Kalabalık içinde yalnızlık | Şehir Romantizmi
Romantizm, XVII. yüzyılda oluşmaya başlamış, farklı ülkelerde sanat türlerine göre değişik tarzlarda ortaya çıkarak hala devam ettiği varsayılmaktadır. Özünde bir başkaldırı, melankoli, yalnızlık ve devrimci bir motto bulunduğu için farklı dönemlerde sinik bir şekilde Romantizm karşımıza çıkmaktadır.
“Bu yalnızlığı ve melankoliyi Auguste Macke’nin Gezintiye Çıkanlarından, Edward Hopper’ın resimlerine kadar keşfetmek mümkündür. Varoluşçuluğun temel bir öğesi, kendi varoluşu içine gömülmüş bireyin kaygısı ve başkalarınınkine benzemeyen ölümü” romatizmin iyi bir özeti şeklindedir [Löwy, Sayre, 2016: 67].”
Ancak siyasal arenada romantizmin farklı türleri bulunmaktadır. Popülist, ütopik-hümanist, liberter ve marksist romantizm gibi ayrılan bu türler, ideolojiler bağlamında da romantizmin ne kadar geniş bir yelpazeye yayıldığını kanıtlamaktadır.
Bu nedenle Romantizmi bir akım olarak değerlendirmek yerine eğilim olarak değerlendirmek pek çok kuramcıya göre daha doğru bir yaklaşımdır. Romantizm; sanattan, politikaya, bilinçdışından özgürlüğe, aşktan devrime vb pek çok alan ve kavramın içerisinde yer alır.
Şehir romantizmi, şehir yaşamının güzelliklerini, karmaşasını, nostaljisini ve melankolisini romantik bir bakış açısıyla ele alan bir kavramdır. Özellikle edebiyat, müzik, sinema ve görsel sanatlarda sıkça işlenen bir tema olarak, modern kentlerin birey üzerindeki etkilerini romantik bir perspektifle sunar. Bu tür bir yaklaşım, şehrin yalnızca bir yaşam alanı değil, aynı zamanda duygusal ve estetik bir deneyim sunduğu fikrini vurgular.
Örnek olarak; Eski mahallelerin dokusu, sokak lambalarının loş ışığı, tarihi binalar gibi unsurlar, şehir romantizminin nostaljik yönünü oluşturur.
Şehirdeki bilinmezlik, bireyin özgürleşme arzusuyla birleşir ama aynı zamanda derin bir yalnızlık duygusu da yaratabilir. Bu durum üzerinden, kalabalık içinde yalnızlık teması sıkça işlenir.
Edebiyatçıların perspektifinden bakıldığında, akla ilk gelen Orhan Pamuk’tur. Orhan Pamuk’un İstanbul’u, Charles Baudelaire’in Paris’i gibi şehirler romantik ve melankolik bakış açılarıyla işlenmiştir.
“Varoluşçuluğun temel bir öğesi, kendi varoluşu içine gömülmüş bireyin kaygısı ve başkalarınınkine benzemeyen ölümü” romatizmin iyi bir özeti şeklindedir [Löwy, Sayre, 2016: 67].”
Romantizmin farklı türleri arasında sitem karşıtı veya eleştirisi olarak siyasal yaklaşımı da bulunmaktadır.
Komünist romantizm
Komünist romantizm, ideolojik bir arka planla şekillenen ve kolektif yaşam, eşitlik, emek ve dayanışma gibi değerleri estetik ve duygusal bir yaklaşımla ele alan bir kavramdır.
Bu terim, hem tarihsel hem de sanatsal bağlamda, sosyalizmin ve komünizmin yarattığı ütopyacı hayallerin ve bu hayallere eşlik eden derin insani duyguların ifadesi için kullanılabilir.
Daha adil, eşitlikçi ve sınıfsız bir toplum yaratma ideali, komünist romantizmin temel taşlarından biridir. Bu romantizm, insanlığın daha iyi bir geleceğe ulaşabileceğine dair güçlü bir inanç içerir.
Bireysel arzuların yerini, toplumsal dayanışmanın yüceltilmesi alır. Emekçilerin bir araya gelerek “biz” duygusunu oluşturduğu bir dünya tasviri romantik bir ideal olarak sunulur.
Kapitalizmin tüketim odaklı yaşam biçimine karşılık, sade ve doğal bir yaşam romantik bir şekilde yüceltilir. Bu yaşam tarzı, emekle ve doğayla uyum içinde olmayı ifade eder.
Komünist romantizm, aynı zamanda kaybedilmiş devrimlerin, bastırılan isyanların ve acı çeken halkların melankolisini taşır. Direniş ve mücadele, bu romantizmin epik yönünü oluşturur.
Öte yandan, Maksim Gorki’nin Ana gibi eserleri, kolektif mücadelenin romantik ve dramatik yönlerini yansıtır.
Günümüzde, komünist romantizm nostaljik bir duygu yaratabilir. Eski devrim hayallerinin, dayanışma duygusunun ve insanlık için daha iyi bir dünya kurma arzusunun izleri, pek çok insan için duygusal bir çekicilik taşır. Aynı zamanda, modern dünyanın bireyselleşmiş ve rekabetçi yapısına karşı alternatif bir bakış açısı sunar.| ©DerVirgül