Paris’te halkı sokaklara döken Türk sefiri: Yirmisekiz Çelebi Mehmet
Yirmi sekizinci Yeniçeri Ocağında yetiştiği için Yirmisekiz Çelebi Mehmet olarak anılan Çelebi, Paris’e elçi olarak tayin edilmişti. Görevi bizzat Sultanın talimatıyla Batılıların nasıl yaşadığını gözlemleyerek sağlıklı bir bilgi aktarmaktı
Seyahatname denilince akla gelen ilk kişi Evliya Çelebi’dir.
Evliya, bir rüya sonrası bilinen dünyanın büyük bir kısmını gezmiş ve büyülü bir eser meydana getirmişti. Avrupa’da açık beyin ameliyatından havada uçuşan canavarlara veya mezarından çıkıp halkın başına bela olan hortlaklara kadar sayısız efsane satırlarında yer bulmuştu.
Evliya’ya bilimsel bir gözle yaklaşan kişi onun yalanın olduğu yerde doğrunun yüzünü bakmayan bir hayalperest olduğunu düşünecektir. Ahmet Hamdi Tanpınar, Evliya’ya yönelik bu türden eleştirilerin isabetsizliğini işaret etmek adına şu ifadeleri kullanır
“Ben Evliya Çelebi’yi tenkit etmek için değil, ona inanmak için okurum ve bu yüzden de her zaman karlı çıkarım”
Gerek Evliya Çelebi gerekse de Kâtip Çelebi gibi önemli gezginlerin yaptıkları seyahatlerde anlattığı büyülü dünya bilhassa Avrupa hakkında bilgisi zayıf Osmanlının sağlıklı değerlendirme yapması için doğru bilgi sunmaktan oldukça uzak eserlerdi.
Osmanlı Devleti, artık Avrupa karşısında ciddi mağlubiyetler almaya başlamış ve özellikle askeri teknolojide Batının çok gerisinde kalmıştı. Sultan Üçüncü Ahmed, Avrupa’yı daha yakından tanımanın ve doğrudan temas kurmanın vaktinin geldiğinin farkındaydı. Bu durumu Sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa’ya bildirmiş ve Paris’e bir sefir göndermenin doğru olacağını söylemişti.
İbrahim Paşa bu fikri Fransız elçisi Marquis de Bonnac’a açmış ama Bonnac bu fikrin gerçekleşme ihtimaline dahi inanmadığı için Paris’e bildirme gereği duymamıştı. İlerleyen süreçte ise konunun Osmanlı tarafından ciddiyetle ele alındığını öğrenince Paris’e sıradan bir kişinin gönderilmemesini İbrahim Paşa’dan rica ederek sürece destek verme kararı almıştı.
Bu iş için en uygun kişi, Karlofça Antlaşmasında çok önemli görevler üstlenen ve pratik zekâsıyla sivrilen Yirmisekiz Çelebi Mehmet idi.
FRA. Evliya’yı yere göğe sığdıramayan Tanpınar, Çelebi Mehmet için ise şu sözleri sarf edecekti
“Ahmed lll’ün sefiri Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi 1721 de gittiği Paris’i, Evliya Çelebi’nin Viyana’yı seyrettiği gibi Kanuni asrının şanlı hatıraları arasından ve bir serhat mücahidinin mağrur gözü ile görmez. O, XVIII. asır. Paris’ine Karlofça’nın ve Pasarofça’nın milli şuurda açtığı hazin gediklerden ve devlet işlerinde pişmiş zeki bir memurun tecrübesiyle bakar” (Ahmet Hamdi Tanpınar- XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi)
Bu ziyaret, Osmanlı için önemli olduğu kadar Fransa için de bir hayli sıra dışıydı. İspanya ile gergin bir dönemde bulunan Fransızların tahtında henüz 10 yaşında olan bir çocuk bulunuyordu. Ülke ekonomisi de son derece kötü durumdaydı. Dolayısıyla yaşadığı tüm badirelere rağmen dönemin en büyük devletlerinden olan Osmanlı’nın elçisini ağırlamak kolay bir iş değildi.
