Küçük Burjuvazi veya Yeni Orta Sınıfa Marksist Bakış Açıları
Marksistlerin “küçük burjuvazi” ya da daha çağcıl bir tabirle “yeni orta sınıf” gibi terimlerle adlandırmaya çalıştıkları ve burjuva demokratik toplumlarının belkemiği durumundaki bu sınıfların durumunu açıklamak için, bugüne kadar birçok Marksist ve onlardan ayrışan sosyal demokrat düşünürler büyük entelektüel çabalar içerisine girmişler ve ortaya birçok farklı teori çıkmasını sağlamışlardır.
Henüz 20. yüzyıl başlarında Alman Sosyal Demokrat Partisi – SPD’nin önemli isimlerinden ve sosyal demokratik revizyonizmin kurucularından kabul edilen Eduard Bernstein’ın ortaya koyduğu temel görüşlerden birisi, Ortodoks veya Klasik Marksizm’in öngördüğünün aksine, Almanya’da kapitalizm geliştikçe daha yaygın ve güçlü bir orta sınıfın ortaya çıkması durumuydu. Bu durumu ekonomik verilerle destekleyen Bernstein, zaman içerisinde kapitalizmin çökmeyip daha da güçleneceğini düşünüyor ve Marksistleri sistem içerisinde işçi sınıfı adına kazanımlar yapmak için demokratik mücadeleye davet ediyordu. Hakikaten de, Bernstein’ın öngördüğü şekilde, yıllar içerisinde kapitalizm güçlendi ve “orta sınıf” veya “beyaz yakalı” dediğimiz kas gücü yerine entelektüel işlevleri ya da yöneticilik vasıflarına dayalı olarak çalışan yeni orta sınıflar demokratik toplumların omurgasını oluşturur oldu. Marksistlerin “küçük burjuvazi” ya da daha çağcıl bir tabirle “yeni orta sınıf” gibi terimlerle adlandırmaya çalıştıkları ve burjuva demokratik toplumlarının belkemiği durumundaki bu sınıfların durumunu açıklamak için, bugüne kadar birçok Marksist ve onlardan ayrışan sosyal demokrat düşünürler büyük entelektüel çabalar içerisine girmişler ve ortaya birçok farklı teori çıkmasını sağlamışlardır. Bu yazıda, Val Burris’in “Class Structure and Political Ideology” makalesi[1] ışığında, Marksist literatürdeki modern “küçük burjuvazi” ve “yeni orta sınıf” tartışmalarına değinmeye çalışacağım.
Marksist literatürdeki “küçük burjuvazi”, “orta sınıf” veya “profesyonel-idari sınıf” tartışmalarında üç husus merkezi bir yer tutar. İlk olarak, sınıfların sınırlarını -bilhassa orta sınıfı işçi sınıfından ayıran sınırı- belirlemeyle ilgili bir tanım sorunu bulunmaktadır. İkinci olarak, orta sınıfın doğası ve kimliğini aydınlatmayla ilgili kavramsal bir sorun yaşanmaktadır. Orta sınıf çalışanları, hakikaten de Marksist anlamda bir “sınıf” oluştururlar mı? Eğer öyleyse, gelişen kapitalizmdeki yeni bir sınıfı mı, yoksa eski bir orta sınıfın evrim geçirmiş halini mi oluştururlar? Üçüncüsü, bu grubun emek ve sermaye mücadelesindeki ittifakını öngörmeyle ilgili politik bir sorun vardır. Proletaryanın mı, yoksa burjuvazinin mi safında yer alacaklar, bağımsız bir üçüncü yol mu oluşturacaklar yahut rakip baskıların gerilimi altında parçalanacaklar mıdır? Sınıf sınırlarıyla ilgili sorun söz konusu olduğunda, orta sınıfı proleter sınıftan ayırmak için dört ayrı sınır koyma hattı öne sürülmektedir. İlki ve en kısıtlayıcı proleter tanımı, sanayideki ücretli işçiler dışındaki tüm ücretli çalışanlara proleterlik dışı bir statü bahşeder. İkincisi, proleter ve proleter olmayan sınıf konumları arasındaki sınırı el işçileri ile kafa işçileri arasındaki ayrımla özdeşleştirir. Üçüncüsü, yalnızca profesyonelleri ve yöneticileri proletaryanın dışında bırakır. Dördüncüsü ise, çalışanlarını doğrudan denetleyen yöneticileri dışarıda bırakır. Bu orta sınıf konumlarının kimliği ile ilgili olarak üç alternatif teoriden söz edilebilir. İlki, bu konumları gerçek bir sınıf birliği ya da uyumundan yoksun heterojen bir orta tabaka olarak yorumlar. İkinci ve üçüncü perspektifler, bu konumlara ortak bir sınıf kimliği atfeder ama bunlardan biri onları yeni bir orta sınıf olarak görürken, diğeri bir sabık orta sınıfın yani küçük burjuvazinin bir uzantısı olarak görürler.
