Röportaj | Çocuk gelinin engelli eşi ve vefasızlığın ibretlik hikayesi
| Editörün notu:
Bu röportajın tamamı gerçek bir yaşamın, acıdan soyutlanmış bir halidir. Zira bu kadının somut olarak yaşadıkları, kimilerinin dayanamayacağı kadar acı, kimilerinin dinlerken bile ağlayacağı ihanet ve vefasızlık içermektedir. Yakın akraba ve dostların nasıl birer acımasız cani olduklarına şahit olduğum bu röportajın arka planındaki tüm gelişmeleri yazmamı kendisi istemedi. Arka planı araştırdığımda, ihanetin ve vefasızlığın yanı sıra sadist duyguların sömürü ve acımasızca davranışların nasıl sıradanlaştığını ve kanıksandığını gördüm… | Adem Hüyük
Babamın beş kızı bir oğlu vardı, ekonomik olarak çocuklarına bakamıyor. Bütün kardeşlerim biraz büyüyünce, tarlalarda babama destek vermek için çalışmaya başladık.
Annem, keşke bir oğlum daha olsaydı, oda çalışır geçim derdimiz biraz daha hafiflerdi diyordu.
Yaz aylarında kasabaya Almancılar gelirdi. O kadar çok gözümüzde büyütürdük ki onları, burada fakir olan aile Almanya’dan tatile geldiğinde bizim hiç görmediğimiz, duymadığımız eşyaları kullanıyor ve bariz bir şekilde zengin bir hayat sürüyorlardı… En azından biz öyle sanıyorduk…
Market ve bakkallardan alışveriş yaparken, sonradan öğrendiğim “alman usulü” denilen şekilde alışveriş yapıyorlardı. Bu kimi zaman tane tane domates almak, gram gram şeker tarttırtmak gibi davranışlar sergiliyor ve bunu yaparken de Almanya’ya atıfta bulunuyor, Alman halkının bu şekilde yaşadıklarını ve bu sayede zengin olduklarını söylüyorlardı.
Market ve bakkala gönderdikleri komşu çocuklarından hiçbir zaman para üstü almazlardı. Para üstünü komşu çocuklarına hibe edercesine kibirli bir ses tonuyla, “üstü sende kalsın” derlerdi.
Sonraları kendi aralarında konuşurken duydum. Para üstünü verdikleri çocuklar hakkında konuşur ve küçücük çocukların karakter analizini yaparak, paragöz damgası vururlardı. Sana da getirdik, bir daha ki sefere sana da getiririz diyerek, sanki bizlerin bir beklentisi varmış izlenimi bırakırlardı. Oysa biz ilk başta bir akrabamız geldi diye hoş geldine gidiyorduk. Yoksa gerçekten biz bir çıkar için mi onların yanına gidiyorduk? Bunu somut olarak söylemek kimi zaman çok zor ve itiraf etmek tarafların kültürel birikiminin yetmeyeceği kadar ağırdı.
Almancı akrabalarımızın yaz tatillerinde yeşeren nefret, kıskançlıktan mı yoksa onların “fakir çatlatan” deyiminin karşılığı olan, fakir yaşantısından intikam alan tavırlarından mı rahatsız olmuştuk?
Neden sevmemiştik?
Oysa, aynı zamanda bizde Almanya’ya gitmek için can atıyorduk…
Almanya’ya geldim…
Hiç sevmediğim ve görmediğim birisiyle evlenerek Almanya’ya gelmiştim..
Almanya’ya gelmemle beraber, çocukluğumda Almancı akrabalarımın üzerimde bıraktığı etki ile bir şekilde yüzleşme fırsatı bulmuştum – Keş ke bulmamış olmasaydı…
İnsan yaşadığı yeri neden sever ve beğenir? Başka bir yer görmediği ve oralarda yaşama şansı olmadığı içindir.
Benim köyümün, kasabamın, kentimin üstüne hiçbir yerin değeri yoktur demek, zorunluluk ve mecburiyetten doğan duygusal bir bağdır.
Almanya benim kasabam ve kentimden daha güzeldi. Çok güzel yaşam alanları vardı… Ancak bunlar, kasabamda yaşadığım günler gibi, Almanya’da yaşadığım günlerde de bana çok uzaktı […]
Ailenin gözde kızıydım ve çok şımarık büyütüldüm. Anne ve babam tarafının akrabaları tarafından çok seviliyorum ve lise son sınıftaydım. Daha sonra üniversite sınavlarına girdim.
Ben başka bir şehirdeyken üniversite sınav sonuçlarım geldi. O günlerde Almanya’dan halamın bizim kente gelmiş.
Babam ve yakın akrabalarımla birlikte Almanya’dan gelen halamın oğlu benim yanıma gelerek, “gözün aydın üniversite sınavını kazanmışsın, evlenerek de iki kere üniversite sınavını kazanmış oldun” dediler. Ben o an anladım ki Almanya’dan gelen halamın oğluyla evleniyorum…
Nasıl olduğunu anlatamadığım gelişmeler sonucu 17 yaşında annen ve babamın yasal izni alınarak evlendim-evlendirildim…
Almanya’dan gelen ve bir imzayla kocam olan halamın oğlu engelliydi. Bu durumu sorgulama ve düşünme fırsatım bile olmadan kendimi Almanya’nın bir kentinde buldum.
