Müslümanlar Kendilerini Siyasetten Dışlanmış Hissediyor
AB itibarı ile AP’de yalnızca üç Müslüman parlamenter bulunuyor ve onlar da Brexit sonrası parlamentodan tamamen çıkmış olacak. Bu dışlanma durumu Müslüman kesimde tehlikeli seviyelerde bir ilgisizlik, alakasızlık korku ve hatta öfkeye neden oluyor.
Salim Kassam
Brüksel’deki Avrupa Birliği Parlamentosu bu çok kültürlü kıtadaki en ‘tek kültürlü’ yerlerden biri.
Bu durum dünyada hoşgörü, ılımlılık ve kapsayıcılık konusunda kendisiyle büyük gurur duyan bir birlik için oldukça ironik.
AB itibarı ile AP’de yalnızca üç Müslüman parlamenter bulunuyor ve onlar da Brexit sonrası parlamentodan tamamen çıkmış olacak.
Bu dışlanma durumu benim ülkem olan Britanya dahil olmak üzere kıtada yaşayan genç Müslüman kesimde tehlikeli seviyelerde bir ilgisizlik, alakasızlık korku ve hatta öfkeye neden oluyor.
Finsbury Park saldırısının iki yıl ve Christchurch katliamının sadece iki hafta ardından Ramazan ayında ibadetleri ile olduğu kadar güvenlikleri ile meşgul olan Müslüman arkadaşlarım o kadar çok ki saymayı bıraktım.
İlginizi Çekecek Diğer Haberler
Camiiler yemek ve dua için her gece tam kapasite ile dolu olacak ve bu da aşırı sağ için açık bir hedef olarak görülecek.
Britanya’daki Müslümanlar diğer tüm toplumsal gruplara kıyasla daha fazla nefret suçu kurbanı olmasına rağmen toplam güvenlik harcamalarından camiilerin payına çok çok küçük bir parça düşüyor.
Bu devlet politikası kıtadaki tüm Müslüman kardeşlerimin güvenlikleri için aynı.
Sivil toplum liderleri gibi siyasi elitlerin de Müslüman olmak dışında diğer vatandaşlardan hiçbir farkları olmayanların bu durumunu anlamakta tam anlamıyla sınıfta kalıyorlar.
Basının da bu meselede önemli payı var.
Medyanın çoğunluğu bu konuda birlik etmiş durumda ve demografik olarak kartlar hep Müslümanların aleyhine dağılıyor.
Sonuç olarak Müslüman kesin hep hakkında konuşulan ancak bir türlü kendileri konuşamayan grup haline geliyor.
Bu durum Müslümanların sözcüleri olan kişiler ve kurumlar için bile geçerli. Bu kişiler seçilirken ‘Kim kendi yeteneklerini elitler arasında pazarlamak konusunda daha mahir’ ona bakılıyor.
Sonuç olarak hangi Müslüman meseleleri baskın kültürün baktığı çerçeveden anlatabilir ve gösterebilirse göreve o geliyor.
Bu da elbette neticede ‘iyi müslüman’ tanımı noktasında bir geri bildirim sarmalına yol açıyor ve bu tanım her geçen gün daha dar ve özel bir forma sokuluyor.
Bu sırada ‘kötü Müslüman’ tanımı da genişledikçe genişliyor.
Tüm bunlar, siyasilerin ve liderlerin medyayı kullanarak daha fazla entegrasyon çağrısı yaptıkları ama o entegrasyonu bir o kadar zor ve imkansız hale getirdikleri ironik ve absürd bir durum yaratıyor.
Şimdiye kadar bu atmosfer genç Müslümanlara iki seçenek bıraktı: İlki, kendi kültür ve gettolarına, mahallelerine iyice geri çekilmek.
Bu seçenek kültürlerine ve yaşam alanlarına saygı gösterilmesini sağlıyor ancak beraberinde ciddi bir maliyet getiriyor, o da toplumun geri kalan ana akımından izole halde yaşamak.
Bu durum siyasi alanda da oylarına ihtiyaç duyanlar tarafından son derece yüzeysel ve göstermelik şekilde temsil edilmelerine neden oluyor.
İkinci seçenek ise teslim olmak.
Baskın kültürün değerlerini ve normlarını kabul ederek yaşamaya başlamak.
Bu da tabi koloniciliğin yerel versiyonu oluyor.
Yani dışta Müslüman görünümlü bir kabuğa müsade ediliyor sadece. Örneğin Sports Illutrated dergisine poz verdiğin sürece burkini giymende bir mahsur görülmüyor ya da erkekler bakım yağları ile besledikleri ve hipsterler gibi düzgün kestikleri sürece uzun sakalları kimseyi rahatsız etmiyor.
Ne var ki, son yıllarda üçüncü bir seçenek belirdi.
Avrupalı Milenyum Müslümanı olarak bu ilk iki seçeneğin her ikisini de kabul etmekte zorluk çektim ve Müslümanların kendilerine bu üçüncü yolu oluşturmaları gerektiğini gördüm.
Biz de varlığımız nedeniyle özür dilemeden topluluğumuzun pozitif ve katılımcı sesi olabiliriz.
Bir çocukluk arkadaşımla birlikte ‘The Muslim Vibe’ı (Müslüman Frekans) kurduk ve bu yolda yalnız da değiliz.
Brüksel merkezli Mvslim.com ve Paris merkezli Oumma.com da bizimle aynı düşünce ve perspektife sahip oluşumlar.
Tüm bu girişimler bizim gibi kendi takipçilerinin ve dinleyicilerinin temsilcisi olan ve pek çok konuda orjinal fikirleriyle öne çıkan kişilerce işletiliyorlar.
Bu yeni medya projeleri kıtada yaşayan genç Müslümanların meseleler üzerinde kendi bakış açılarının nasıl görülmesi gerektiğini kontrol etme gücü sağlıyor.
Bu siteleri gönüllü olarak kurduğumuz ve severek çalıştığımız için trafik sağlamak adına sansasyonel çıkışlar yapmamıza da gerek yok.
Bunu kar amaçlı bir iş olarak görmüyoruz.
Bizler tek taraflı, tek boyutlu ve neredeyse karikatürize edilmiş bir hikayenin okuyucuları olarak yetiştik.
Şimdi artık hikayenin bütününü aktarmak istiyoruz.
Amacımız ana akım medya ile rekabet de olmadığından onların pek çok haberinde ve projelerinde güvenilir kaynaklar ve ortaklar olmaya başladık.
Müslüman kökenli olanlar dahil Anti-İslamcı hale gelmiş fanatiklerin sistemi neredeyse ele geçirmek üzere olduğu dünyamızda duruşumuzu sergilemenin ve ne olduğumuzu göstermenin başka yolu kalmadı.
Aklını yitirmiş bir dünyada Avrupa’nın özgürlük, tarafsızlık ve çoğulculuk için umut mücadelesi devam ederken kıtanın genç Müslümanları da üzerine düşeni yapmalıdır.
Filtrelenmemiş görüş ve haberler insanların hayatlarını değiştirebilir.
Bunun son dönemde en güzel örneği Joram van Klaveren oldu.
Hollanda’nın Aşırı Sağ partisi PVV üyesiydi ve bir gün Kuran referanslı anti-İslam kitabını incelerken kendisi Müslüman olmaya karar verdi.
Eski ırkçı arkadaşlarının zafer kazanmayı hedeflediği Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Klaveren gibi birinin şimdi aday olamaması üzücü.
Salim Kassam TheMuslimVibe.com’un eş kurucusu ve bir topluluk aktivisti.
© Bild: virgül.at