Gilles Veinstein, Fransa’nın içinde bulunduğu politik ve ekonomik sorunları şöyle açıklıyordu
“Fransa yönünden, Türk elçisinin gelişi özellikle ters zamana rastlıyordu: Hazineye çok büyük harcamalara neden olacağından başka, Fransa, daha önce gördüğümüz gibi, Habsbourg’lara yaklaştığı için, şu andaki hiçbir siyasi zorunluluğa uygun düşmüyordu. Ayrıca, Naip ölen kralın bırakmış olduğu yıkıntıdan krallığı kurtarmayı ileri sürdüğü çeşitli çarelerin arka arkaya başarısızlığa uğradığını gördüğü bir gerçeklik anma ulaşmıştı. 1718 ağustosunda, çok üyeli din işleri meclisine, soylulardan oluşan kurullarla işlerin yönetilmesine son verilmiş ve eski dışişleri bakanlarına dönülmüştü. Naip tarafından meclislere tanınan uyarma hakkı yeniden kısıtlanmıştı. Paris Meclisi, ancak bir süre Pontdise’a sürüldükten sonra, baş eğmiştir. Özellikle, kendisinden mucizeler beklenen ve sadrazama düşler kurdurtan şu Law sistemi büyük bir sosyal kaynaşma içerisinde yıkılıyordu. 1720 yılının temmuz ayında. Kraliyet Bankası ödemelerini durduruyor ve iflâs etmiş olan Law, Mehmet Efendi’nin gemiye bindiği sırada Fransa’dan kaçıyordu. Nihayet, korkunç bir veba salgını Marsilya’yı kırıp geçiriyor ve tüm Provence’e yayılıyordu…”
Tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen Osmanlı elçisinin Paris’e geleceği haberi çoktan yayılmış ve halk arasında büyük bir heyecan meydana getirmişti. Fransızlar, Türklerin neye benzediklerini merak ediyor ve Çelebi Mehmet’in gelişine dair efsaneler kulaktan kulağa yayılmaya başlamıştı.
Türk tarafı için de bu seyahatin önemi son derece büyüktü. Tanpınar, Çelebi’nin yolculuğu ve sonrasında meydana getirdiği eserin mahiyeti hakkında şu sözleri sarf edecekti
“Hiçbir kitap Garplılaşma tarihimizde bu küçük sefaretname kadar mühim bir yer tutmaz. Okuyucu üzerinde Binbir Gece’ye iklim ve mahiyet değiştirmiş hissini bırakan bu kitabın hemen her satırında gizli bir mukayese fikrinin beraberce yürüdüğü görülür. Hakikatte bu sefaretnamede bütün bir program gizlidir”
Tanpınar’ın vurguladığı mukayese iki taraflıydı Batı Osmanlı’yı yakından görecekti ve Osmanlı’da Batı’yı gözlemleyecekti. Daha önce de elçiler gelip gitmişti ama Çelebi’nin seyahatini bu denli önemli kılan elçinin neredeyse hiçbir sebep yokken gelmiş olmasıydı. Bu açık bir kültürel iletişim kurma biçimiydi ve iki tarafı da heyecanlandırıyordu.
Çelebi Mehmet’in zorlu yolculuğu
Çelebi Mehmet yola koyulduktan haftalar sonra Fransa’ya gelmiş ama Paris’e hemen alınmamıştı. Fransa’daki kontrol altına alınamayan salgın hastalıkların yarattığı endişe Osmanlı elçisini bir süre bekletmeyi mecbur kılmıştı.
Fransızlar Çelebi’yi açıkça karantinaya almak yerine çeşitli bahanelerle Montpellier civarındaki eski bir manastırda yaklaşık 40 gün bekletmişlerdi. Çelebi durumu şöyle açıklayacaktı
“Maiyetimde bulunanlar ve eşyamız gemilere naklolunup hareket ettik. İkindi vakti adaya vardık. Bunlar hastalıktan fevkalade korktuklarından, orası da boş bir yer olduğu ve gelen giden bulunmadığı için karantina etmeye münasip görmüşler. Biz de bilmeyerek gelmiş bulunduk. Geri dönmek müşküldü, düşünüp taşındık, sabretmekten daha iyi bir çare bulamadık.
…
Beni Paris’e götürecek beyzade bir hafta sonra Montpellier’ye geldi. Meğer deryadan gitmem demeyeyim diye böyle yalan söylemişler. Her ne hal ise kırk · gün tamam oluncaya kadar o sıkıntı verici yerde kaldık.”