Engelli kuzenim artık eşim olmuştu. Onunla evlenmem aile çevremde taktirle karşılanmış ve beni övgülerle gelin etmişlerdi. Eşimin geçirdiği bir kaza sonucu birinci dereceden yüzü dahil bedeninde yanık izleri olması, onun yaşama dair özgüvenini kırmış ve hayata küstürmüştü. Evlilikte ilk caban onun özgüvenini yeniden kısmen de olsa kazanmasını sağlamak oldu. Bunu başardım aslında. Ben genç bir kızdım, çevremdeki insanlara göre çok alımlı ve güzel, çekiciydim ve bunun bedelini hiçbir suçum ve bu özelliğimi kullanmadığım gibi bunun nasıl bir yarar sağlayacağı konusunda bile bir fikrim olmadığı halde, suçlandım ve eşim ve ailesi tarafından güven kaybı yaşadım. Benim engelli olmasına rağmen evlenmeyi kabul etmemi bir süre sonra sorgulamaya başlayan eşimin, ona kazandırdığım özgüvenle yaptığını anladım. Yapacak bir şeyim yoktu. Evden çıkmıyor, sosyal hayatım tamamen bitmişti – sorun çıkarmadan dayandım.
Annemin, “keşke bir oğlum daha olsaydı, oda çalışır geçim derdimiz biraz daha hafiflerdi” sözünün manevi yükü, ekonomik olarak aslında çok da kötü olmayan aile yaşantımıza katkı sağlamak için anlamsız bir şekilde ve 17 yaşında vefa borcum olduğunu düşünerek, sonradan fark edeceğim felaket bir yaşama adım atmış olabileceğimi düşündüm. Ancak ben evliliği bunu düşünerek kabul etmedim. Bu düşünce etrafında plan kurularak evlendirilmiştim. Maalesef bunu maddi durumu çokta kötü olmayan ailem yapmıştı.
Engelli olmasına rağmen evlenmeyi kabul ettiğim eşim, benim eğitimime devam etmem konusunda bana söz vermişti. Ancak halam ve eşim benim vize alma bağımsızlığına kavuştuğumda onları terk edeceğimi düşünerek, çalışmamı engellediler. Onlarla birlikte yaşamama rağmen, ikametgâh belgemi altı ay öncesinden müracaat ederek kaydımı sildirmişlerdi. Bu durumda ben Almanya’da ikameti olmayarak kalan ve kısmen kaçak bir göçmen durumuna düşmüştüm. Ben bu durumu boşandıktan sonra öğrendim.
Eşim ve halamın ailesiyle olan tartışmaların sonucunda engelli eşimden ayrıldım. Ancak başka bir sorun doğdu. Almanya’da nasıl oturum izni alacaktım?
Bu arada Türkiye’de eğitimime devam etmekte istiyordum. Ailem, evlenip boşanmış olmamı bir kusur olarak görmüş ve benim memleketime dönmemi istememiştir. Aksi taktirde, kasabada adımın “dul kadın olarak, kötüye çıkacağını” söylediler. Bu durumunda ailem için bir namus meselesi olacağı bana direk belirtildi.
Bunun üzerine, Almanya’da yaşamaya mecbur kaldım…
Zor günler…
Almanya’da zor günler yaşadıktan sonra, Avusturya’da yaşayan akrabalarımla kurduğum ilişki sonucunda Avusturya’ya gittim.
Bura yıllarca akrabalarımın işletmesinde karın tokluğuna çalıştım. Aradan gecen zaman sürecinde Almancayı daha iyi konuşmaya başlamıştım. Dolayısıyla çevremde değişmiş ve yeni insanlar tanımış ve yeni imkanların önü açılmıştı.
Yakın akrabam olarak bildiğim ve güvendiğim, yanlarına geldiğim ve hergün saatlerce işletmelerinde çalıştığım insanlar beni yan komşularının dükkânını kendi dükkanlarına katmak için beni, yan dükkanının sahibine ‘sattığını’ öğrendim…
Bunu öğrendiğimde, Satıldığım Sırp asıllı yaşlı adam, benimle evlenmek istiyordu. Adamın kolunda bir dövme vardı ve sordum ona: ne yazıyor kolunda diye? Dedi ki “anne.” Dedim ki adama; “ben bu dövmeyi sil dersem, siler misin?” diye sordum. Madem beni seviyorsun, benim için bu yazıdan vaz geçerimsin? Diye sordum… O an yaşlı adam, artık bu evlilik olamaz dedi ve çekti gitti. Hiçbir şey anlamamıştım. Ama olsun satılmış olduğumu ve satıldığım kişinin beni istememesi biraz beni rahatlatmıştı.
Acı olan ise, beni satan yakın akrabalarıma karşı rest çekip gidemememdi. Çünkü Avusturya’da gidecek hiçbir yerim yoktu. Çalışmaya devam ettim…
Aradan yıllar geçti ve çalışan bağımsız birisi olarak hayatıma devam ederken, evlenmek niyetiyle bana yaklaşan birisinin teklifini kabul ederek, yeniden bir aile kurmanın umuduyla hayatıma devam ettim…
Ancak ne kadar caba harcasam da bu evliliğimde uzun bir süre sonra bitti. Belki ben belki hayat, belki de hayatıma giren insanların hatasıydı, mutsuzluğumun sebebi…
Şu günlerde anlamsız bir huzur var içerimde. Belki de yeni bir hataya adım atıyorum, belkide hayatımın anlamını yaşayacağım günlerin başlangıcındayım.
Bir kitapta okumuştum; bir gün biri gelir ve her şeyi değiştirir. Kim bilir…| ©DerVirgül