Orta sınıf üzerine en çok düşünen ve yazan kişilerden biri kuşkusuz ünlü Yunan Marksist düşünür Nicos Poulantzas’dır (1936-1979). Sosyal sınıfların yapısal olarak belirlendiğini düşünen ve devleti tamamen tek bir sınıfın kontrolündeki bir aygıt şeklinde değerlendiren Ortodoks Marksist görüşü reddeden Poulantzas, kapitalizmin ayakta kalabilmek adına zaman zaman faşist diktatörlükler gibi otoriter seçenekleri tercih ettiğini, zaman zaman ise Amerika’daki “New Deal” politikalarında olduğu gibi ayakta kalabilmek adına sosyal demokrat modellere yönelebildiğini düşünmüştür. Poulantzas’ın küçük burjuvazi ya da orta sınıfa bakışı ise net bir şekilde olumsuzdur. Poulantzas, küçük burjuvazi veya orta sınıfı proletaryadan ayırmak için şöyle bir yaklaşım geliştirmiştir. Ona göre maaşlı çalışmak, emekçi olmak için yeterli değildir. Poulantzas, işçi sınıfının özgün ekonomik karakteristiği olarak “üretici emek” (artı değer üreten emek) ölçütünü ikame eder. Üretici emek, Poulantzas tarafından dar bir biçimde maddi metaların üretimi yoluyla doğrudan artı değer yaratan emeği içerecek, dolayısıyla da hizmet işçileri ile birlikte kamu ve ticaret çalışanlarını da işçi sınıfının dışında bırakacak biçimde tanımlanır. Bu sektörlerdeki ücretliler, baskın kapitalist sömürü ilişkilerinin dışında kabul edilir ve sonuçta ayrı bir sınıfın, “yeni küçük burjuvazi”nin parçası olarak gruplanır. Bu sınıfsal konumu geleneksel küçük burjuvazi (küçük esnaflar, zanaatçılar) ile kıyaslayan Poulantzas, bu iki grubun da tek bir heterojen sınıfın yani küçük burjuvazinin parçası olduğu sonucuna varır. Farklı yapısal konumları işgal etseler de, geleneksel ve yeni küçük burjuvazi proletarya ve burjuvazi arasındaki uzlaşmaz sınıf çelişkilerinde benzer noktalara yerleşmiştir.
Orta sınıf-proletarya ilişkisi üzerine teori geliştiren düşünürlerden birisi de Amerikalı Marksist sosyolog Erik Olin Wright’tır. Wright’ın modelinde, sınıf konumları üç ekonomik ölçütle belirlenir (1) yatırımların ve kaynakların tahsisi üzerinde denetim, (2) fiziksel üretim araçları üzerindeki denetim ve (3) emek üzerindeki denetim. Bunlardan ilki “gerçek ekonomik mülkiyet” ilişkilerine işaret eder ikinci ve üçüncüsü ise Wright’ın “ekonomik sahip olma ilişkileri” dediği biçimi oluşturur. Bu model açısından, emek ve sermaye arasındaki temel sınıf ayrımı, bu üç boyutun tümünde de kapitalist sınıfın egemen bir konum işgal ettiği (tam denetim), işçi sınıfının ise tabi konumda olduğu (sıfır denetim) kutuplaşmış ve düşmanca bir ilişki olarak görülür. Bunlar, kapitalist üretim tarzının iki temel sınıfını oluşturur. Ek olarak, Wright, farklı bir üretim tarzındaki (küçük meta üretim tarzı) yeri nedeniyle ayrışan üçüncü bir sınıfı yani küçük burjuvaziyi de kabul eder. Küçük burjuva konumlar, hem gerçek ekonomik mülkiyeti, hem de fiziksel üretim araçları üzerinde denetimi içerir ancak kimse istihdam edilmediği için başka işçilerin emeği üzerindeki