Karantina sürecini bitiren Çelebi Mehmet, Paris’e yaklaştıkça Fransız halkının kendisine gösterdiği hayranlık karşısında büyük bir şaşkınlık yaşamıştı.
Bu süreçte geçtiği her şehirde özellikle kadınların kendisine gösterdiği ilgi karşısında şaşırıp kalmıştı
“Daha sonra kadınlar onar on beşer gelmeye başladılar, ikindiden sonra saat beşe kadar arkası kesilmedi, zira etraftan bilhassa Montpellier’den cümle kibar karılar gelip bizi görmek için toplanmıştır. Fransa’da erkekler karılara çok itibar ettikleri için karılar akıllarına eseni yaparlar ve canlarının istediği yere giderler. En yüksek bir beyzade en alçak seviyedeki bir kadına haddinden fazla riayet ve hürmet eder. Avratların sözü geçer, hatta Fransa avratların cennetidir, zira hiç zahmet ve meşakkatleri yoktur, istedikleri her ne ise hemen yerine getirilir deyu söylerler.”
Çelebi, Fransızlar tarafından öylesine merak ediliyordu ki geçtiği beldelerde halk onu görmek için birbirini eziyordu. Hatta bu taşkınlıkta ölenler dahi oluyordu
“Biz kanal yoluyla gelirken halkın bizi görme arzusu o derecedeydi ki dörder beşer saatlik yerlerden gelip nehrin kıyısından bizi seyrederlerdi ve birbirlerinin önüne geçebilmek için itişip kakışırken suya düşerlerdi. Hatta Beziers namındaki şehre geldiğimizde kıyıdaki halk öyle kalabalıkmış ki askerler men ederken geri gidecek yer bulamamışlar. Bir asker birini süngüsüyle dürtmüş, herif ölünce kardeşi feryat ederek hamle ettiğinden asker onu da vurup yaralamış, o gece o da ölmüş.”
Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin gittiği her şehirde ileri gelenler onun yemek yeme şekli ve meclisteki oturma alışkanlığını görebilmek için ricacı oluyorlardı. Çelebi bu durum karşısındaki rahatsızlığı şöyle dile getirecekti.
“Şehir ve kale yollarında erkeklerle kadınlar o kadar kalabalık olurdu o şehirde yoldan gayri ki o yerde bir kişi kalmamıştır zannederdim. Evimize indikten sonra içeriye girmek için öyle hücum ederlerdi ki, kapıda duran askerler aciz kalırlardı. İzdihamdan sıkışıp feryada başlarlardı. Bazı karılar meclisimize bayılmış gelirlerdi. Girerken bin zahmet çekmişler iken çıktıktan sonra evlerine gitmeyip avluda fırsat kollayarak tekrar girmeye talip olurlardı. Bazılarını nişanladık, üç dört kere bin bela ile girdiği müşahede olundu. Soğuk ve yağmurlu havalarda titreye titreye gece saat üçe dörde varınca kadar avluda durup gitmezlerdi. Bu hırslarına hayran kalırdık.”
Çelebi Mehmet’in yolculuğunun belki de en ihtişamlı durağı Paris’ti. Çelebi, tarihe geçen karşılama törenini şöyle tasvir edecekti
“Pazar günü olunca oğlumuz divan efendisi için murassa dizginli bir kısrak, kethüdamıza münasip bir at, diğerlerine de rütbelerine göre mükemmel atlar ile daha önce bizi karşılamak için yedeklerle gelen Kral mirahurlarından M. Cognard gelip herkese dağıttı. Daha sonra Estrees Mareşali entrodüktör ile Kral arabasına binmiş olarak geldiler. Biz de istikbale riayet eyledik. ‘Kralımız kendi arabasını sizin için gönderdiler ve cümle Devlet kibarımız da kendi · arabalarını size ikramen göndermişlerdir.’ dediler, aynı anda yüz kadar süslü ve güzel araba geldi. Sonra ikinci entrodüktör hayli vakittir, izninizle alayı yürütmeye· başlayalım deyip kalktı. Evvela Kralın kendisine mahsus atlı askerinden bir süvari alayı yürüyüşe başladı. Ardından bir miktarına kürk giydirip ellerine tüfekler verdiğimiz bizim âdemlerimiz atlara binmiş olarak yürüdüler. Onları yürüttükten sonra bir miktarına kerrake giydirip ellerine mızraklar verdiğimiz âdemlerimizi yürüttük. Arkalarından sakallı ağalar yürüdüler. Onların arkasından imam efendi ile kapıcılar kethüdası ve oğlumuz ile kethüdamız yürüdü. Onların arkasından altı adet ağır kesmeler ile müzeyyen ve eyerli yedek at çektirilip Kralın mirahuruyla tercümanı gittiler. Kendimiz de divan kilimi ve abasıyla eyerlenmiş bir ata binerek kâtibi destar ve ferace samur kürk ile sağımızda Mareşal, solumuzda entrodüktör bulunduğu halde hareket ettik. Arkamızdan bir süvari alayı geldi, sonra rütbelerine göre arabalar dizildiler.”
