığını salonlarında oturup TV izleyenlere anlatabilmesi önemli.
İnsanı, sosyal ihtiyaçları ön plana çıkaran vaatlerini rakibinin vaatlerinin karşısına koyabilmesi, İstanbul’da 25 yıllık RP-AKP iktidarı sırasında yapılan israfı ve yolsuzlukları rakibinin önüne saçabilme fırsatını yakalaması önemli.
Bunlar bir zamanlar Erdoğan için de önemliydi
1994 yerel seçimleri öncesinde Refah Partisi’nde popüler ve gelecek vadeden ama ana akım medyanın şans da, yüz de vermediği bir adaydı Erdoğan.
TRT stüdyosunda, karşısında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için yarışacağı adaylardan ikisi, ANAP’ın adayı İlhan Kesici ve DYP’nin adayı ve sabık belediye başkanı Bedrettin Dalan oturuyordu.
SHP’nin adayı Zülfü Livaneli’nin koltuğu boştu.
Erdoğan, önünde dosyalar, İstanbul için vereceği hizmetleri anlatmak için mütevazı bir tavırla sırasını bekliyordu.
Sıra ona gelince, neden Boğaz’da yeni bir köprüye karşı olduğunu anlatıyordu mesela.
O zamanlar öyleydi.
Bu program, Erdoğan’ın belediye başkanlığına giden yolda kendisini diğer adaylar karşısında gösterebilmesi için bir fırsattı, o da bu fırsatı kullandı.
Erdoğan’ın çıktığı ikinci tartışma programı 2002’deydi.
3 Kasım’daki genel seçimden hemen önce Uğur Dündar’ın yönetimindeki Siyaset Arenası’nda karşısında CHP Genel Başkanı Deniz Baykal vardı.
O da ilk kez seçime girecek AKP’nin Genel Başkanı sıfatıyla programa katılmıştı.
Zor durumdaydı.
Daha önce aldığı hapis cezası nedeniyle siyaset yasağı vardı, aday olamıyordu.
Yargıtay Başsavcılığı partinin genel başkanı olmasının bu yasağı ihlal ettiğini savunuyor, kurucu üyeliğinin son bulmasını talep ediyor, ayrıca başörtülü üyeler nedeniyle soruşturma yürütüyordu.
Programın ilk sorusu bu konularla ilgili görüşünü belirtmesi için Erdoğan’a sorulmuştu.
Erdoğan o zamanlar hala mağdurdu, ama kazanma ihtimali olduğunu da biliyordu.
Partisi seçimi kazandı, tek başına iktidar oldu. Baykal Erdoğan’ın siyaset yasağının kalkmasına yardım etti.
Erdoğan milletvekili seçildi ve başbakanlık koltuğuna oturdu.
Muktedir oldu, VIP salonundan geçemediği günler geride kaldı.
Sonra da Erdoğan’ı TV’lerde herhangi bir tartışma programında bir daha göremedik.
Erdoğan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun son dönemde yaptığı çağrıları da hep geri çevirdi, “Neyi tartışacağız kardeşim, neyi?
Bizim tartışacak vaktimiz yok.
Millet hizmet bekliyor” dedi.
Eski rakibi Selahattin Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı seçimi öncesindeki çağrısı üzerine “Ya biz senle neyi konuşacağız ki?
Sen Kandil’in başındakilerle berabersin” diyerek püskürdü.
Ama 31 Mart’tan sonra “Kesinlikle bir şeyler oldu” ve İstanbul adayı Yıldırım’ın İmamoğlu ile tartışmasına yeşil ışığı yakıverdi.
Erdoğan siyasi hayatımızdan silip attığı tartışma kültürünü neden şimdi hatırladı?
Ekrem İmamoğlu’nun kampanyasını yürüten iletişimci Necati Özkan’a göre, bu kararın ardında iki neden yatıyor.
Birincisi AKP’nin, yani Erdoğan’ın 31 Mart sonrasındaki strateji değişikliği.
Özkan, 31 Mart’ın sahaya inmeyen / indirilmeyen, miting yapmayan, neredeyse gönülsüz görünen Yıldırım’ın şimdi icraatçı aday olarak ön plana itildiğine dikkat çekiyor.
“31 Mart’ta ekonomideki temel sorunları unutturamayacaklarını gördüler ve sonuç olarak neredeyse kırsala hapsolmuş bir AKP çıktı.
Erdoğan şapkayı önüne alıp düşündü “Nerede hata yaptık” diye.
Erdoğan 39 ilçede miting yapacaktı, MHP Genel Başkanı ‘İstanbul’a mitil atacağım’ dedi.
Ama artık Yıldırım, ‘Yaparsak yine biz yaparız’ mesajıyla, tek başına sahada.
Ama bunun için çok geç. İnsana değil de, tamamen fiziki projelere odaklanan bu yaklaşımın çalışma ihtimali yok” diyor.
Özkan ikinci nedeni ise şöyle açıklıyor: “31 Mart’a kadar olan oyun tamamen adaletsizdi, 31 Mart gecesi tamamen adaletsizdi, YSK tamamen adaletsizdi.
Dolayısıyla şimdi sanki adil bir yarış varmış izlenimi yaratmaya çalışıyorlar.
Bence bu girişimin yegane amacı dışarıya da Türkiye’deki oyunun adil olduğuna dair görüntü vermek.
Hiçbir şanslarının olmadığını bilseler de.”
Yani Binali Yıldırım için “Eşit koşullardaymışız gibi çek kanka” diyebileceği bir ortam yaratılmak isteniyor.
Tercihin diğer nedeni
Bana kalırsa bu tercihin bir nedeni daha var. Erdoğan da kamuoyu yoklaması yaptırıyor ve işlerin iyi gitmediğini görüyor.
O yüzden kendisini geri plana çekme kararı aldı.
Bu TV tartışması da, İmamoğlu tekrar seçildiğinde yenilenin kendisi değil, Yıldırım olduğu algısını güçlendirecek, geleceğe yönelik bir müdahale.
Erdoğan’ın 31 Mart öncesinde her köşede karşınıza çıkan dev afişlerinin ortadan kalkması da bu yüzden.
Cumhurbaşkanı kendi kurduğu oyunun kendisi için acı olabilecek sonucundan kaçmaya çalışıyor, cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanıp da, yerel seçimlerde bir belediye başkanına yenilmiş görünmek, yani dereyi geçerken boğulmak istemiyor.
Ancak artık çok geç.
Türkiye’de de, dünyada da herkes konunun ne olduğunu ve bu seçimin gerçekte kimle kim arasında geçtiğini gayet iyi biliyor.