denetimi içermez. Bu üç boyutun tam olarak uymadığı geriye kalan tüm konumlar, Wright tarafından “çelişik sınıf yerleşimleri” (contradictory class locations) olarak, yani tek bir sınıf olarak nitelenemeyen ama nesnel açıdan sınıflar arasında “çelişik yerleşimler” işgal eden sosyal konumlar olarak sınıflanırlar. Wright’a göre, üç temel çelişik yerleşim grubu vardır. Bunlardan ilki, “beyaz yakalı” olarak adlandırdığımız “özel sektördeki yöneticiler ve denetçiler”dir. Yöneticiler ve denetçiler, işçiler gibi yatırım ve kaynakların tahsisinde söz sahibi değillerdir ancak işçilerden farklı ve burjuvaziye benzer şekilde fiziksel üretim araçları ve diğer işçilerin emeği üzerinde denetim sahibidirler. İkinci çelişik grup olan “yarı özerk çalışanlar” da, işçi sınıfı gibi sermaye yatırımı ve diğerlerinin emeği üzerindeki denetimden yoksundurlar fakat burjuvaziye benzer şekilde kendi dolaysız üretim araçları üzerinde hak sahibidirler. Üçüncü çelişik grup ise, “küçük işveren”lerdir. Bunlar, kendi ölçeklerinde emek gücü istihdam edip, denetlerler ancak büyük sermaye birikimlerine ulaşmaları olanaksızdır.,
Yeni orta sınıf üzerine en ilginç modern çözümlemelerden birisini de Amsterdam Üniversitesi İktisat ve Ekonometri bölümünde öğretim üyesi olan Guglielmo Carchedi yapmıştır. Carchedi, sınıf konumlarını üç kollu bir toplumsal ilişkiler tiplemesi bağlamında tanımlar:
(1) Mülkiyet ilişkileri üretim araçlarına sahip olanlarla olmayanları ayırır. Wright gibi Carchedi de, burada, “üretim araçlarının tasarrufuna sahip olma gücü” olarak tanımladığı gerçek ekonomik mülkiyete gönderme yapmaktadır.
(2) El koyma ilişkileri artı değere el koyanları, artı değerine el konulardan ayırır. Poulantzas’ın aksine, Carchedi, artı değer formunda el konulan emek (üretken emek) ile doğrudan ödenmemiş emek zamanı (üretken olmayan emek) formunda el konulan emek arasında ayrım gözetmez sınıfları tanımlama maksadı bakımından ikisi de eşdeğer sömürü biçimleri olarak ele alınır.
(3) İşlevsel ilişkiler, “sermayenin küresel işlevi”ni yerine getirenlerle “kolektif işçi işlevi”ni yerine getirenleri birbirinden ayırır. Carchedi, bu üç boyutu, mülkiyet öğesinin el koyma ve işlevsel ilişkiler üzerinde baskında olduğu bir ilişki içinde birbirlerine bağlı olarak görür. Katışıksız bir durumda mülkiyet, el koyma ve işlevsel ilişkiler arasında karşılıklılık vardır. Bu karşılıklılık, kapitalist üretim tarzının iki temel sınıfını belirler üretim araçlarına sahip olan, artı değere el koyan ve sermayenin küresel işlevini yerine getiren burjuvazi ve onun karşısında üretim araçlarına sahip olmayan, artı değerine el konulan ve kolektif işçi işlevini yerine getiren proletarya. Ancak Carchedi’ye göre, modern kapitalist toplumda bölünmüş ve karmaşık bir işbölümü içerisindeki proletaryanın denetlenmesi ve yönetilmesi için bir “ara sınıf”a gereksinim duyulmaktadır işte bu da, beyaz yakalı dediğimiz “yeni orta sınıf”tır.