Çelebi Mehmet’in iddiasına göre yalnızca karşılama için 30 bin asker görevlendirilmişti. Sokakları dolduran insanların sayısını tutabilmek ise kabil değildi. Çelebi, Paris’e geldiğinde de kadınlar peşini bırakmayacak ve daha cüretkâr talepleri olacaktı. Bunların başında yemek yerken onu izlemek ve nasıl uyuyup uyandığını görmek gibi mahrem istekler vardı.
Dindar ve ahlaklı bir kişiliğe sahip Çelebi, bu talepler karşısındaki tavrını şöyle açıklayacaktı
“Yine erkekler ve kadınlar kimi seyir için akın akın gelip çerimonya ve komplimenteler ile meclisimizi doldururlardı. Bilhassa nasıl yemek yediğimizi ziyade görmek isterlerdi. Filan kimsenin kızı filan kimsenin karısı yemek yediğinize bakmaya izninizi rica ve ederler diye haberler gelir, kimini defedemeyip naçar ruhsat verirdik. Perhizleri vaktine tesadüf ettiği için· kendileri yemez, sofranın etrafını çevirip seyrederlerdi. Alışık olduğumuz bir hal olmadığından bize ziyade sıkıntı verirdi. Hatır için sabrederdik. Onlar ise yemek seyrine alışmışlar. Faraza Kralın nasıl yemek yediğini seyre durup olanlara izin vermek adetleriymiş. Daha garibi şu ki: Kral da yatağından nasıl kalkar ve nasıl giyinir seyretmeye giderlermiş. Bundan dolayı bize de türlü, teklifler yaparak canımızı sıktılardı.”
Uzun süre Paris’te kalan Yirmisekiz Mehmet Çelebi gördüğü güzellikler karşısında sık sık İslam Peygamberinin Hadisini hatırlayarak “Dünya mü’minlerin zindanı kâfirlerin cennetidir.” Sözlerini tekrar ediyordu.
Çelebi, Yurda dönüp gördüklerini arz ettiğinde Sadrazam İbrahim Paşa duyduklarını, “Osmanlı’ya sadrazam olmasaydım Paris’e elçi olmak en büyük saadet olurdu.” sözlerini söyleyecek kadar kanıksamıştı ama İstanbul’da birçok kişi uzun süre Çelebi Mehmet’in anlattıklarına inanmamış ve onun birçok ayrıntıyı abarttığını düşünmüştü.
İlerleyen süreçte Osmanlı’nın Batıya ve özellikle Paris’e ilgisi daha da artacak ve pek çok devlet adamı Fransa’ya gidebilmek için birbiriyle yarışacaktı Yirmisekiz Mehmet Çelebi hazırladığı Sefaretname ile Türklerin yüzünü Batıya çevirmesini sağlayarak modernleşme tarihimizi başlatmıştı. Çelebi’nin oğlu Yirmisekizzade Sait Efendi de yurda matbaa makinesi getirmeye ön ayak olarak babasının mirasını sürdürecekti.
Yirmisekiz Çelebi Mehmet de Patrona Halil Darbesiyle gözden düşen devlet adamlarından biri olmuştu. Ömrünün son günlerini payitahttan uzak bir şekilde Kıbrıs’ta vali olarak tamamlayacaktı.
*Daha ayrıntılı bir okuma için Gilles Veinstein’in “İlk Osmanlı sefiri 28 Mehmet Çelebi’nin Fransa anıları” isimli çalışması ve Beynun Akyavaş’ın “28 Mehmet Çelebi’nin Fransa Sefaretnamesi” isimli eseri incelenebilir./ The Independentturkish