Karlar altında taşınan umut dolu haber | Affet beni anne… Pişman değilim

Karlar altında taşınan umut dolu haber | Affet beni anne… Pişman değilim

| Okuyucu Mektubu

Muhabiri olduğum gazeteyi okunsun diye, Avusturya’nın dört bir yanına trenle taşıyordum.

Sırtımda gazete dolusu bir çanta, cebimde zar zor denk getirilmiş yol parası, içimde ise tarifsiz bir heyecan vardı.

Bazen tren istasyonlarında durmazdım bile; kapı açıldığında, beni bekleyen gönüllü yoldaşıma gazeteleri fırlatır, ardından yoluma devam ederdim.

Her gün üç ayrı eyalete ulaşıyor, sonra kendi yaşadığım bölgede yaya olarak kahve ve dernekleri geziyordum.

Yollar karlıydı ve annem beni bekliyordu…

Dizlerime kadar ulaşan karı yara yara yürürdüm.

Ne arabamız vardı ne doğru düzgün bir dağıtım ağı nede arabası olan yoldaş bildiklerimizin yardımı…

Başka bir şey vardı ama; bir gazetenin elden ele geçerek bir fikri, bir direnci büyüteceğine olan inancımız.

Fabrikada gece vardiyasında çalışıyordum.
Gün boyu gazeteleri ulaştırıyor, akşam olunca yeniden iş kıyafetimi giyip tezgâh başına geçiyordum.

Bu döngü bütün hafta böyle sürüyordu ve annem benim için üzülüyordu.

Ve bunu sadece ben yapmıyordum ve de sadece benim annem üzülmüyordu…

Benim gibi birçok yoldaş, her biri başka bir eyalette, aynı tutkuyla, aynı azimle, aynı sessizlik içinde aynı yükü taşıyordu.

En acısı neydi, biliyor musunuz?

Bazen saatlerce karda yürür, soluğu kahvede alırdım; ama elimdeki gazeteye kimse uzanmazdı.

Bir bakış, bir dudak büküşü, bir “sonra alırım” edası…
Sen inandığın şeyi uzatırsın, onlar yüzlerini çevirir.
İşte bu, insanın içini acıtan en büyük yara olurdu.

Annemi bir ütopyanın peşine düşerek mi üzüyordum acaba?

Bir kuruş menfaatimiz yoktu.

Yol parasını cebimizden veriyor, aç kalıyor ama gazeteyi bırakmadan dönmüyorduk.

Seviyorduk biz… Annemi de seviyordum…

Kimseden emir almazdık.

Kimseden ödül beklemez, kimseye yaranmaya çalışmazdık.

Biz sadece seviyorduk.

Sonra bir gün büyük konuşanlar gelirdi Almanya’dan, Türkiye’den…

Bir elleri cebinde, bir ellerinde dosyalar…

Dudaklarında büyük laflar, gözlerinde büyük hayaller…

Ama biz, her gün küçük küçük bedeller ödeyenler, onların gözünde sadece birer “taşıyıcı”ydık.

O dönem anlaması zordu.

Kimin sahici, kimin sahte olduğunu ayırt etmek kolay değildi.

Çünkü ilk anlayan, her zaman kurban olurdu.

Önce düşerdi yere.

Sonra herkes üstünden atlar, yoluna devam ederdi.

Bedenime elektrik verenler benden adımı bile öğrenemezken, nasıl olmuştu da hakkımda her şeyi öğrenmişlerdi?

İşte o gün içimden bir fırtına koptu.
Ve Ferhat Tunç’un dizeleri yankılandı içimde:

Sizler bırakıp acılar içinde giderken bizi
Ellerinizi ve düşlerinizi bizde bıraktınız
Korkunuz ve telaşınız orta yerde kaldı
Silahınız ve kitabınız yoktu
Kahkahamız ve şarabımız yoktu
Bir tek aşkımızdı el değmemiş
O da çocuk mu çocuktu

Bütün bu yaşananlar ne bir kahramanlık hikâyesiydi, ne bir mağduriyet destanı.
Sadece ve sadece, karlar altında taşınan bir umuttu bizimkisi.
Ve bazı umutlar, insanı ömür boyu ayakta tutar.

Affet beni anne… Pişman değilim.| DerVirgül

Yayınlama: 27.04.2025
Düzenleme: 27.04.2025
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.