Orta sınıf-proletarya ilişkisi üzerine bir diğer ilginç teori ise Barbara Ehrenreich ve John Ehrenreich’ın geliştirdikleri “profesyonel-yönetici sınıf” kavramı ve teorisidir. Ehrenreich’lar, sınıfı iki temelde tanımlar:
(1) Toplumun ekonomik temellerine dair ortak ilişki (üretim araçları ve toplumsal olarak örgütlenmiş bölüşüm ve tüketim örüntüleri),
(2) Bütünlüklü bir toplumsal ve kültürel varoluşla (ki bu paylaşılan bir yaşam tarzı, eğitimsel arka plan, akrabalık ilişkileri, tüketim örüntüleri, çalışma alışkanlıkları ve ideolojiyi içerir).
Ehrenreich’lar, kapitalist gelişim sürecinde “profesyonel-yönetici sınıf” dedikleri yeni bir sınıfın ortaya çıktığını öne sürerler. Bu sınıf, Ehrenreich’lara göre üretim araçlarına sahip olmayan ve toplumsal işbölümündeki temel işlevleri kapitalist kültür ve sınıf ilişkilerinin yeniden üretimi olarak tanımlanabilecek ücretli kafa işçilerinden oluşur. Söz konusu sınıf, hem bu yeniden üretim işlevini toplumsal denetim özneleri olarak ya da ideolojinin üreticileri ve propagandistleri olarak (öğretmenler, sosyal çalışmacılar, psikologlar, eğlence dünyası çalışanları, reklam metni yazarları vb.) toplumsal rollerinde yerine getirenleri, hem de idari ve teknik rollerindeki performanslarıyla kapitalist üretim ilişkilerini sürdürenleri (yöneticiler, mühendisler, yüksekokul mezunu teknisyenler vb.) içerir. Bu kategoride içerilen mesleklerin çeşitliliğine ve onu üstteki yönetici sınıf ile aşağıdaki işçi sınıfından ayıran sınırların bulanık sınırlara rağmen, Ehrenreich’lar, bu grubun tek ve bütüncül bir sınıf (profesyonel-yönetici sınıf) olduğu konusunda ısrar ederler. Bu sınıfın üyeleri, yalnızca ortak bir ekonomik işlevi değil, aynı zamanda (bireysel başarıyı yücelten) belirli aile yaşamı örüntülerini, kendi örgütlenme biçimlerini (mesleki kuruluşlar), kendilerine özgü ideolojileri (teknokratik liberalizm) ve kendi sınıfsal yeniden üretim ve sosyalleşme kurumlarıyla (yüksekokul ve üniversiteler) oluşan ortak bir kültürel varoluşu da paylaşırlar. Ehrenreich’lara göre, her ne kadar tarihsel olarak tekelci kapitalizmin yükselişiyle ortaya çıkan bu sınıf proletaryaya tezat ve düşmanca bir görüntü çizse de, toplumun diğer çalışan kesimlerinden daha iyi eğitimleri ve imkânları sayesinde ve yaşadıkları yoğun iş hayatının bir sonucu olan yabancılaşmanın da doğal bir sonucu olarak, büyük bir anti-kapitalist öncü duygu deposuna dönüşebilirler.
Modern Marksist literatürde genelde böyle olumsuz bir düzlemde ele alınan yeni küçük burjuvazi ve orta sınıflar, yine de Ehrenreich’ların geldiği nokta düşünüldüğünde emekçi sınıflarla beraber önemli bir anti-kapitalist kümeyi oluşturmaktadır. Dahası, daha yaygın bir entelektüel ve toplumsal tabanı olan piyasa ile barışık ancak fırsat eşitliğine ve sosyal devlete dayalı sosyal demokratik modern teorik yaklaşımlar ve güncel siyasal hareketlerde de orta sınıfların en az emekçi sınıflar kadar önemli bir rol oynadığı hemen göze çarpmaktadır. Belki de en önemlisi, ekonomik ve kültürel açıdan yeterince tatmin edilemediklerinde kolaylıkla anti-demokratik hareketlerin (faşizm, otoriter yönetimler vs.) entelektüel ve toplumsal tabanını oluşturan orta sınıfların emekçilerle barışık sosyal demokrat bir çizgiye çekilmemeleri durumunda kolaylıkla ırkçı, aşırı milliyetçi ya da mezhepçi bir çizgiye kaymaları riskidir. Bugün Avrupa’da Marine Le Pen ve benzeri aşırı sağcı liderlere işçi sınıfına mensup grup ve kişilerden gelen yoğun destek, bunun açık bir ispatıdır./ Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